TÜRKİYE ETÖ DAVASINI KISA SÜREDE ÇÖZMEZSE ÇÖZÜLÜR

Hala ETÖ den iddia edilen örgüt diye bahsediliyor. Yani böyle bir örgüt suçlaması ile yüzlerce kişi yargılanıyor, haklarında bin bir türlü isnat var, serbest kalmaları halinde delillerin büyük çoğunluğunun karartılacağı şüphesi Mahkemelerce kabul ediliyor ve bu sebeple olsun doğru dürüst daha bir tekinin bile tahliyesine karar verilmedi, aslında ele geçirilen deliller ve  ulaşıldığında belki de hepimizin küçük dilini yutacağı kadar tehlikeli olan kişi, kurum ve kuruluşlar sinema şeridi gibi gözümüzün önünden geçiyor ama, hala iddia edilen terör örgütünden söz ediliyor.

Kuşkusuz 34 yılın hukukçusu, hem de Avukat “makamını” temsil etme şerefine nail olmuş birisi olarak bendeniz de Mahkeme aşamasını geçtikten sonra Yargıtay tarafından onanmayan bir takım isnatların faillerinin örgüt mensubu olarak adlandırılmasına elbette gönlüm razı olmuyor. Ama diğer taraftan yapılanlara baktığımda, öyle çok masun bir kuruluştan söz etmemizin de imkânsız olduğunu görüyorum.

Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, Diyarbakır Jandarma bölge eski komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, Tuğgeneral Temel Cingöz, Mardin Jandarma Alay eski Komutanı Rıdvan Özden ve Tunceli Alay eski komutanı Albay Kazım Çillioğlu’nun katledilişleri ile ilgili olarak ortaya çıkan maddi bulgular ve delillere bakıldığında; Türkiye’nin nasıl da “ÖZEL BİR HARP LABRATUVARINA” çevrildiğini kör gözler bile görmeye başladı. Abdi İpekçi, Uğur Mumcu,Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Turan Dursun gibi kişiler katledilerek, bu laboratuarın masonik duvarlarının sağlamlaştırılmasında önemli temel malzeme olarak kullanıldı. Başbakanlar Turgut Özal, Bülent Ecevit, Recep Tayyip Erdoğan’a yapılan saldırılar ve öldürme teşebbüsleri ile BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlunun katledilmesi de aynı planın parçalarıydı.

Şöyle bir stratejinin geliştirilmiş olduğu anlaşılıyor.

Türkiye’nin dizginlerini elinde tutmaya çalışan “ULUSLAR ARASI” şer odakları var. Bu odaklar Türkiye’yi kendi istedikleri doğrultuda ve çıkarları istikametinde idare etmeyi görev biliyorlar. Menfaatleri bunu gerektiriyor. Ben bu odakların elebaşları olarak ABD ve İsrail’i görüyorum. Bu iki ülke, orta doğudaki menfaatlerinin sağlanmasında, Türkiye’nin asla ellerinden çıkmaması için stratejiler geliştirdiler, geliştiriyorlar. Yarım demokrasi, denk bütçenin sınırına bile yaklaşmayan büyük cari açık veren ve kör topal idare edilen bir ekonomi, İslamafobi ve özünde ülkeyi bölünmeye götürme niyetli Kürt ayrılıkçı harekatının topal ördek biçimde varlığını sürdürmesine özel önem gösterdiler.

Türkiye’nin bu pozisyonundan şaşmaması için şunların yapılması gerektiğine karar verdiler.

1-         Türkiye asla kalkınmış, teknoloji üreten ve bu üretmiş olduğu teknolojiyi pazarlayan bir ülke olmamalıdır.

2-         Ekonomisi batıya bağımlı olmalı ve en yakınındaki komşu ülkelerle olsun önemli bir ticari ilişki geliştirilmemelidir.

3-         Batı sermayesinin Türkiye’deki işbirlikçileri üreten bir sanayinin değil, rahmetli Erbakan hocanın dediği gibi montaj sanayinden hamallığından kurtulmayacak pozisyonda olmalıdır.

4-         Türkiye demokrasisinin İslami hareketler ve Kürt harekatının tehdidi altında olduğu düşüncesi canlı tutulmalıdır.

5-         Bunun için PKK ya olduğu kadar, Türk ve Kürt Müslümanlarının maruz kaldıklarını düşündükleri haksızlıklara karşı varlıklarını sürdürebilmek için Hizbullah benzeri oluşumlarına katkı sağlanmalıdır.

6-         Türkiye batının ve özellikle ABD ile İsrail’in menfaatlerinin orta doğudaki temsilciliğini sürdürmelidir.

7-         Enerji hatta gıda alanında “bile” Türkiye’nin başkalarına muhtaç olmaktan kurtulmaması için elden ne gelirse yapılamalıdır.

8-         Yunanistan ile Türkiye’nin arası asla düzelmemeli ve Yunanistan’ın sürekli olarak Türkiye’nin silahlı tehdidi altında olduğu inancı yaygın ve ayakta tutulmalıdır.

9-         Arap ve Müslüman Ülkelerde Türkiye’nin dinden çıktığı inancı yaygınlaştırılmalıdır.

