SURİYE’NİN DÜŞMANLARI KEŞKE TÜRKİYE DOSTU OLSA

Sayın Başbakanın Suriye “duyarlığına” elbette katılıyorum. Zaten böyle bir “duyarlığı” taşımayan herhangi bir Müslümanın olacağını da zannetmiyorum.

Başbakanın hassasiyetine tesir eden gelişmeler şunlar:

“Suriye’de despot bir rejim var.

Bu rejim insanlara zulmediyor.

 

Arap baharının esmesi sebebiyle bu zulüm daha da artmaya başladı.

Beşşar Esed ile olan samimiyetimiz sebebiyle kendisine yaptığımız tavsiyelerin tamamına doğrusunuz dedi, gerekenleri yapacağına dair söz verdi, ama sözlerinin gereğini yerine getirmedi.

Suriyede insanlar ölüyor ve Beşşar’ın zulmünden kaçanlar ülkemize sığınıyorlar.

Bunların sayısı 20 bini çoktan geçti.

Gelişler devam ederse, biz kapıları kapatmayı düşünmüyoruz.

Sığınmacılar artar ve tahmin etmeyeceğimiz sayılara yükselir ise,bunlara daha fazla tahammül edemeyiz, şimdiye kadar 150 Milyon doların üzerinde masraf yaptık ve bu masraflar katlanarak artıyor. Kendi imkanlarımız ile bu yükü kaldırmamız zor, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine gerekli müracaat yapılacak ve bu kuruluşun sahip olduğu fondan destek istenecektir.

Diğer yandan sınırda bize karşı silah kullanıldığına şahit olduk. Bu asla kabul edilemez. Tekrarı halinde mütekabiliyet kuralları içerisinde gerekli cevap verilecektir.

Bu arada Uluslar arası camia ile de görüşmelerimiz devam ediyor.

Çin ile yapılan görüşmelerde olumlu ilerlemeler kaydedildi.

Çinliler şimdiye kadar BM ler Güvenlik Konseyinde 9 veto hakkı kullanmışlar, bunlardan iki tanesi Suriye ile ilgili.(Sayın Başbakan bunun fazla bir gayretkeşlik olduğunu ifade etmeye çalışıyor)

Çinliler masum silahsız halka karşı silah kullanılmasını hoş görmüyorlar, geçmişe göre şu anda daha değişik noktadalar.

Bu arada Rusya ile de gerekli görüşmeler kesintisiz biçimde sürdürülüyor. Rusya Dış İşleri Bakanı Sergei Lavrov ile Dış İşleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu sürekli olarak görüşüyor.

Bütün bunlara rağmen bizim Uluslararası Hukuktan kaynaklanan haklarımız var, mecburiyet halinde bu haklarımızı sonuna kadar kullanırız.”

Yukarıda değindiğimiz üzere Sayın Başbakanın bu “hassasiyetlerine” katılmamak mümkün değildir.

Olaya bir de Suriye cephesinden bakışlar var. Onları da şöyle sıralayabiliriz.

Biz ülkemizde gerekli reformları yapma sözü verdik, ama bir anda nerede ise yüz yılı bulan bir rejimin dayanaklarını ortadan kaldıramazdık, bize süre tanınmalı idi.

Anayasada gerekli değişikliği yaptık ve seçimlere gittik, fakat bu görmezden gelindi.

Ülkeye husumet içerisinde olan insanlar var, onlar geçmişin hesabını silahla sorma çabasındalar, bu kabul edilebilir mi?

Devlete karşı silaha sarılan muhalifleri Türkiye destekliyor, onlara silah veriyor, böyle komşuluk ilişkisi olur mu?

Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkeler bize durduk yere neden hasım oldular, bunu anlamıyoruz.

Müesses nizama silahlı saldırı yapanlara bizim ne yapmamız gerekirdi, siz söyleyin gibi argümanlarla karşı çıkıyorlar.

Suriyedeki gelişmeler hiçbir ülkede olmadığı kadar Türkiye’de takip ediliyor ve nerede ise Türkiye şu anda ülkenin en önemli meselesinin Suriye olduğunu kabul etmiş durumda.

Bu arada Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moonun özel temsilcisi, eski genel sekreter Kofi Annanın hazırlamış olduğu 6 maddelik Suriye Planı bugün gece saat 24.00 itibariyle yürürlüğe girmiş bulunuyor.

Bu planın en önemli tarafı hükümetin ve muhaliflerinin kesin olarak silahı bırakma konusunda alınan karar.

