ZAMAN ARTIK NİHAL ATSIZLARIN ZAMANI DEĞİL

Zaman gerçekten insanlar arasında evrilip çevriliyor. Kimi fakirler zenginleşiyor, kimi zenginler fakirleşiyor. Kimileri üstte iken, alta düşüyor, kimileri altta iken üste çıkıyor. Kişiler bazında gerçekleşen bu durumlar, devletler bazında da hayat buluyor. Kişilerin 60-70 senelik ömürleri ile sınırlı olan bu alt üst oluşlar, devletler ölçeğine ulaştığında değişim, bazen yüz yılları buluyor. Bazen daha uzun, bazen daha kısa.

Dünyada meydana gelen konjonktürel değişimlere kişiler ve devletler ayak uydurabildikleri takdirde zamanın ruhunu okumuş olurlar ve değişimin getirdiği gelişimden azami ölçüde yararlanma imkanı bulurlar.

Örnekleyelim,

Ak parti iktidarına kadar Türkiye kendi ülkesinde ve bölgesinde gerçekleşen olaylara olabildiğince bigane kalmayı tercih etti. şişeden çıkan cinin, tüpten çıkan macunun bir daha geri dönmeyeceğini bildiği halde, zorlama yolunu tercih etti, ben onları geldikleri yere teperim dedi.

Dediğini yapmaya da çalıştı.

Tüp patladı, şişe kırıldı.

Kuzey Irak’da Molla Mustafa Barzani ile yıllardır devam eden bağımsızlık hareketinin pek tabii iz düşümleri Türkiye’yi de etkiliyordu. Onun kurmuş olduğu Kürdistan Demokrat Partisinin Türkiye’de pek çok üyesi vardı. Türkiyeli Kürtler için Molla Mustafa Barzani adeta bir mitoloji kahramanı idi. Onun özgürlük ve Demokrasi yolundaki mücadelesi Türkiye’de özellikle 1960 lı yıllarda Türkiyeli Kürtlerin Doğu Mitingleri ile meydanlarda görünür olmalarını sağladı. 1999 yılında LONDRADA bir mülakatta konuşan Yılmaz Çamlıbel, biz Molla Mustafa Barzaninin resmini bir sevgilinin resmi gibi ceplerimizde taşıyorduk demişti.

1967 yılında daha çok işçi partisinin önderliğinde gerçekleşen doğu mitingleri öncesinde 1966 yılında Varto depreme gerçekleşmiş, binlerce vatandaşımız hayatını kaybetmişti. Dönemin İç İşleri Bakanı Haldun Menteşoğlu yöreyi ziyareti sırasında insanlar Kürtçe/Zazaca tepkilerini dile getirmişler ve Devletin kendilerine yeterli desteği vermediğinden şikayet etmişlerdi. Bu tepkiler üzerine Demirel’in İç İşleri Bakanı Haldun Menteşoğlu aynen “İnsanlara benzeyen bazı mahlukların ağzından hayvani(kem söz sahibinindir) sesler çıkmaktadır. Eğer sizler bu devletten memnun değilseniz kendinize bir başkasını arayın” demişti.

Piran kalkışmasından sonra uzunca süre bellerini doğrultamayan Kürtler, biraz deprenir gibi oldukları günlerde 49’ların sürgünü ile karşılaştı.

Böylece herkesin aklını başına alması gerektiği ifade edilmiş oldu Türk Devleti tarafından. Ancak doğu mitingleri ardından kurulun DDKO(doğu devrimci kültür ocakları) yılların baskısı ile küllenen ateşi canlandırdı. DDKO daha sonra DDKD ye evrildi. O gün bugün devam eden isyan ateşi 40 binin üzerinde insanın hayatına mal oldu. Aslında ilk önceleri basit insani taleplerle ortaya çıkan Kürt hareketinin bugünlere gelmesinin ana temasını, Türk fikir ve düşünce hayatına önderlik eden Nihal Atsız gibi insanların şu aşağıda vereceğim davranışları sebep oldu.

Bir görüşümü de ben anlatayım: Her yaz olduğu gibi geçen yaz da Anadolu yakası banliyösünün türlü yerlerinde gözüken Çingeneler arasında, Küçükyalı istasyonunda gördüğüm 15-16 yaşlarındaki bir kız şiddetle dikkatimi çekti. Çünkü bu kız sapsarı saçları, masmavi gözleri ve bembeyaz teni ile “ben Çingene değilim, kaçırılmış bir kızım” diyordu. Ama ne yazık ki artık Çingene olmuştu.

