Görüş Bildir

YİYİN EFENDİLER YİYİN, BU HAN-I İŞTİHA SİZİN!!! (II)

Evet sevgili okurlar!

Dünden devam diyoruz...

Tevfik Fikret’in “Han-ı İştiha” başlıklı şiirinin dünden bugüne sarkan, devamını sizlere aktararak, sohbetimize başlayalım...

***

 “Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar

Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var.

Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.

Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

***

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını

Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini

Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.

Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

***

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!

Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!

Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,

Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”

***

Evet sevgili dostlar!

Tevfik Fikret, bu şiirini 110 sene evvel kaleme alıp, yazmıştır...

Şiir, o günkü devletin, yani Osmanlı’nın bünyesine sızıp gizlenmiş mason Siyonist Yahudi dönmelerine ve içimizdeki gizlenmiş jön Türkçülük adı altında ırkçılık taassubuyla işbirliği yapan dindar görüntülü “siyasilere” atfen, yazılmıştı...

“Meşrutiyet-i Meşrua” yani sözde halkın milli iradesine dayalı bir meşrutiyet istemyle yola çıkan bir güruh’un “tahribatını” yüksek sesle, dile getirip, “yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin” demişti...

Çünkü bu güruh oluşum, Saray’ı ele geçirmişti..

Meşrutiyetin kuruluşundan sonra “hükümeti” kurup,  padişahı ikinci plana attılar...

Sultan bir padişah değil, sıradan bir danışman olarak, tahtta oturuyordu...

Hükümeti “Kubera” kesiminden, yani elit tabakadan oluşturmuşlardı...

Osmanlı ordusu bünyesinde yetişen Masonik Paşalarla, bir de sivil, ama kökleri Yahudilere dayalı dış mihraklarla işbirliği içinde olan devşirmeleri, seçmişlerdi...

Meşrutiyetin kurulmasından sonra, bunlar halkın karşısına çıktılar.. Ama nasıl bir çıkış...

Halkın milli iradesinin bırakın zerre-i miskal temsiliyeti tamamen bir güruh yapının, “saltanat” dönemi devreye girdi..

Libas değiştirildi, pozisyon 180 derece değişti...

Milli iradeye dayalı bir hükümet, bir Meclis-i Mebusan değil, tamamen soyguncu, rüşvetçi, işbirlikçi bir fitne unsurundan müteşekkil yönetim oluşturuldu..

Belirlenen kabine üyeleri “har vurup harman savuruyorlardı?”

Onlara aldanarak birlikte yola çıkan nice samimi din adamları dahil, şairler, edipler, edebiyatçılar “gördükleri iğrençlikler” karşısında, yollarını ayırdılar...

Düşen maskelerine karşı da, tıpkı Neyzen Tevfikler, Namık Kemaller gibi, Ziya Paşalar gibi şairler, edebiyatçılar “şiirlerle, makalelerle” gerçek yüzlerine haykırarak, tepki koymuşlardır...

 Korkmadan, çekinmeden, “sitemkârene” şiirleriyle edebiyatlarıyla karşılarına çıkmışlarsa da heyhat artık, “Atı alan Üsküdar’ı geçti” misali, “kirlenmenin tohumu” bir kere atılmıştı...

Vurgun peşine koşarak giden, o  dönemin iktidar mensuplarıyla hükümet erkanları, darbeci paşalar, yani ittihatçılar grubu böylece Hilafet-i İslamiyeyi dağıtarak Osmanlıyı tarihe gömdüler...

Ve nihayetinde 3 milyon kilometrekarelik bir coğrafya elden gittti.. Kala kala 740 bin kilometrekarelik bir coğrafya kaldı...

İşte Türkiye’nın “sıkıştırıldığı” alan bu...

Ne hazindir ki, sahada kazanılanın, masada kaybedilmesine neden olunan; “Lozan Antlaşmasına” da; hezimet denilmesi gerekirken, “Zafer” adı konuldu...

Dün de söylediğim gibi gerçekten bu yapılan derme çatma oyunlar, haddi zatında mayasını tutmuştur.

Hedeflenen bir devlet yok olup gitmiştir.

***

Bakın Tevfik Fikret gibi Ziya Paşa da yine o dönemlerdeki siyaset ve politika oyuncularına karşı şöyle bir şiir kaleme almıştır... Diyor ki..

