AMENTÛ’NUN 6 ŞARTI!? (II)

Sevgili okurlar…

Eğer ki, toplum olarak kendimize “Müslüman” diyor isek ki öyle diyoruz.. O zaman, “ümmet” olabilme şiarına sahip olmamız gerekir.. Ümmet şiarı için de İmanın ve İslam’ın şartlarını yerine getirme noktasında, ruhsat sahibi olmamız lazım.. Zerre-i miskal taviz vermeden, okumalı, öğrenmeli, yaşamalı ve yönetimsel olarak da, hak, hukuk, adalet işleyişinde de toplumsal mutabakat anayasası yapmalıyız!.. Ki o zaman, işte İslam ümmeti diyebiliriz! Aksi takdirde, hangi ismi kendine takarsan tak, vasfın neyi gösteriyorsa göstersin, yönetimsel mevzuatın neyi içeriyorsa içersin; nafiledir.. İçi boştur..

***

Ne dedik; “Amentû” tüm müştemilatıyla, Müslümanın “ümmet” olabilme tapusudur.. Evet, “Amentû’nun 6 şartı” sıradan şartlar içermediği gibi, bir slogan da değildir… Haşa!.. Kur’an’ın hükümlerine dayalıdır.  Nitekim, Bakara suresinin 285. Ayetinde bakınız bu minvalde şöyle buyuruluyor;

âmene-rrasûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihi velmu/minûn”

***

Demek ki, “Müslüman’ız” denildiği zaman, uygulamalarımız ve Kur’an’ın hükümleri aynı paralellik arz etmelidir. Beraber yaşam gereğini duymak lazım, bilmek lazım, onunla amel etmeliyiz..… Dolayısıyla “Amentû” kavramı sıradan bir kavram değildir. Madem böylesi bir hükme sahiptir.. O takdirde “Amentû”ya inanan herkesin Kur’an’ın tüm hükümlerine de inanması ve aynı paralellik arzıyla yaşamına uyarlaması gerekir... İnanmak kadar, onu uygulamak, hayatını ona göre dizayn etmek de önemli ve elzemdir…

***

Şayet aynı çerçevede görünmüyorsa, bir sapma var ise! Sadece “ben inandım” deyip, onunla amel edilmiyorsa, farklı istikametlerle yol yürüyüp, ona göre yaşama çalışıyorsa, bunun ne fani dünya için, ne ebedi dünya için zerre-i miskal faydası olmaz, bilakis zararı ve vebali ağır olur… Yani faydası olmayan bir iman da, iman sayılamayacağı gibi, hayrı da yoktur!… Sevap değil, günah sahibidir.. Çünkü aldatmaca vardır..

***

Denilebilir ki, “inanıyor” ama uygulamaya gelince aciz kalıyor, ancak hiç yoktan iyidir.. Yok öyle.. İnandığınız kadar, uygulamanız da gerekli. Ki bu da apayrı bir meziyettir..  Apayrı bir insanlık şerefidir.  Burdaki hal ve halvet, kulluk görevinin yerine getirilmesidir.. Zira kulluk görevini yerine getirmek, tabiatıyla Allah’a kul olma sorumluluğunun yerine getirilmesidir?…

Ne mutlu o insana ki “Allah’ın kuluyum” deyip de onun emir ve buyruklarını yerine getirip yasaklarından da uzak durabilendir..

***

İşte insaniyet-i Kûbra denilen insanlığın en yüce mertebesi de bu vasıfta yer almaktadır… Yalnızca kılık kıyafetle yetinmemek lazım. İman, inanç, akıl, şuur ve uygulama, hepsi bir bütünlük arz etmelidir.. Bu bütünlük İman ve İslam’la kamil olur… Allah hepimize nasip eylesin diye dua ediyoruz.. Herkesin bu duaya Âmin demesi gerekir.

***

Bilelim ki Kur’an-ı Kerim, bizim hidayet kaynağımızdır. O kaynaktan günlük hayat akışları içerisinde ayrılmamamız gerekir. Yoksa kelimeyle, konuşmayla, telaffuzla “Ben Müslüman’ım” demekle, bizim alabileceğimiz bir mesafe olmaz.. Bir yere de varamayız.

