ZİHİNLER HİÇ DE KARIŞIK DEĞİL

Osmanlının bir yükseliş dönemi yaşadığını hepimiz biliyoruz değil mi? bunda şüphe var mı?

6 yüz yıl boyunca dünyaya hükümran olan Osmanlı İmparatorluğunun hukuk sistemi ve temel referansları İslam dini idi.

1800 lü yıllara gelindiğinde batıdaki ilmi ilerlemeye ayak uyduramayan İmparatorluk açık ve net söyleyeyim PANİKLEMEYE başladı.

Bunu şöyle örnekleyelim.

Bu durum şimdiki İstanbul sermayesi ile Anadolu Sermayesi arasındaki yoğun mücadeleye, hatta çatışmaya benziyor.

İstanbul sermayesinin sahipleri paralarını, zenginliklerini şimdi zevk ve safahatla değerlendiriyorlar.

Buna mukabil Anadolu’nun  yeni birlikteliklerle şekil almaya başlayan sermayesi ve onun sahiplerinin, zihinlerini ve kazançlarını sefahat aleminde harcama yerine , daha çok yatırım nasıl yaparız, dünyanın dört bir yanına daha çok nasıl açılırız,ülkemizi ve İNSANIMIZI dünyanın en popüleri/meşhuru haline nasıl getiririz? Bunun mücadelesine girişmiş durumdalar.

Bu gelişmeye bakıldığında İstanbul Sermayesinin Bezirgan kesiminin Türk toplumundan ve özellikle orta halli insanından kopuk tavrı,giderek onları güdükleştirecek ve sonucu itibariyle ekonomi ve siyaset sahnesinden tümü ile olmasa da silinip süpürülmelerine neden olacaktır.

Eminim ki, onlar da durumu görüyor ve acaba bu gidişata karşı nasıl tedbir alırız diye hesaplar yapıyordur.

Kemal Derviş’i yeniden çağırmalarının ve dinleme odasına almalarının sebebi bu.

Fakat istedikleri kadar tedbir alsınlar, istedikleri kadar toplantı üstüne toplantı düzenlesinler , aldıkları kararlar toplumu özümseyen ve kavrayan nitelikten yoksun olduğundan hep geri gitmeye mahkum olacaktır.

Her sermayenin bir felsefesi vardır ve bu felsefenin insanlara dayattığı bir yaşam biçimi söz konusudur. Toplumun ekseriyeti senin güçlü sermayene rağmen, hayat tarzını tercih etmiyor ise, bu işte bir problem söz konusudur ve paranızın çözemediği problemin ne olduğunu anlamak için, gözlerdeki perdenin kaldırılmasından başka çözüm yolu yoktur.

1800 lü yılların Osmanlısı ilmi ilerleme ve bunun doğal sonucu olarak  üretimdeki noksanlık ve hatasını sisteminde buldu.

O,3 kıtada üzerine oturduğu 18 Milyon Kilometre kare miktarındaki toprakların varidatını yemenin rahatlığını bırakıp , daha çok çalışacağına, daha çok üreteceğine , sisteminin bütünü ile yozlaşmasına sebep olacak Islahat Fermanları yayınlayarak sorunu çözmeye çalıştı.

Hiçbir ferman zenginlik getirmez. Getirmedi de.

Zenginliği, iki günü dahi biri birine eşit olmayacak şekilde daha çok çalışan, daha çok üreten insanların azmi ve kararlılığı getirecektir.

Osmanlının ıskaladığı bu durumu, genlerimizden gelen tembel hissiyatla, aynen uyguluyoruz.

Üretmeden tüketiyor, boş ver anasını satayım duygusu ile dünya aleme BORÇ takıyoruz.

BORÇ ,ÇALIŞAN YİĞİTLERİN KAMÇISIDIR, YOKSA SERKEŞ YİYİCİLERİN DEĞİL.

Laiklik ve Din ekseninde yaşanan çatışmaların ana sebeplerinden birisi ve belki birincisi , kıt kaynakların kimler arasında ve nasıl bölüşüleceğidir.

Hani bu bir iktidar mücadelesidir falan gibi laflar duyuyorsunuz ya.

Onun esas ismi, paranın kimin elinde olacağıdır.

Benim bu düşüncelerimle, sakın bu da, parayı ne kadar da kutsuyor gibi bir anlam çıkarmayın. Para çalışmanın, cehdin, gayretin sonucunda elde edilen metanın,piyasada dönüşümüne araçlık eden görünen yüzüdür. Kutsadığım para değil, her alanda daha çok çalışmak, daha çok üretmek, dünyayı ve insanımızı daha çok nasıl müreffeh bir düzeye getiririz ve yaradılışımızın gayesine uygun en güzel buluşlara nasıl imza atarız, duygu ve düşüncesidir.

Şimdi siz istediğiniz kadar ağa olun, istediğiniz kadar paşa olun, eğer üretmiyorsanız, eğer yeterli varidata sahip değilseniz, hiç kuşsunuz olmasın isminiz Zügürt Ağaya çıkar.

Almanya son yüz yıl içerisinde iki defa yıkıldı,şimdi dünyanın süper gücü.

Fransa Almanya tarafından yine bu asırda yakıldı, yıkıldı, o da süper bir güç.

İran’ın son 30 yıllık tarihi gerçekten çok ciddi olarak incelenmeli ve bu sürede bir devrim , ardından 10 yıl Irak savaşı, ABD ve batının  ambargosu devam ederken, savaş uçaklarını yapacak, dünyanın dört bir yanına teknoloji ihraç edecek(Suriye ile yapılan teknoloji anlaşmalarını kastediyorum), nükleler enerji üretiminde son aşamaya gelecek ve 1500 kilometre menzilli füzeler üretecek hale nasıl geldi?

İran’lı yetkililer çok net ve açık olarak "biz Şii veya Sünni devrimi değil, İslam devrimi yaptık, batının ülkemizdeki hegomonyasının sebep olduğu köleliği ortadan kaldırdık"

Derken, dinimizin ilerlemeye bir engeli yok mesajını iletiyorlar.

Oysa Laikliğin aynı zamanda bir yaşam biçimi olduğunu düşünenler ve hayatın her kesiminde dünyevi olana daha çok rağbet edilmesi ve bunun tek geçer akçe olması gerektiğini belirtenlerin elinde olan son 90 yılın Türkiye’si, yabancıların, onların işçilerinin veya vergi ödeyenlerinin alın terlerinden oluşan paralarını hoyratça yiyerek, asalakça geçiniyor.

Demek ki pozitivist bir mantık, laik/seküler bir yaşam biçimini tercih edip, dünyevi olanı kutsamak, daha çok üretmeye ve problemleri çözmeye yetmiyor.

Dini olanın da , ladini yaşam biçimini tercih edenin de esas problemi tembellik konusunda biri birine benzemesi.

Hiç boşuna biri birimizi yaftalamayalım..