“BU HAL MUHAL YA YENİ HAL YA DA İZMİHLAL!?” (V)

Sevgili okurlar…

Sohbet başlığımız, “önem ve anlam” noktasında, tarihsel bir ders-i ibret içermektedir… Ki daha önce de ifade ettim... Bu “vecize söz”, Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerine aittir... Yaşadığımız çağı “ayna misali” önümüze koyuyor… Ve diyor ki; “Bu hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal...”

***

Bu vecize sözde “iki önemli hakikatin” haykırışı vardır... Birincisi “geriye dönüş olmaz… O halde geçmişin hayali ile yaşamanın bir anlamı yoktur…” İkincisi ise eğer ki değer ölçüsü yüksek bir geçmişiniz varsa, ona kavuşmak, yeniden onu diriltmek istiyorsanız... Ki tarihe, geriye gidemediğinize göre, o zaman “yeni bir hal oluşturup, eski ihtişamınızı yakalamaya” çalışacaksınız… Ya da geçmişin hayali ile yaşayarak mevcut gaflet ve dalaletin girdabında, debeleneceksin…

***

Ne hazindir ki bugün Türkiye dâhil olmak üzere İslam dünyasının mevcut haline baktığınızda “per perişanlık” vardır… Yürek sızlatıyor.. Geçmişi, tarihi zaferlerle, muhteşem kazanımlarla dolu iken, yer küresinin üçte birine hakimiyet kurmuş, ilmin ve bilimin öncüleri olarak, İnsanlık âlemine medeniyetiyle, kültürüyle önderlik etmiş bir ümmet, bugün “zillete sürüklenir” bir mahkumiyet yaşıyor…

***

Lafı evirmeye gerek yok! Ülkemizdeki mevcut toplumsal ve sosyal denge “insan temel hak ve özgürlüğüne” matuf değildir... Uymuyor… İmtizaç sağlanmıyor... Mevcudiyeti ve uygulanırlığı, insanlığın karakterine, şeref ve haysiyetine, izzet ve vakarına yakışmıyor... Zıtlar hanesine sahip… Kaldı ki manevi ve maddi yönden asimilasyona uğrayan “insanoğlu da” vahim bir karakter tahribatı içerisinde…

***

Fiziksel baktığınızda... İki ayağı, iki eli, kolu, ağzı, burnu, kulağı var.. Kalp sahibi… Onu yekûn şekilde ikmal eden bir de beyin var… Ama gel gör ki “insanlık cevherini taşıyabilecek bir iman şuuruna sahip değil... Ne vicdani, ne de rahmani yönü olmadığı gibi, yönetimsel sistemlerin “azgınlığıyla” daha bir azgınlaştığını söylemek mümkün!

***

Oysaki Allahû Teâlâ insanı Ahsen-i takvim üzere yaratmıştır... Yeryüzünü en güzel şekilde onun yaşamına göre biçimlendirmiştir... Yaratıkların en akıllısı… Akılla, şuurla, imanla onu donatmıştır. İşte insanoğlu kendisine yaradanı tarafından bahşedilen vasıfların tersi istikamette hareket edip, yaşama meyil ederse insanlık karakterinden çıkar… Ki hal-i âlem meydanda.

***

Bugün akıldan, şuurdan, imandan, inançtan mahrum olan insanoğlu, “insan” olma vasfında sadece fiziki yönde, iskeletten ibarettir… O iskelet de her zaman için devrilmeye, yıkılmaya mahkûmdur… Küçük bir esintide, “Ke en lem yekûn” olur… İman şuuru olmadığı için tarumar olur…

***

Hem fani dünyada hem de ebedi dünyada, cezasını görür, çeker... Ki mükellef olma hasebiyle Allah’ın huzurunda elbette ki “mahkeme-i Kûbrada” sorguya çekilecektir. Ve ona şöyle seslenilecek… “Sen ne yaptın, neyi kazandın, neyi yedin, neyi harcadın, nereye gittin?” Tüm bunlar insanlık karakterinde mevcuttur. Kaldı ki insan sorgulanmayacak bir varlık değildir. İllaki yaptıklarından sorgulanacaktır.

***

Eğer ki fani dünyada iyi şeyler yapmışsa, hem fani hem de ebedi dünyada mükâfatlandırılır. Kötü şeyler yapmışsa, iki cihanda da ceza alır… Hele hele insan temel hak ve özgürlüğünü koruyamamışsa, çiğneyip geçmişse o apayrı ağır bir sorumluluk içerisinde, muamele görür… Allah huzurunda, kıyamet gününde de hatta bu dünyada dahi yanına kâr kalmaz cezasını çeker…

***

Bu itibarla Kur’an diyor ki;

“Lekad ?alaknâ-l-insâne fî ahseni takvîm(in)”

“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.”

Summe radednâhu esfele sâfilîn(e)

“Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik.”

“Ancak, iman edip Salih ameller işleyenler başka.

Onlar için devamlı bir mükâfat vardır.”