İşte bu ve buna benzer stratejilerin geliştirilmesi bakımından bu ülkede gerçekten akla ziyan eylemler yaptırdılar ve hiç yüksünmeden bu eylemlerini sürdürmeye devam ediyorlar.

Evet Ergenekon soruşturmalarının ayyuka çıktığı zamanlarda, aslında kaçacak delik aramaları gerekirken, gittiler Bülent Ağabeyin evinin önünde pusuya yattılar. Zanlıların soruşturmasını Ankara Özel Yetkili Savcısı Mustafa Bilgili sürdürüyor. 2 yıl oldu, hala davayı açmadı, takipsizlik kararı da vermedi? Sayın Savcı dosyayı elinde niye tutuyor? Endişesi, hatta korkusu ne, evet Sayın Savcı neden çekiniyor? Şu anda Yargıtay üyeliğine atanmış olan Hakim Kadir Kayan bey o zaman konu ile ilgili olarak Genelkurmay’ın özel harp dairesinin kozmik odasında aramalar yaptı. Yazılı olmamak kaydı ile bir takım delillere ulaştı. Aradan bunca zaman geçti, hala ortada dava yok.

Ha unutmayın bu kişileri ben görevlendirdim diyen Genelkurmay eski başkanı İlker Başbuğ’un davasında belki bu konu da açılır, sorular sorulur ve Bülent Ağabeyin evinin adresinin yazılı olduğu kağıdı yutmaya çalışan binbaşı ve yarbay ile ilgili dava İlker Başbuğun dosyası ile birleşir.

Size yine uzun bir ufuk turu yaptırdım, ama ipin ucunu kaçırdığımı sanmayın. Tunceli Alay Komutanı Albay Kazım Çillioğlunun önceleri intihar ettiği söylendi ve buna göre otopsi raporu düzenlenerek defnedildi. Merhum Albay’ın oğlu Gökhan Çillioğlu “babam namazında niyazında dindar bir insandı, intihar etmesi için bir sebep yok, babam sol elini kullanırdı, ama intiharında kullanıldığı söylenen tabanca sağ tarafında idi ve başının sağından yara almıştı, böyle intihar olmaz” deyip durdu. Ama koca genelkurmay başkanlığı Albay Rütbesine yükselmiş bir komutanının ölümü ile ilgili olarak Gökhan Çillioğluna hep “yok evladım yok, baban intihar etti, bize güven ve inan” dedi. Ortam müsait hale gelince, yani Ergenekoncuların neler neler yaptığı bir bir fahşolunca, bu defa kimi mert insanlar Gökhan’a güvendiler ve fethi kabir yaptırdılar. Meğer müteveffa Albayın boynunda ve kaburga kemiklerinde kırık ve ayrıca batın bölgesinde kürek kemiklerinde kurşun izleri varmış.

Şimdi de bu konu ile ilgili olarak Yeşil Kod Mahmut Yıldırım’ın zanlı olarak yakalanmasına karar verilmiş. Kazım Çillioğlu Orgeneral Eşref Bitlis’in suikasta kurban gittiği olay hakkında bilgisi varmış, bu sebeple Yeşil Kod Mahmut Yıldırım Albayı bir evde sorgulamış, yanında PKK itirafçıları Mustafa Deniz, Kemal Uzuner de varmış, hep birlikte adamı katletmişer.

Yeşil Kod Mahmut Yıldırım’ın Albayı sorguladığı nereden biliniyor? Bu konu şimdiye kadar neden konuşulmadı? Albayın kaburgasında kırıklar ve kürek kemiklerinde kurşun izlerinin bulunduğu otopsisine neden yazılmadı? Saç tellerinde arsenikin ne işi var? Bu otopsi raporunu kim tuttu? Yeni ortaya çıkan duruma göre bu kişiler hakkında dava açılmayacak mı? Tüm bu olan bitenlerden Genelkurmay’ın haberi yok mu? Yani haberinin olmaması mümkün mü? Mahmut Yıldırım kim ki, bir Albayı sorguluyor? Ona böyle bir imkanı kim vermiş? Mardin Jandarma Alay Komutanı Rıdvan Özden’nin katlinde de aynen bu şüpheler geçerli değil mi? Lice’de Jandarma Alay Komutanlığı içerisinde katledilen Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın bu ölümlerden ne farkı var? O zaman Alayın içerisini çok iyi bilen bir yakınıma sormuştum, gerçekten dışarıdan yapılan atış ile Bahtiyar Aydın’ın öldürülmesi mümkün mü? Diye. Aynen şöyle söylemişti, güldürme beni…

Evet davalar ağır ilerliyor ve giderek hükümet çevrelerinde bile dışarıdan gelen telkinlerle, bir anlamda içeridekilerin mağduriyete uğradıkları yolunda kanaatler izhar ediliyor.

Türkiye’nin hala alması gereken çok yol var. Allah’ın yardımı ve Milletin istikrarlı tutumu yola revan olmamızı sağladı.

Türkiye bu yapıyı çözer ve her şeyi ABD ye ve İsrail’e göre değil, kendi menfaatleri doğrultusunda hal yoluna koyarsa, kefeni yırtar.

Yoksa bir anda yüz yıl geriye gideriz.