Bu karara tarafların ne kadar riayet edeceği veya etmeyeceği yakın bir sürede anlaşılacaktır.

Eğer silahlar susmaz ise, bu defa BM Genel Sekreteri Ban Ki Mon , Kofi Annan’ın vereceği rapor doğrultusunda, Güvenlik Konseyine yeni bir karar tasarısı sunabilir.

Şimdi burada üzerinde durulması gereken en önemli noktalardan birisi, Suriye muhalefetinin silahı bırakıp bırakmayacağı, yani ateş kes kuralına riayet edip etmeyeceği ve pek tabii silahlı bir saldırı olur ise, Devlet güçlerinin ne yapacağı…

Suriye muhalefeti Beşşar Esed’in iş başında kalması ile neticelenecek bir sonuca doğru gidildiğini ve Kofi Annan planının esas amacının bu olduğunu görür ise, ne yapacak, silahı bırakacak mıdır?

Ben böyle hususun ihtimal dahilinde olduğunu düşünmüyorum.

Aslında Suriye’deki gelişmeler, Suriye ile en uzun sınır komşusu olan ülke durumunda bulunması ve hem de 20 binden fazla mültecinin Türkiye’ye sığınmış olması sebebiyle Türkiye tarafından çok büyük hassasiyetle takip ediliyor.

Peki Türkiye’nin bunca gelişmeden, Esed ile olan münasebetlerin bir daha tamir edilmesi mümkün olmayan bir şekle bürünmesinden sonra, Esed rejiminin iş başında kalmasını sağlayacak gelişmelere evet demesi mümkün mü?

Hayır mümkün değil.

Sorunun büyüğü de burada.

O nedenle Esed’in iş başından gitmesini sağlayacak bütün formüller Türkiye masasında duruyor.

Peki buna Suriye’ye silahlı müdahale veya Suriye topraklarında tampon bölge oluşturmak amaçlı olarak yine silahlı bir girişim de dahil mi?

Bu hususta verilen beyanatlara ve duruşa bakıldığında, sanki yarın Suriye’ye savaş açacakmışız havası var.

Bu hava hava değil.

Türkiye asla böyle bir girişimde bulunmamalıdır. Bu konuda yazdığım yazıların tamamında böyle bir tehlikeyi sezinlediğimi ifade etmiş ve Türkiye’nin dostları gibi görünen ülkelerin, Türkiye’nin istikrar içerisinde büyümesini çekemediğini, İslam Ülkeleri arasında 1 Mart tezkeresi sonrası oluşan prestijinden rahatsız olduğunu, bizi dimyata pirince yollarken evdeki bulgurdan olmamızın hesabını yaptıklarını görmezden gelmemiz gerektiğini yazdım durdum.

Ve işin özünde kendi bölgesinde liderlikten uzak, kolu kanadı kırılmış, ufalanmış bir Türkiye görmek isteyen başta ABD olmak üzere batılı ülkelerin bir oyununa gelmekte olduğumuzu belirttim.

 

Hiç kuşkusuz birileri “ya bu işte ABD bizi takip ediyor, onun bir kusuru yok, biz onları arkamızdan sürüklüyoruz” gibi insana rehavet derecesinde keyif veren bir duyguya kapılabilir. Zaten esas tehlike de kedi rolüne bürünüp, sen Aslansın, sen Kaplansın düşüncesini seslendirenlerin oluşturduğu karanlık ortamdır.

ABD onca gücüne rağmen Irak’ta ne elde etti, Afganistan’da ne ile karşı karşıya, mühim olan bunun hesabını yapabilmektir.

Bizimkisi korkaklık değil.

Benim kendi dindaşıma, ırkdaşıma yiğitlik taslamamın dayanılmaz yiğitlik yanı yok.

Türkiyenin bu hengamda bir başka ülke ile, memleket insanının yüzde yüzünün olurunu almadan bir tek silah bile patlatmaması gerekir.

Sayın Başbakan sık sık kamuoyu araştırmaları yaptırır, bir araştırmada bu konuda yaptırsın lütfen…

Çünkü Cenabı Allah bir ayetinde “Ve şavirhum fil emr ve iza azemte fetevekkel Ala Allah- dünya işlerinde onlarla istişare et ve artık azim ve kararlılık noktasına geldin ise, Allah’a dayan, o’na istinat et” demektedir.

Ak Partinin yüzde ellilere varan noktada oy alması, bir savaşa girmek için halkın tamam doğru yapıyorsunuz, isterseniz savaş kararı verebilirsiniz, anlamına gelmediğini düşünmek yanlış mı?