YENİ ANAYASA ARTIK İMKANSIZ

                Bizim Anayasamız "kişinin" "devletine" karşı haklarından çok, vazife ve yükümlülüklerini  içeren kurallar manzumesidir dersek abartmış olmayız. Anayasanın bu şekilde düzenlenmesinin garip bir tarafı yok. Zira bir ihtilal yapılmış, sivil siyasetin sorunlara çözüm üretemediği iddia edilmiş, Atatürk’ün kurmuş olduğu CHP si dahil siyasi partilerin tamamı ihtilal sonrasında kapatılmış ve "olayların sebebi" olarak gösterilen siyasilerin hemen tamamı "Hamzakoy" ve Gelibolu’ya sürgüne gönderilmiş…

              İhtilali yapanlar bu işin sonrasında "Danışma Meclisi" adı altında bir Meclis oluşturdular.İçlerinde Kamer Genç gibi kişilerin bulunduğu danışma meclisi şu an elimizdeki anayasayı yaptı. Hepiniz Kamer beyi tanıyorsunuz, fazla söze hacet yok.

              İşte bu Anayasada kişinin devletine karşı sahibi olduğu hakların düzenlemesi yerine, "kutsal devletin" vatandaşlarından bekledikleri sayılmış.

              Konu çok revaçta olduğu için oradan örnekleyelim. A vatandaş Türkçe bilmiyor. Kürtçe ,Zazaca, Arapça, Lazca , Rumca , İbranice, Boşnakça, Çerkezce dillerinden birisini konuşuyor. Devletin görevi bu kişinin konuştuğu lisanla kendisine yardımcı olmak, onun eğitimini sağlamak değil mi? Bu lisanlar kişinin "ANA" dili. En güzel bu lisanla konuşur, en güzel bu lisanla kendisini ifade edebilir. 

              Devlet denilen siyasi aygıt’ın müşahhas bir kişiliği yoktur. Elle tutulmaz, gözle görülmez. Mücerrettir. O’nu, "siyasi" bir sözleşme olan "vatandaşlık bağı" ile bağlıları meydana getirir. Bir devletin vatandaşları yoksa, kendisi de yoktur. Biri birlerine bağlı, biri birlerini seven, biri birlerinin farklılıklarını kabul eden, biri birlerine saygı duyan insanların bir coğrafya parçasını "sahiplenmeleri" onları vatandaş yapar.Vatandaşları sağlıksız hiçbir "vatan" ın  "YURT" olması mümkün değildir.

              Farklı olanı yok sayan, inkar eden, farklı olana tahammül edemeyen, çekemeyen, farklı olanı "uyum"a çağıran, direnç göstereni her türlü tedbirle "yol" a getiren ve bunu "Devlet Ebed Müddet" zihniyetinin olmaz ise olmazı olarak kabul eden bir anlayış "vatandaşlarını" mutsuz etmekten başka bir görev ifa etmiş olmaz. Devlet Ebed Müddet anlayışı Osmanlı’da da vardı. 16/17 Milyon Kilometre Kare toprak parçasından 777 bin kilometre kare toprak parçasına geldik, sıkıştık. Bu toprak parçasını daha da sıkışık vaziyete getirmek isteyenlere. Bu çabalara "devletimiz" kendinden olanı yok sayan bir anlayış ile karşı koyuyor, birlik çabalarına "soyunda gel" deniliyor.

              Her türlü erdeminden , kimliğinden "soyulmuş" vaziyette "ben geldim" diyenlerin bu ülkeye ne kadar faydası olur?

              Türkiye 30 seneden beri çok bariz bir şekilde devletinden "vatandaş"lık hakkı talep eden insanların savaşı ile karşı karşıya. Bu savaşın neye mal olduğunu bilmeyen yok.

               Sürüp giden savaşa rağmen, bize ne mutlu ki, her seçimin yeni bir umut olduğunu kabul ediyor ve çözümü "demokratik inancın pekişmesinde" buluyoruz.

              Bütün olan bitene rağmen, halkın sağduyulu olması, basiret gözünü sürekli açık tutması, bölünmenin, parçalanmanın mümkün olmadığını ortaya koydu şimdiye kadar. Şimdiye kadar diyoruz, çünkü daha fazla ileriye gitmemizi mümkün kılan argümanları her gün kendi elimizle tüketiyoruz.

              Bakınız 23 dönem Parlamentosundan bütün halkın beklediği yeni bir Anayasa yapmaktı. Bütün Türkiye böyle bir "değişime" hazırdı. Fakat bir siyasi mühendislik konuyu en hassas noktasından soktu, bünyenin bütününü felç etti.

              Ak Parti kapatılmaktan son anda kurtuldu.

              Ana Muhalefet CHP statükoyu korumak ve böylece oradan aldığı "değerler" !!! üzerinden siyaset yaptığı zeminin ayağının altından kaymaması için yeni bir Anayasa yapmaya asla yanaşmıyor. Kendisini Kenan Evren ve Kamer Genç mihverinden kurtarmak istemiyor. MHP giden ağam, gelen "paşam" diyor. Ak Parti tartışmaların/düşük yoğunluklu savaşın "ana eksenini" oluşturan "millet" meselesinde  olayı tek’e irca ederek iyice milliyetçi söylemlere siyasetini getirip, oturttu. Ak Partinin bu noktaya gelişinde Genelkurmay Başkanı Sayın İlker Başbuğ’un Ak Partinin kapatılmasına karşı oy veren Asker kökenli Anayasa Mahkemesi üyesi üzerinde bir etki yaratması sebep olmuş mudur? Bunu şimdilik bilmiyoruz. Ancak Siyasi Analiz yapan yorumcular, İlker Başbuğun/bütünü ile Askerin aldığı stratejik kararların adım adım uygulamaya konulduğu ve bunun sonucunda "sivil siyasetin" esir alınmaya başladığını ifade ediyorlar.

              İşte tam da bu noktada Sayın Başbakanın siyasi söylemini daha milliyetçi temellere oturttuğunu, güneydoğu oylarını kaybın, daha büyük çaplı Anadolu ve Ege oylarını garantilemek anlamına geldiğini, bu eksende seyreden siyasetin Askerin yaptığı bir anayasayı değiştirme imkanının kalmadığını ifade ediyorlar/ediyoruz.

              Elbette Ak Parti ülke bütünlüğü için bu analizleri yapıp, görüşlerini topluma deklare ederken işin nereye varacağını hesap ediyor ve kendince en olumlu sonucu almanın bu yolla mümkün olacağını değerlendiriyor. Bu analizin doğru olup olmadığı ilk genel seçimde belli olacak.

              Dünkü yazımda da belirttiğim üzere bu gidiş ülkenin bütününden oy almış olan Ak Parti’yi yerel seçimde olmasa da gelen seçimde getirip CHP ve MHP nin konumuna oturtur. Ve bu durum bütünü ile DTP yarar. Sanıyorum DTP şu anda en keyifli günlerini yaşıyor. Ayrışan hatların üzerine ördüğü tuğlaları keyifle seyrediyor.

              AB yolunda ilerlemenin en önemli ayağı yeni bir Anayasa yapmaktı. Bundan vazgeçildi. Yeni bir parlamento oluşuncaya kadar artık bu konunun rafa kalktığını söyleyebiliriz.

              AB liği her yorulduğumuz yerde bize han yapacak değil.

              Akrep gibi içe kıvrılışımız, hepimizi yaşayan canlı cenaze yapar,o kadar.