TANK EŞLİĞİNDE
1979 yılında Türkiye’nin bir çok ilinde sıkıyönetim ilan edilmişti. Diyarbakır da Sıkıyönetim ilan edilen iller kapsamında idi.
Nasıl olmasın ki,
Diyarbakır o yıllarda her gün onlarca kişinin şehir merkezinde öldürüldüğü illerin başını çekiyordu. İnsanlar her gün surlara yazılan yeni örgüt sloganları ile uyanıyor, ardından otomatiğe basılmış gibi katledilen insanların haberleri dalga dalga şehire yayılıyordu.
Aileler, aşiretler, köyler, her birisi bir örgütü destekler hala gelmişti.
Buna mecburdular. Başka türlü ayakta kalmaları mümkün değildi.
Devlet mi .
Zahiren yoktu.
Batınen kimsenin bilmediği kadar işlerin içerisinde idi.
Böyle bir ortamda 12 Eylül 1980 ihtilali oldu.
Diyarbakır Bağlar Cezaevi çok popüler hale geldi.
İnsanların çoğu hatırlamaz. Bağlar Cezaevinin bulunduğu yerin etrafı tamamen boştu. Birkaç binanın altında cezaevine gelip gidenlerin biraz olsun nefeslendiği kahvehaneler vardı. Ama oralarda sıkı denetim altındaydı.
Cezaevinde sabahtan akşama kadar söylenen marşların sesi 500-600 metre uzaktan duyulurdu.
Bütün fraksiyonlar, örgütler bu cezaevine alındı. Zaten hemen tamamı sol örgütlerdi. O zaman Hizbullah v.s gibi örgütler zaten yoktu.
İlk büyük dava PKK lılara açıldı.
576 kişilik ilk davada merkez komite üyeleri de yargılanıyordu.
Ahmet Öğretmen ve arkadaşları, Hıdır Alabalık ve arkadaşları, Mehmet Hayri Durmuş ve arkadaşları, Ergani gurubu, Birecik gurubu, Siverek gurubu, Silvan gurubu , Nusaybin gurubu,Kızıltepe gurubu, Mardin gurubu, Batman gurubu, yani Diyarbakır merkez olmak üzere bütün ilk ve ilçelerden örgüte dahil olanların yargılandıkları guruplar.
Sanıklar Kolordu Komutanlığının yan tarafındaki bir binada kurulan Mahkemelerde yargılanıyorlardı. Aslında Askeri hizmetler için yapılmış olan bu bina yeterli gelmeyince, bahçe içerisine kısa sürede çok büyük yargılama salonları yapıldı.
Bu koca salonlarda yapılan yargılamalara başlanmadan kısa süre önce sanıklar salona alınır, arıdından biz Avukatlar içeri girerdik. Hiç kimse biribirine bakamazdı. Salonda tam bir ölüm sessizliği hüküm sürerdi.
Sonra Hakim Emrullah Kaya binbaşı ve ekibi salona girince hepimiz ayağa kalkardık.
Sanıklar bağlar cezaevinden uzun konvoylar halinde duruşma getirilirlerdi.
Bu konvoyun ön ve arkasında iki tank , ortada sanıkları taşıyan ve onları balık istifi halinde duruşmaya getiren askeri araçlar, yanlarda da zırhlı personel taşıyıcılarında askerler aracılık ederdi.
Sanıklar tek tip askeri elbise giyerlerdi.
Siyah ve kalın.
Bu elbiseler Diyarbakır’ın sıcağında sanıkların derilerine yapışacak hissi uyandırırdı bende.
Zaten kısa süre sonra insanlar o elbise içerisinde başka bir varlığa döner,zayıflar, avurtları çöker, renkleri soluklaşır, kara kuru garip bir varlık haline gelirlerdi.
Çok sık intiharların olduğu haberi duruşmalarda ortaya çıkardı.
