SİYASET ZOR ZANAAT

29 Mart 2009 günü gerçekleştirilecek olan Mahalli idareler seçimine dolu dizgin gidiyoruz.

Son zamanlarda diğer siyasi partilerin de yarışa katılması üzerine, ortalık iyice şenlendi.

Sayın Başbakan İktidar Partisi Lideri olmasına rağmen, herkesten daha önce Seçim MEYDAN çalışmalarını başlattı. O, 10 ncu mitingini yaptığı sırada, diğer liderler hala sahada gözükmüyordu.

Başbakan da tek başına maç yapmanın keyfini bir türlü çıkaramıyordu.

Bu yüzden diğer liderlere "hani neredesiniz, neden meydanlara çıkmıyorsunuz, sanki ununuzu elemiş, eleğinizi asmış gibi duruyorsunuz" diye peşrev çekip, er meydananıa davet ediyordu.

Diğer liderler bir taraftan Başbakanın peşrevleri ve diğer taraftan Milletin ayıplamasını da göz önüne alarak istemeye istemeye çok gerilerden yarışa katıldılar.

İşte  o zaman Sayın Başbakanın keyfi yerine geldi. Çünkü onlar meydanda konuştukça Başbakana malzeme çıkmış oldu.

Adam oldun, olmadın, eşek ölür kalır semeri, adam ölür kalır eseri , önderi karga olanın burnuna dikkat etmesi lazım türünden atışmalara bizim girmemiz gerekmez.

Ama esas üzerinde durulması gereken bu seçimlere keyfiyetten çok , kemiyet açısından hangi gerçeklerle girdiğimizdir.

Siyasete asli maddi fail olarak katıldığımız ilk günden itibaren en önemli konumuz, ekonomi ile ilgili konulara bu ülkenin çok acil olarak yoğunlaşması gerektiği yolundaki düşüncelerimizdi.

Biz yokusl ve geri kalmış bölgenin çocuklarıyız.

Ülkenin ekonomik açıdan durumunun en iyi olduğu zamanlarda bile bölgemiz sıkıntılı.

Çünkü ülke geneli ile mukayese kabul edilmeyecek biçimde bölgemiz ekonomik darboğaza itilmiş, bir taraftan bölgenin hakim güçleri ve diğer taraftan resmi sistem tarafından açık ve net deyimi ile "SÖMÜRÜ" ye maruz kalmıştır.

Şimdi olan biteni şöyle bir gözünüzün önüne getirin,

Bu ülkenin hangi bölgesinde 30 yıldan beri düşük yoğunluklu bir savaş sürmüş/sürmektedir?

Bu savaş süresince kimler savaştan beslenmiştir?

Söz konusu savaştan beslenenler yatırımlarını nereye yapmışlar ve bölgeden ne kadar paranın çıkmasına sebep olmuşlardır?

Devlet yatırımı olarak bir nebze olsun işsizliğin önlenmesinde , sosyal yaraların sarılmasında önemli roy oynayan Fabrikalardan ayakta kalan varmı? Özelleştirmeye konu olan bu farbikalardan kaçı şu anda faaliyet gösteriyor?

Ziraat Bankasının son yıllarda Diyarbakır çiftçisine verdiği kredi miktarı ne kadardır?( 2007 yılında Ankara’da yapılan bir toplantıda son altı yıl içerisinde Ziraat Bankasınca Türkiye çapında dağıtılan 2,5 katrliyon zirai kredinin sadece 22 Trilyonu Diyarbakır’a verilmiş olduğu ortaya çıktı/çıkardım)

Bizdeki olumsuzluklara dünyanın büyük ekonomilerinin içerisine düştüğü global kriz eklenince, bizim işimiz herkesten daha zor hale geldi.

Şu anda Türkiye % 13,5 oranını çıkan işsizlikle,

Ekonomideki daralmalar ile uğraşıyor.

