SUERSURGENELUKKON
Saat 19.15
Susurluk ilçesi,
Uçakyolu mevkii,
Benzin İstasyonundan çıkan bir kamyona, 06.AC.600 plakalı Mercedes taksi arkadan çarpıyor.
Kamyon şoförü Hasan Gökçe ne olduğunu anlamadan, deliler gibi arabasından iniyor.
Bağırtılar, çağırtıların bini bir para.
Anında olay yerine Emniyet yetkilileri ulaşıyor.
Anonslar yapılıyor.
"Amirim İstanbul Emniyet Müdür Yardımcımız Hüseyin Kocadağ ölmüş"
Hasan Gökçe'yi alıyor bir korku, bir hüzün.
Arkadan Emniyet yetkilileri bir anons daha yapıyorlar, "Amirim ölenler içerisinde Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak'ta varmış" Al sana bir bela daha diyor Hasan.
"ya benim başka işim gücüm yokmuydu kalktım da Milletvekillerini , Emniyet Müdürlerini öldürdüm, Yarabbim nereden geldi bu benim başıma" diye dellenir durumda iken,
Aniden Siyah takım elbiseli, beyaz gömlekli genç dinamik insanların elleri bellerinde olay yerine ulaştıkları görülüyor.
Adamlar bağırıp,çağırıyorlar, nerede o şöför, kim bu ya diyorlar, çıldırmış gibiler.
Donmuş kalmış, buzdan bir kalıp kesilmiş olan Hasan'a bir Emniyet görevlisi "Hemşehrim aklını başına topla , bu bir kaza, ölenlerden birisi sen de olabilirdin, sen kötü bir şey yapmadın, adamlar geldi arkadan sana çarptı, toparla kendini" deyince aklı başına geliyor, başlıyor kaçmaya.
Eve gitmeyi düşünüyor, ama olmaz, bunlar beni de çocuklarımı da kısa sürede bulur, havaya uçururlar, ey güzel Allah'ım bu nasıl bir iş, ben şimdi nereye gideceğim derken, aklına Emniyete sığınmak geliyor.
Var gücü ile koşuyor,koşuyor.
Can havli ile kendisini Emniyetten içeri attığında, sadece ağzından ben bittim, ben öldüm diyebiliyor.
Kolunu tutan bir polisin "ne oldu" sorusuna, efendim Milletvekilini, Emniyet Müdürünü ve yetmiyormuş gibi Müdürün sevgilisini öldürdüm diyebiliyor.
O senmiydin?
Otur diyorlar, sakinleş, dur bakalım, henüz sonuçlar belli değil, meraklanma, bekli kurtulmuşlardır, Allah kerim sözleri biraz onu rahatlatıyor.
Gelenler, gidenler, girenler, çıkanlar biri birini izliyor.
Olay yeri Jandarma bölgesiymiş, şimdi seni Oraya götüreceğiz deyince, Hasan biraz daha rahatlıyor. Çünkü diyor içinden, ne de olsa ölenlerden birisi Emniyet Müdürü, burada bana işkence falan yaparlar, Jandarmada daha rahat ederim.
Hasan Apar topar Jandarmadan gelen yetkililere teslim ediliyor.
Karakol, Jandarma.
Orada da bir sürü bağırtı, çağırtı, telefonlar, telsiz konuşmaları…biri birini izliyor.
Gelen bir Anons ordakilerin bir anda kanını donduruyor.
Ölenler içerisinde Abdullah Çatlı da var.
Ne diyor görevli, Abdullah Çatlı da mı var, evet diyorlar.
Amir bir an için boş bulunup, bak Abdullah Çatlı da ölmüş.
Hasan Vallahi benim bir kabahatim yok, olabilir, daha başka kimler ölmüş bilmiyorum diyor.