Şu sanık niye gelmemiş, öldü efendim,
Bu sanık niye gelmemiş, intihar etti efendim.
Örgütün merkez komite üyelerinden Mehmet Hayri Durmuş 1.90 boyunda kilolu bir insandı.
Bir iki ay içerisinde giderek zayıfladı. Sonra da öldü haberi geldi cezaevinden.
Şimdi sivil cezaevi olarak kullanılan bu mekanın boşaltılarak Bağlar ilçemizin Eğitim ihtiyaçlarını karşılayacak bir kampüs yapılacağını Mehdi Bey açıklamış.
Bu çok güzel bir davranış olur.
Büyük acıların yaşanmış olduğu bu mekanın cezaevi olmaktan çıkarılarak, eğitim için kullanılır hale gelmesi, gelecek nesillere aktaracak ayıplarımızın üzerinin örtülmesine vesile olur.
Ama benim bazı önerilerim olacak.
Eğer burada bir eğitim kampüsü tesis edilecek ise, o binaların hepsi yıkılsın, yerine yenileri yapılsın. Zaten binaların onarımına gidilip, okul haline getirilmesi, yeniden yapımından daha büyük masrafı beraberinde getirecektir.
Hem büyük acıların yaşandığı ve çok büyük ayıplarımıza sebep olan bu mekanlarda temiz, arı, duru bir eğitimin yapılmasını da ben pek mümkün görmüyorum.
Ha birde bu mekanların yıkımının bir faydası daha olacak, o da zeminlerinden bakalım kimlerin cesetleri çıkacak?
Olayın bu yönünün ne kadar önemli olduğu hiç hatırdan çıkarılmamalıdır.
Aklımdan bu cezaevi binalarının yakımından sonra, ortaya çıkacak olan alanın Hürriyet parkı olarak düzenlenmesi mümkün olmaz mı diye geçiyor , ama, herhalde eğitim daha önemli.
O günleri yaşayanlar, bu günleri hayal bile edemezler.
Tanklar gelip geçiyor dolu dizgin, toplar uzaklardan ses veriyor.
Nasıl olmasın ki,
Diyarbakır o yıllarda her gün onlarca kişinin şehir merkezinde öldürüldüğü illerin başını çekiyordu. İnsanlar her gün surlara yazılan yeni örgüt sloganları ile uyanıyor, ardından otomatiğe basılmış gibi katledilen insanların haberleri dalga dalga şehire yayılıyordu.
Aileler, aşiretler, köyler, her birisi bir örgütü destekler hala gelmişti.
Buna mecburdular. Başka türlü ayakta kalmaları mümkün değildi.
Devlet mi .
Zahiren yoktu.
Batınen kimsenin bilmediği kadar işlerin içerisinde idi.
Böyle bir ortamda 12 Eylül 1980 ihtilali oldu.
Diyarbakır Bağlar Cezaevi çok popüler hale geldi.
İnsanların çoğu hatırlamaz. Bağlar Cezaevinin bulunduğu yerin etrafı tamamen boştu. Birkaç binanın altında cezaevine gelip gidenlerin biraz olsun nefeslendiği kahvehaneler vardı. Ama oralarda sıkı denetim altındaydı.
Cezaevinde sabahtan akşama kadar söylenen marşların sesi 500-600 metre uzaktan duyulurdu.
Bütün fraksiyonlar, örgütler bu cezaevine alındı. Zaten hemen tamamı sol örgütlerdi. O zaman Hizbullah v.s gibi örgütler zaten yoktu.
İlk büyük dava PKK lılara açıldı.
576 kişilik ilk davada merkez komite üyeleri de yargılanıyordu.
Ahmet Öğretmen ve arkadaşları, Hıdır Alabalık ve arkadaşları, Mehmet Hayri Durmuş ve arkadaşları, Ergani gurubu, Birecik gurubu, Siverek gurubu, Silvan gurubu , Nusaybin gurubu,Kızıltepe gurubu, Mardin gurubu, Batman gurubu, yani Diyarbakır merkez olmak üzere bütün ilk ve ilçelerden örgüte dahil olanların yargılandıkları guruplar.