Her yıl en azından 650 bin yeni istihdam yaratması gereken Türkiye’nin , Ocak, Şubat ve Mart ayında işyerlerinden, fabrikalarından çıkardığı işçi sayısı l Milyona ulaşıyor.

Ekonomistlerin ifade ettiğine göre Türkiye , tarihininin en yüksek işsizlik oranı ile karşı karşıya.

Böyle bir ortamda seçim, bütün iktidarlar için ateşten gömlektir.

Ama insafla, vicdanla olaya yaklaşıldığında, bu krizin doğrudan müsebbibinin Türkiye olmadığı gerçeğini herkes kavrıyor.

Fakat söylenen bir şey var, neden krizden en çok etkilenen 2 nci ülke konumundayız?

Bu soru gerçek ise, doğru ise, krize maruz diğer ülkelerden daha çok kendimize dönüp bakmamız gerekiyor.

Şu virüs,bu virüs, şu grip, bu girip geldi diye sağlıkçılar ifade edip,gerekli tedbirleri alın dediğinde, yapmamız gereken her zamankinden daha çok sağlığımıza dikkat etmemizdir. Ama bir grip salgını geldiğinde, ülke insanlarını kırıp geçiriyor ise, bizim yeterli sağlık önmeli almadığımız ortaya çıkar.

Ekonomi de bunun gibidir. Ülkemizin her zaman bir takım ekonomik kırılganlıklara maruz kaldığı/kalacağını bilmeyen yok. Yani biz bir Almanya, bir İtalya değiliz. Türk insanı bir sene, iki sene, nihayet üç sene iyi ise, dördüncü senede başına bir takım musibetlerin geleceğini her zaman biliyor. Yani durumumuzu hala stabil hale getirmiş değiliz. 16 çeyrekten beri sürekli yüzde % 5 in üzerinde kalkınan bir ülke , neden dünya ekonomik krizinin ikinci halkası oluyor? Sebep çok açık ve basit.

1-Yeterli sermaye birikimimiz yok,

2-Yeterince üreten bir ülke değiliz,

3-Üretmediğimizi tüketmeye bayılıyoruz,

4-Borç yiğidin kamçısıdır sözünü gerçekten yanlış anlıyoruz. Bu söz,borç alırsan eğer,sakın yan gelip yatmayasın, gece gündüz çalışasın, verdiğin sözde durasın, borcunu zamanında ödiyesin anlamınadır. Ama biz tam tersini yapıyor, borç bulmayı tembelliğin vasıtası haline getiriyoruz.

2001 krizi ile sarsılan DSP, ANAP, MHP hükümeti, aldığı bir sürü tedbire rağmen, daha fazla ayakta kalamayacağını anladı ve erken seçim kararı verdi.

O kriz ortamında yapılan seçimler her üç parti için de hezimet oldu. ANAP, DSP gitti gider, MHP ise konjonktürel olarak şimdilik ayakta.

Bir genel seçim olmasa da yine bir kriz ortamında  seçime gidiyoruz. İnsanların en büyük problemi olan işsizlik, hiç kimsenin beklemediği biçimde pik yaptı.

Millet bu krizin sebebi olarak hükümeti görmüyor, fakat derin derin solumaktan da geri kalmıyor.

Ak Parti hangi oranda oy alırsa alsın, seçimlerden sonra çok ciddi olarak işsizlik problemine çare bulmak zorunda. Ne yapayım kriz dışarıdan geldi, yapacağım bir şey yok demesi, en büyük dert olan açlığa çözüm üretmemesi düşünülemez.

Türkiye’nin umumunda hissedilen kriz, bizde çok daha fazla. Yaşadığımız olaylar sebebiyle krizimiz zaten hiç bitmedi/bitmiyor.

Allah hepimizin yardımcısı olsun.

Siyaset el hasıl zor zanaat. Bizim gibi ülkelerde doluya koysan almıyor, boşa koysan dolmuyor.