***

Bu demektir ki…

Salih amel işleyen, beş vakit namazını kılan, orucunu tutan, Allah’ın insanlar üzerinde farz kıldığı tüm vecibelerini yerine getirip, yaşamını ona göre biçimlendirenler “cennetliktir?”…

Yani, esfelis-safiline değil, âlâ-yı illiyine gider.

Bu itibarla layık olduğu yer ne ise Cenab-ı Allah ona orayı tahsis eder.

Ama tam tersine Allah’ı tanımazlıktan gelip de Allah’ın emrettiği şeyleri yapmayıp, yasakladığı şeyleri de yapanlar var ise onlar “esfelis safiline” mahkûm olur... Çünkü onlar, insanlık cevherinden uzaklaşmışlardır... İnsanlığın şeref ve haysiyetine layık değiller... Cehennemin en derin çukuruna yuvarlanmaya müstahaktırlar…

***

Allah korusun!

Allah herkesi ve bizleri de o halden muhafaza eylesin.

İbadet etmeyi nasip kılsın...

Ki insanlık haysiyetine yakışan Ahsen-i Takvim’i bize nasip etsin.

***

Netice itibariyle, bu dünyada insanlığın şeref haysiyetine yakışır hal yaşamak isteniliyorsa, o zaman geçmişimiz olan dört bin seneden beri Peygamberan-ı İzam olan o büyük Peygamberlerin silsilesine bakmamız lazım… Onların yaptıklarını yapmak, onların dualarını ve şefaatlerini kazanabilmek için gayret ve çaba göstermemiz gerekir... Evet tarihte geriye dönüş yok… Ama geçmişteki bu üstünlüklerimizi yeniden yaşayıp, diriltmemiz mümkün…

***

Geçmişi diriltmezsek, sadece hayaliyle kalırsak, huzur-i ilahide hiçbir şey iddia edemeyiz!

“Summun bukmun ‘umyun” oluruz..  İnsan olma karakterimiz, “kulakları var sağırdır, dili vardır konuşamıyor, gözü vardır görmüyor” konumuna gelir...

***

Bu vasıflandırma, Allah’ın ayet-i kerimesidir ve hükmüdür… Bundan kurtuluş yoktur. Bunu her insan daima göz önüne alarak günlük hayat akışları içerisinde ayaklarını denk atması ve alması lazım… Aklını, fikrini, düşüncesini iman nokta-i nazarında birbiriyle imtizaç etmeye çalışmalıdır…  İşte o zaman insanlık cevheri sınavını geçer ve imtihanını kazanır. Huzur-i ilahiyede başı dik, alnı açık bir şekilde, mükâfatlandırılır…

***

Yeryüzündeki canlıların en şanslısı insandır! Ki Allahû Teâlâ’nın Kur’an’ı Kerim’de İnsanoğlu için vasfettiği Ahsen-i Takvim, bunun üzerine inşa edilmiştir... En güzel yaradılış halini yaşayandır... İman nokta-i nazarında en büyük şans sahibi insandır…

***

Ama ilahi hükümleri yerine getirmiyorsa... Yani namaz yoksa niyaz yoksa ibadet yoksa sadece kuru manasız bir şekilde iskeletten ibaret yaşıyorsa; onun akıbeti meçhuldür… Ki bunu, Kur’an’a dayanarak, vallahi de, billahi de yemin ederek diyorum ki, onun geleceği hem dünyada hem ahirette meçhuldür. Kötü hal yaşaması, ondan uzak değildir… Onun için, herkes kendine çekidüzen verip, Allah’ın belirtmiş olduğu kırmızıçizgiyi aşmamalıdır.

***

 

Âcizane tavsiyem, Kur’an’daki hükümler ne ise onları uygulayarak yaşayalım! Yasakları da ne ise onları kendimizden, toplumdan, ümmetten uzak tutmalıyız... İyiyi, güzeli, sevgiyi, birliği ve dirliği sağlamak için “mümin müminin kardeşidir” şiarıyla hemhal olalım… Hakka, hukuka riayet edelim… İman şuuruyla kendimizi donatalım, İslam ahlakıyla nurlanalım... Eğer bunu becerebilirsek işte o zaman Peygamberlerin şefaatine nail olur ve Allah da o beşeri affeder.  Tembel olmamalıyız! Dünyevi arzulara köle olmayacağız…

***

 

Zira Cenab-ı Allah insanlara “kurtuluşa ermemiz” noktasında her daim fırsatlar vermiştir…  Çalışma fırsatı, inanç fırsatı, Allah’a yaklaşım tarzı, her şeye şans, imkân ve fırsat vermiştir… İnsan o şuurla, o imanla ancak ve ancak Allah’a yaklaşabilir… Hz. Muhammed (S.A.V)’in şefaatine nail olabilir…

***

Özetle ifade etmek gerekirse! Çalışan herkes alın teri dökmüşse, o temiz alın terini siler ve mükâfatını da alır. Bu itibarla bizim istek ve arzularımız, hatta siz değerli okurlarımızdan istirhamımız tüm günlük hayat akışlarımızı Allah’a yönelerek yapalım... Hayat içerisinde Rabbimizi hatırlayalım... Bilelim ki unutan insan, kendi hayatından bereket, uğur beklemesin…

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı cumalar..