Şimdi Türkiye’nin düzenini ve ahlakını bozan bu Çingeneler için bir teklif yapsam da: “Bunların hepsi anayurtları olan Hindistan’a sürülsünler, Hindistan kabul etmezse Hakkarî vilayetine sürülüp yapabilecekleri işlerle uğraşmaya mecbur tutulsalar, yolları sayılı olan o dağlık bölgeden kaçmaları mümkün olmadığı için eğitim ve disiplinle adam edilseler” desem tabiî derhal kıyametler kopar ve “insan hakları”, “anayasa hukuku”, “özgürlük”, “demokrasi”, “cumhuriyet”, “vatandaşlık” gibi tekerlemelerle faşistliğimiz ve ırkçılığımız tekrar yüzümüze çarpılır, anayasa bilginleri olarak İstanbul’da Ali Fuat Başgil ve Tarık Zafer Tunaya, Ankara’da Bülent Esen bir hamaset heykeli gibi karşımıza dikilir.

Oysa ki ancak 50.000 geri Kürdün yaşadığı ve Barzanî’ye silah kaçakçılığı yaptığı o geniş bölgeye Çingeneleri yerleştirip kaynaştırsak gelecek yüzyılda kim bilir ne insan güzeli vatandaşlar kazanırdık. Irkçılık düşmanları bu insan güzelleriyle evlenerek Hilâli yükseltirlerdi.

Tabiî bu bir fantezidir. Fakat fantezi olarak kaldığı için Çingeneler, yurdu her bakımdan bozmakta devam edecekler ve meselâ Batı Anadolu’nun bir şehrindeki hapishanenin 49 mahpusundan 48 tanesinin Çingene olması gibi karakteristik olaylar eksik olmayacaktır.

Fakat Türkiye’deki azınlıklar yalnız Araplarla Çingeneler değildir. Bir de Kürt vatandaşlarımız vardır ki sayı bakımından hepsinden üstün ve dışarıdan desteklenmesi bakımından hepsinden talihli olduğu için üstünde durulmaya değer.

Şimdiye kadar gelip geçen hükümetler gibi avcı görmüş devekuşu rolüne girmemek ve göremeyenlerle işitemeyenleri ve uyuyanları uyarmak niyetinde olduğum için gerçekleri açıklamakta pervam olmayacaktır.

Kürtler, Türk veya Turanlı değildir. Buz gibi İranlıdır. Konuştukları dil bozuk, ilkel bir Farsçadır. Tipleri de öyle. Aralarına karışmış az sayıda Türk’lerin bulunması veya dillerindeki kelimelerin çoğunun Türkçe olması bu gerçeği değiştirmez.

İngilizcedeki kelimelerden çoğunun Norman istilası hâtırası olarak Fransızca olması nasıl İngilizler’i Fransız yapmıyorsa, dokuz yüzyıllık Türk hâkimiyetinin Kürtçeye doldurduğu Türkçe kelimeler de onları Türk yapmaz. Dilin hangi aileden olduğu kelimeleriyle değil, yapısıyla ölçülür. Bu bakımdan Kürtler batı dağlarında kalmış bir takım Farslardır. Zaten birbirince

anlaşamayan dört beş ağızla konuşan ve kendilerini Kırmanç ve Zaza diye iki guruba ayıran bu toplulukları “Kürt” diye birleştiren bizleriz.

İstatistiklerimiz Kürtleri bir buçuk milyon olarak gösteriyor. Gerçekte biraz daha fazladırlar. Çünkü istatistiklerimiz ırkları anadillerine göre ayırmakta olup İstanbul gibi batı şehitlerimizde oturup anadilini unutan veya Kürt olmaktan utandığı için kendisini “Türk” diye yazdıranlar da hesaba katıldığı takdirde iki milyon Kürt olduğu kabul edilebilir.

Cevdet Sunay’ın “Türk topraklarında yaşayan herkes Türk’tür” demesine göre bu dağlı vatandaşlarımızın da Türk olması gerekir. Değildir. Ama, haydi kendimizi zorlayarak Türk’tür diye kabul edelim. Bir tarih öğretmeninin bıkıp usanmadan söylediği ve yazdığı uydurmaları kabullenerek dağlı vatandaşlarımız da Türk’tür diyelim. Diyelim ama neyleyelim ki onlar bunu kabul etmiyorlar.

Kabul etmediklerine tanık ararsanız: Biri Kürtçülük dolayısıyla tutuklanıp mahkemeye verilenler ve kanunun yetersizliği yüzünden beraat edenler; biri İstanbul’daki Site Talebe Yurdundaki olaylar, biri de 1966’nın Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım aylarında 4 sayı çıkıp kapatılan “Yeni Akış” dergisi. Daha da var ama onlara lüzum yok” diyor.

Bu cümleler elbette hepimizin tepesini attıran fikirleri!!! İçermektedir. Ama neyleyelim ki, Ak Parti iktidarına kadar Türkiye Devletinin resmi görüşü bu cümlelerden çıkan fikirler!!! Ve eylemler olmuştur.

Kürtlere yapılan muamele tamamiyle Nihal Atsız ve onun gibilerin fikirleri ile oluşmuş, PKK yı Türk resmi görüşü doğurmuştur.

Bundan sonra ne olacak, Allah(c.c) izin verirse ona da yarın bakarız.