YENİ YILA YENİ RAPOR
Ülkenin doğu ve güneydoğusunda 30 yıldan beri devam eden olayı bir adli vaka, bir terör olayı gibi görmek gerçekten yanıltıcıdır.
Türkiye şimdiye kadar olayı terörizmin yüceltildiği hastalıklı ruh halinin tezahürü gibi görmüş ve tedbirlerini de ona göre almıştır.
O ne kadar kan döküyor ise, ben iki katını, üç katını yapar ve ülke insanını rahatlatırım yanlışına düşülmüştür.
Türkiye resmi anlamda beyanlarının doğru olduğunu kanıtlamak için, örgüt tarafından işlenen cinayetleri ön plana çıkarmıştır.
Örgütün işlediği cinayetlerin tümü insan vicdanını sızlatmıştır.Olaylar sırasında hayatını kaybeden bebeklerin görüntüleri her olay sonrasında verilmekle , eylem sahiplerinin(yani örgütün) ne kadar acımasız olduğu vurgulanmaya çalışılmıştır.
Türkiye uzun zamandan beri olaylar sonrasında hayatını kaybeden örgüt mensuplarının görüntülerini basına vermemektedir. Bunun amacı, insanların zihninde "bunların da diğerlerinden farkı yok" düşüncesinin oluşumunu engellemektir.
Resmi verilere göre bugüne kadar meydana gelen olaylarda örgüt mensuplarının kaybı, kolluk güçlerinin kaybının dört katıdır.
Demek ki, devlet bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da ne kadar çok insan öldürürse öldürsün, sorunun bitmesini sağlamayacaktır.
Devlet "silahla sorun çözülmez" demesine rağmen "silahlı mücadeleden" bir an olsun geri adım atmamış, örgütün ateş kes ilan ettiği, eylemsizlik kararı aldığı anlarda bile operasyonlarını ardı arkasına gerçekleştirmekten geri kalmamıştır. Bu durum doğu ve güneydoğu insanında "örgütün ateş kes ilan etmesine rağmen, neden devlet bunu önemseyip, ortamın sakinleşmesine imkan vermiyor, demek ki, örgüt silah bıraksa bile Devlet vurmadan , kırmadan vazgeçmeyecek , bunlar savaşmaktan zevk alıyor" düşüncesinin oluşmasına neden olunmuştur.
Bunun yüzlerce örneği vardır.
Çok calibi dikkat olması bakımından şu anda Ergenekon Örgütü içerisinde yargılanan Fikri Karadağ'ın isminin karıştığı ve 33 erimizin şehit edilmesine sebep olan olayı zikretmek gerekir.
PKK 1993 yılında eylemsizlik kararı almış ve tek taraflı ateşkes ilan etmişti.
O yıl Malatyadan Bingöl'e sevk edilen askerlere eskort verilmemiş ve 33 erimiz Elazığ Bingöl karayolunda çapraz ateşe tutularak şehit edilmişti.
Bu olay sırasında Emekli Kurmay Albay Fikri Karadağ Elazığ Askeri İstihbaratının başında idi.
Diyarbakır Jandarma Komutanlığı Elazığ ve Bingöl Jandarma birimlerine gönderdiği 8 eylül 1992 gün ve PER. 71/30-15-92/1183 sayılı mesajda gerekli emniyet tedbirinin alınmasını istemiş, ancak eskortsuz olarak Bingöl'e gönderilen 33 er şehit edilmişti.
Emniyet tedbiri almayarak 33 erin şehit edilmesine sebep olan Fikri Karadağ olay yerine ulaşan ilk insan olmuştu.
Bu olaydan sonra Abdullah Öcalan örgütün bu eylemi gerçekleştirmesinde merkez komitenin haberi olmadığını söylemiş,ancak Parmaksız kod Şemdin Sakık yakalandığında itiraflarda bulunmuş ve eylem talimatının bizzat Apo tarafından verildiğini kabul etmiştir.
Burada herhalde şu konunun üzerinde durulması gerekir.
Ateş kes ilan etmiş olan örgüt birden bire böyle bir eylemi neden gerçekleştirmiştir.
Askerlerimiz neden eskort eşliğinde ve güvenlikleri sağlanarak Elazığdan Bingöle sevkedilmemişlerdir.
Fikri Karadağ , Diyarbakır Jandarma istihbaratının uyarılarını neden dikkate almamıştır?
Yukarıda verdiğimiz bu örnek hazırlanacak bir raporun konusu değildir. Ancak silahlı çatışmanın neden, niçin sürdüğünü ve bu yol ile gerek örgüt ve gerekse Devletin ne yapmak istediğini anlamak ve sürgit savaşın neden bitmediğini anlamak bakımından yol göstericidir.
O halde örgüt silah bıraksa da , Devlet behemehal bir yerlere silahının ucunu göstermek gibi bir mecburiyet içerisinde mi kendisini hissetmektedir? Bunun çok iyi bir biçimde tahlil edilmesi gerekmektedir.
Bu zaviyeden üretilecek çözümlerde "şu ne der, bu ne düşünür" düşüncesinden uzak durmada büyük fayda vardır.
Bu sorunu çözmek bana göre tamamı ile bir cesaret işidir.
Olayın başına dönecek olur isek,
Artık bu olay gerek Türkiye'nin bir kısmında ve gerekse dünya kamuoyunun muayyen kesimlerinde bir terör olayı olmaktan çıkmak üzeredir.
Terör, maruz kalındığı düşünülen "büyük haksızlığın" mücadele aracı haline dönüşmekte ve özellikle örgüt mensuplarının verdikleri kayıplar da göz önüne alınarak doğu ve güneydoğuda yadırganır olmaktan çıkmaya başlamış bulunmaktadır.
Devlet veya Askerler tarafından değil de "fısıltı kanalları aracılığı ile" askerin üzerine gelinmemesi halinde operasyonların duracağının deklare edilmesi büyük rahatlık sağlayacaktır.
İlk iş silahların susması, insanlarımızın ölümünün önüne geçilmesidir. Örgütün bunu,şu anda yeni bir provokasyon olmaz ise, çok istediğine dair işaretler vardır.
Anayasada yapılacak değişiklik, ANAYASAL VATANDAŞLIK hakkına vurgu yapmalıdır.
İsteyenlerin kendilerini inandıkları biçimde ifade etmelerine imkan verilmelidir.(Kimliklere Kürt yazdırmayı düşünmek çok mu ileri bir düşünce olur ?) İnsanların bunu çok istediklerini biliyorum.
Fikir, düşünce ve inançlar önündeki engellerin acilen kaldırılacağı vurgusu çok önemlidir.
Bu adımlar atılır iken örgütün tümden silahsızlandırılmasının nasıl temin edileceği ve bu konuda hangi adımların atılacağı hesap edilmelidir.
Ülkenin her tarafında isteyenlere seçmeli olarak KÜRTÇE dili ders olarak okutulmalıdır. İsteyen Üniversitelerde Kürdoloji Enstitülerinin kurulmasına imkan verilmelidir. Dicle Üniversitesinde kurulacak Kürdoloji Enstitüsünün isminin Kürtler tarafından çok bilinen ve sevilen bir filozof ve yazar olan ŞEYH AHMEDİ HANİ isminin verileceğini belirtmek çok şık olacaktır.
HAK-PAR ve DTP ile acilen birkaç görüşme yapmak , Parti politikaları açısından büyük ehemmiyet taşımaktadır. Bu görüşmeler yapılır iken topluma deklare etmekten çekinmemelidir.