Amir gülümsüyor,
Abdullah Çatlı'nın ölümüne sen olabilir mi diyorsun, deyince Hasan Baltayı taşa vurduğunu, nerede ise Milletvekilinden, Emniyet Müdüründen daha kıymetli bir insanın olayda hayatını kaybettiğini anlıyor.
Bir görevli, her türlü tedbir alınsın, adamlar şimdi burayı havaya uçururlar deyince, Hasan'da şafak atıyor.
Bir korku ki sormayın gitsin.
İşte bu hikaye sonrasında aslında Hasan Türkiye'nin karnını deştiğinin ayırdına varıyor.
Ülkeyi kaosa sürüklemek için kimilerinin nasıl da tetiğe bastığını, vurmaların , kırmaların, öldürmelerin, faili meçhul cinayetlerin, adam kaçırmaların, uyuşturucu ticaretinin nasıl da tavan yaptığı bir bir ortaya dökülüyor.
Özel Harekat Daire Başkan vekili İbrahim Şahin ve arkadaşlarının/polis memurlarının/ sayıları binlere ulaşan insan öldürdüklerinden söz ediliyor.
Bulaşık suyuna tirit kabilinden İbrahim Şahin 6 yıl hapis cezası alıyor, ama bu sırada nasıl olduğu hala bir sır olarak kalan trafik kazasında yaralanıyor. Hapiste iken hafızasını kaybettiğini söylüyor.
Adli tıp 3.İhtisas dairesinden alınan "sürekli hastalık/hafıza kaybı" raporu ile Cumhurbaşkanı Sezer tarafından cezası affediliyor. Fikret Bila dünkü yazısında "Sezer'in bu işlerden hiç haberi olmamış, o herkese eşit davranmış, gelen raporlara itibar etmiş ve af yetkisini kullanmış, İbrahim Şahin de bunlardan birisi" diyor. Hani Çankaya'dan kaçan mahkum olayında Sezer'in bir kusuru yok demeye getiriyor. Adam temizliyor. Ama Fikret Bila da Hukukçu olmadığı için "attığımı belki , millet yutar" diyor. Ya yazar arkadaş(hele bu devirde yazarlık sanki hukukçu olmadan olmaz gibime geliyor,güzi yare dokunmayayım da, neme lazım) Sezer kıratında bir Hukukçunun kimi affettiği, neye göre, nasıl, hangi kuralların işlemesi ile hükmünü verdiğini bilmez mi sanıyorsun… O pekala Adli Tıp 3.İhtisas dairesinden üç hekimin kararının böyle bir olayda tahliyeye yetmediğini, Adli Tıp İhtisas Daireleri Genel Kurulundan söz konusu raporun geçirilmesi gerektiğinin bilincindedir. Şimdi sen de çıkmış adamı bilmezden getiriyorsun, onun hukuk bilgisine nerede ise hakaret ediyorsun, bu durumu ne o ve ne de bu millet yutmaz. O'nun daha kimleri affettiği sapır sapır ortaya döküldü de…
Geçelim.
Dışarıda kaybolan ve Cezaevi kapıları sıkı sıkıya kapalı olduğu için içeriye giremeyen "hafıza"Şahin'in tahliye kararı ile dışarı çıkması üzerine, sahibini aramaya başlıyor Susurluk civarında yeniden İbrahim ile buluşuyor. Ve o kaldığı yerden işine devam ediyor.
Başkentin orasına burasına, hini hacette kullanılmak üzere Türkiye'nin ilk defa tanıştığı kağıt patlayıcılar, lav silahları, mermiler, ağır makineli silahlar yerleştiriyor.
Aynı işleri Ordudan birileri da yapıyor.
Kimse kimseyi tanımıyor!
Tabi tabi canım hiç kimsenin diğerinden haberi yok.
Onlar öyle vatan millet için çalıştıklarından gadre uğramışlar.
Sayın Başbakan da diyor ya, "dur bakali daha neler olecek"
SUERSURGENELUKKON.