Sanıklar Kolordu Komutanlığının yan tarafındaki bir binada kurulan Mahkemelerde yargılanıyorlardı. Aslında Askeri hizmetler için yapılmış olan bu bina yeterli gelmeyince, bahçe içerisine kısa sürede çok büyük yargılama salonları yapıldı.
Bu koca salonlarda yapılan yargılamalara başlanmadan kısa süre önce sanıklar salona alınır, arıdından biz Avukatlar içeri girerdik. Hiç kimse biribirine bakamazdı. Salonda tam bir ölüm sessizliği hüküm sürerdi.
Sonra Hakim Emrullah Kaya binbaşı ve ekibi salona girince hepimiz ayağa kalkardık.
Sanıklar bağlar cezaevinden uzun konvoylar halinde duruşma getirilirlerdi.
Bu konvoyun ön ve arkasında iki tank , ortada sanıkları taşıyan ve onları balık istifi halinde duruşmaya getiren askeri araçlar, yanlarda da zırhlı personel taşıyıcılarında askerler aracılık ederdi.
Sanıklar tek tip askeri elbise giyerlerdi.
Siyah ve kalın.
Bu elbiseler Diyarbakır’ın sıcağında sanıkların derilerine yapışacak hissi uyandırırdı bende.
Zaten kısa süre sonra insanlar o elbise içerisinde başka bir varlığa döner,zayıflar, avurtları çöker, renkleri soluklaşır, kara kuru garip bir varlık haline gelirlerdi.
Çok sık intiharların olduğu haberi duruşmalarda ortaya çıkardı.
Şu sanık niye gelmemiş, öldü efendim,
Bu sanık niye gelmemiş, intihar etti efendim.
Örgütün merkez komite üyelerinden Mehmet Hayri Durmuş 1.90 boyunda kilolu bir insandı.
Bir iki ay içerisinde giderek zayıfladı. Sonra da öldü haberi geldi cezaevinden.
Şimdi sivil cezaevi olarak kullanılan bu mekanın boşaltılarak Bağlar ilçemizin Eğitim ihtiyaçlarını karşılayacak bir kampüs yapılacağını Mehdi Bey açıklamış.
Bu çok güzel bir davranış olur.
Büyük acıların yaşanmış olduğu bu mekanın cezaevi olmaktan çıkarılarak, eğitim için kullanılır hale gelmesi, gelecek nesillere aktaracak ayıplarımızın üzerinin örtülmesine vesile olur.
Ama benim bazı önerilerim olacak.
Eğer burada bir eğitim kampüsü tesis edilecek ise, o binaların hepsi yıkılsın, yerine yenileri yapılsın. Zaten binaların onarımına gidilip, okul haline getirilmesi, yeniden yapımından daha büyük masrafı beraberinde getirecektir.
Hem büyük acıların yaşandığı ve çok büyük ayıplarımıza sebep olan bu mekanlarda temiz, arı, duru bir eğitimin yapılmasını da ben pek mümkün görmüyorum.
Ha birde bu mekanların yıkımının bir faydası daha olacak, o da zeminlerinden bakalım kimlerin cesetleri çıkacak?
Olayın bu yönünün ne kadar önemli olduğu hiç hatırdan çıkarılmamalıdır.
Aklımdan bu cezaevi binalarının yakımından sonra, ortaya çıkacak olan alanın Hürriyet parkı olarak düzenlenmesi mümkün olmaz mı diye geçiyor , ama, herhalde eğitim daha önemli.
O günleri yaşayanlar, bu günleri hayal bile edemezler.
Tanklar gelip geçiyor dolu dizgin, toplar uzaklardan ses veriyor.
Yazarın Önceki Yazıları