***

Ne diyoruz, orta yerde bir hakem var.. Ve o hakem de Kur’an-ı Kerimdir.. Galibiyetimizi, mağlubiyetimizi tespit eden yine o Allah’ın kitabıdır. Ona uymamız gerekir. Uymadığımız takdirde peşinen şeytana mağlup olmuşuz demektir.. Mağlup olan milletin de hiçbir hak iddia edemeyeceği kesindir.

***

Sen insansın, orta yerde Allah’ın kelamı olan Kur’an-ı Kerim var.. Büyük önder Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’in getirdikleri var.. Peki, niye şeytana aldanıyoruz ve kendimizi manevi uçurumlara atıyoruz? Zira imansızlık manevi uçuruma düşmek demektir.

***

İman ise Bediüzzaman Hazretlerinin de dediği gibi;

“İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.”

“İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder.”

***

“Şu meselenin binler delillerinden, yalnız hayvan ve insanın dünyaya gelmelerindeki farkları, o meseleye vâzıh bir delildir ve bir burhan-ı kàtıdır. Evet, insaniyet, iman ile insaniyet olduğunu, insan ile hayvanın dünyaya gelişindeki farkları gösterir. Çünkü, hayvan, dünyaya geldiği vakit, adeta başka bir âlemde tekemmül etmiş gibi, istidadına göre mükemmel olarak gelir, yani gönderilir. Ya iki saatte, ya iki günde veya iki ayda bütün şerâit-i hayatiyesini ve kâinatla olan münasebetini ve kavânîn-i hayatını öğrenir, meleke sahibi olur. İnsanın yirmi senede kazandığı iktidar-ı hayatiyeyi ve meleke-i ameliyeyi, yirmi günde serçe ve arı gibi bir hayvan tahsil eder, yani ona ilham olunur.”

***

Anlaşılan budur ki Cenab-ı Allah’ın kudretiyle o hayvana ilham olunur.

İnsan ise, dünyaya gelişinde, her şeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına cahil; hattâ yirmi senede tamamen şerâit-i hayatı öğrenemiyor. Belki âhir ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç, hem gayet âciz ve zayıf bir surette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaati fark eder; hayat-ı beşeriyenin muavenetiyle, ancak menfaatlerini celp ve zararlardan sakınabilir. Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir.”

***

Demek ki bir insaniyet-i kûbraya sahip olma başarısı imanla olabilir, inançla olabilir ve o beslenen elde edilen iman ve inanç da uygulamayla gerçekleşebilir.

Uygulamaya geçmeyen bir iman, çürük bir ağaca benzer. Ne dal verir, ne budak verir, ne de meyve verir. Hatta çürük taşa benzer. Çürük taş yine kireç olabilir ama bu bir şeye de yaramaz. Bilakis topluma zarar verir.

***

Bu itibarla bizim kitabımız yüce Kur’an-ı Kerim; “Tin” suresi 4. Ayette şöyle buyuruyor;

“Lekad ?alaknâ-l-insâne fî ahseni takvîm(in)

İşte Kur’an’da Allah “insanları en güzel biçimde yarattık” diyor.

Demek ki üstün seviyede yaratılan bu varlık gerçekten kutsaldır, kıymetlidir, değerlidir.

Ama kendisi ubudiyet-i ilahiyeden kendini sıyırırsa, uzaklaştırırsa, o zaman Esfelis-Safilin’i hak etmiş değersiz bir kömür taşı gibi olur..

Zira Allah buyuruyor ki; “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.”

***

Bu itibarla mademki insanız, Ahsen-i Takvimde yaratılmışız. Niye o zaman kendimizi Esfelis-Safilin’e yuvarlatıyoruz. Hangi akılla, hangi izanla?

Demek ki şeytan bize galebe çalarsa o zaman Esfelis-Safilin’e müstahak oluruz. Allah korusun!

Ahsen-i Takvim, insanların en üstün makamıdır, meziyetidir, karakteridir. Gerçekten insan Ahsen-i Takvimle kendini donatırsa, onunla yaşarsa, manen ve hükmen Allah’ın manevi suretidir. Allah’ın bütün güzellikleri insanın iskeletinde yaratılmıştır ve onda görünebilir. Bu itibarla Ahsen-i Takvim’den vazgeçmemeliyiz.

En derin saygı ve sevgilerimle.