***

 “İkbâl için ahbâbı siâyet yeni çıktı

Bilmez idik evvel bu dirâyet yeni çıktı

(Yükselmek, iyi bir mevkiye gelmek için dostlarını çekiştirmek yeni çıktı, önceleri bu beceriksizliği bilmezdik, bu da yeni çıktı)

***

Sirkat çoğalıp lâfz-ı sadâkat modalandı

Nâmus tamam oldu hamiyyet yeni çıktı

(Hırsızlık çoğalıp sadakat sözü moda haline geldi, namusu bitirdik, hamiyet yeni çıktı)

***

Düşmanlara ahbâbını zemm oldu zerafet

Dildardan ağyâra şikâyet yeni çıktı

(Düşmanlara dostları yermek bir incelik oldu; başkalarına gönül dostlarından şikayet yeni çıktı)

***

Sâdıkları tahkîr ile red kaide oldu

Hırsızlara ikram ü inayet yeni çıktı

(Sâdık kişileri aşağılama, reddetme benimsenir oldu; hırsızlara ikram ve yardım yeni çıktı)

***

Hak söyleyen evvel dahi menfûr idi gerçi

Hainlere amma ki riayet yeni çıktı

(Her ne kadar doğruyu söyleyenler de önceleri nefretle karşılanmışsa da ancak hainlere uyma yeni çıktı)

***

Evrak ile ilân olunur cümle nizâmât

Elfâz ile terfîh-i ra'iyyet yeni çıktı

(Bütün düzenlemeler bazı kâğıtlar ile ilan olunur, söz ile halkın refaha eriştirilmesi ise yeni çıktı)

***

Âciz olanın ketm olunur hakk-ı sarîhi

Mahmîleri her yerde himâyet yeni çıktı

(Güçsüz olanın en belirgin hakkı saklı tutulur, himaye görenleri her yerde korumak yeni çıktı)

***

İsnâd-ı ta'assub olunur merd-i gayûra

Dinsizlere tevcîh-i reviyyet yeni çıktı

(Gayretli kişiler taassubla suçlanırken dinsizlere özgü derin düşünce yeni çıktı)

***

İslam imiş devlete pâ-bend-i terakki

Evvel yoğ idi işbu rivâyet yeni çıktı

(Devletin yükselmesine engel olan İslamiyet imiş, önceleri yoktu, bu rivayet yeni çıktı)”

***

Ziya Paşa’nın şiirinde ortaya koyduğu düşünceler dillerden düşmeyen fermanları köklü bir eleştiri niteliğindedir.

Yazdığı siyasi yazıların hemen hepsinde buna yer yer rastlarız. Yine Hürriyet’te çıkan bir yazısında Tanzimat Dönemi’nde dini kayıtsızlığın ahlaki milliyeyi ifsad ettiğini söyleyen Ziya Paşa sözlerine şöyle devam eder:

“Ahlaki milliye fasit oldu (bozuldu) ve bugün devletimizin her şubesinde yeis, ümitsizlik ve üzüntüyle görülen fenalıkların tamamı işte bu kaynaktan doğdu.

Rical-i devlet (devlet adamları) beyninde dinsizlik modası muteber olup, bu avama. Kadınlara ve hatta çocuklara kadar sirayet etti.

Hatta namaz kılmak, oruç tutmak gibi İslami farzları yerine getirmek bunlar için ahmaklık. Ve fısku fücur işlemekte de akıllılık ve ilerleyicilik sayıldı.

Bir kere bu kaide düstur-ul amel olunca şair uygunsuzlukların hepsi birbirini doğurmakla şu yirmi otuz sene zarfında ahlakı milliye o dereceye geldi ki babalarımız mezarından kalkıp bizi görseler elbette ki kendi evladı olduğumuzu tanıyamazlar.

Belki fikirlerimize hayran hayran bakıp mesela gazetecilerimizi ıslahat ve terakkiyat görüntüleri ile dolu olduğu halde bizim devamlı geri gittiğimizi ve din-i İslam üzere olduğumuzu iddia ile beraber onun emir ve yasaklarını tanımayışımızı görürler…

Avrupayı taklitle ileri gitmek iddiasında bulunduğu halde, Avrupa’da görülen kanunlara riayet, sanayinin yani teknolojinin terakkisi, ticaretin genişlemesi ve hukukun temini gibi terakkinin sebeplerinden hiçbirini taklit etmeyip fakat tiyatro yapmak, baloya gitmek, eşlerini kıskanmamak, taharetsiz, abdestsiz gezmek gibi şeylere yöneldiğimizi görürler…

Osmanlılara mahsus olan nuruvvet, hamiyet, ebed, acize merhamet, hukuka riayet,  misafire hürmet, diyanet, emanet, şecaat gibi güzel şeyler günden güne içimizden çekilip gitmektedir.

Cehalet, zillet, denaet, alçalış, irtikap, hıyanet gibi zem edilmiş gereken hasletlerin neşru nema bulmasını hayretle görüp bizi bildikleri kavimlerden hiçbirine benzetemezler.”

Yakın tarihimizde olup bitenler içinde tüm bu saydıklarımız gerçekler günümüzde de her gün biraz daha zuhur etmekte olup, pervasızca ilerliyor, toplumu kapsıyor ve toplumsal çürüme devam ediyor…

En derin sevgi ve saygılarımla

Hayırlı Cumalar…

 


Bu Makale 1815 kere okunmuştur.