Görüş Bildir

BU BÜYÜK BİR SÖZLEŞMEDİR!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbet köşemizde de ifade etmeye çalıştığım konu; Cumhurbaşkanının yeni reformları açıklaması idi.

Bugün de aynı minvalde konuşulmayan mevzuları irdeleyerek, üstü örtülü bazı hadiselerin kilit noktalarını deşifre etmeye çalışacağız.

Şöyle ki…

Cumhurbaşkanımız diyor ki;

“DAVANIN PUSULASI İNSANDIR”

Ve şöyle devam ediyor;

“Yakın tarihimiz bize yaşadığımız acı tecrübelerle mülkün temelinin adalet olduğunu, adaletin temelinde de hakları ve onuruyla insanın bulunduğunu öğretmiştir.

İşte bunun için bizim adalet davamızın pusulası insandır, insan onurudur.

İnsanın sahip olduğu tüm haklarıyla hayatını sürdürmesidir.”

Sayın Cumhurbaşkanımızın bu ifadelerini biraz açalım.

Başkan Erdoğan’ın bu ifadelerine katılmamak mümkün değil.

Ki bizde, katılıyoruz ve destekliyoruz.

Ancak şunu da belirtmeden geçmek istemiyoruz.

“Yakın tarihimiz bizi yaşadığımız acı tecrübelerle mülkün temelinin adalet olduğunu, adaletin temelinde de haklarıyla ve onuruyla insanın bulunduğunu öğretmiştir.”

Bu ifadeler çok kapsamlı, çok anlamlıdır.

Tarihin derinliklerine dayalı ifadelerdir.

Sayın Devlet Başkanının buyurdukları paralelinde biz de diyoruz ki;

Evet, yakın tarihimiz gerçekten bize çok acı şeyleri tattırdı ve yutturdu, yaşattı..

Ve hala da aynı minval üzere devam etmektedir.

Zat-ı devletlerinin de vurgulayıp dikkat çektiği gibi...

Enva-i şekilde karmaşa, karışıklık, kapkaranlık ortamlar yaşatıldı ki, “kimin eli kimin cebinde” belli değil..

Kim kimin nam-ı hesabına faaliyet gösteriyor, bilinmezlik içerisindeydi..

Her şey zifiri karanlık misali..

Belirsizlikler hâkimdi..

Şu yüz yıllık zaman dilimi içerisinde, Türkiye’nin yaşadıkları “yer küresinde” bulunan hiç bir ülke yaşamadı?..

Kendi milletine..

Kendi milli iradesine..

Kendi kültürüne medeniyetine düşmen kesilen bir sistem varlık gösterdi..

Ve bu varlık, ne milli ne de yerli olmadığı gibi..

Her hamlesi, her adımı, batıl ve batıya endeksli, emperyalizmin “değirmenine” su taşıyan anlayışın komutasıyla, yürütüldü...

İnsan hakları..

Hukuk..

Adalet..

Eşitlik..

İnanç hürriyeti..

Zerre-i miskal bu anlayışın felsefesinde hayat bulmadı..

Bilakis, karartıldı..

Dediğim gibi; bunlar tarihimin unutulmaz ve inkar edilemez gerçekleridir..

***

“Adalet Mülkün Temelidir..”

Bu söz, iman meşalesidir..

Altın harflerle yazılması gerekir...

Tarihi ilke ve prensipleri içermektedir...

Her yönetimin, her iktidarın ve her nizamın kuruluş felsefesi, olmazsa olmaz ana ilkesi; “Adalet Mülkün Temelidir” şiarıyla bütünleşmelidir..

Nitekim tarihimiz buna şahittir..

Bu ilkenin rotasında yürüyen ülke yönetimi..

Millet..

Ve devlet kurumları “hep şeffaf, berrak, açık ve net” olmuşlardır..

***

Ama velakin, yakın tarihimizde bu kavram, yaldızlı ifadelerin zenginliği içerisinde, “fakirleştirilmiştir?”..

İçi boşaltılmıştır..

Ne adalet..

Ne mülk..

Ne de halkın iradesinin milli güçü...

Hepsi, “despotça” heba edilmiştir...

Millet hayal kırıklığına uğratılmıştır..

Sevgi de, saygı da, birlik ve dirlik de “ırkçı, şoven” anlayışa kurban edilmiştir..

Elem verici haller yaşatılmıştır...

Hala da, “bu kirli ve karanlık” zihniyet kendini diri tutmaktadır..

Bugünkü mevcut adalet sistemimiz arıza-ı durum içermektedir...

Adli kurumlar; güven verici değil..

Öyle ki, Adliyelerin ilk giriş kapısından tutun da, cezaevlerine kadar..

Sorgulamalardan tutunda, mahkemelere kadar..

Yaşananlar karşısında, der demez insan sorgulama yapıyor “adaletin kokusu” bu kulvarda ne kadar, pak ve sahici!...

Maalesef...

Kişisel rantını başkasının zararında gören bir anlayış söz konusu..

Adalet cübbesi giydim diyor...

Ama tam tersine halka kandırıcı bir hal yaşatıyor...

Adaletin gölgesinden bile geçmiyor...

Adalet adına, hukuk adına, savunma erki adına elde edilen rantların haddi hesabı yok...

Mağdur-fakir mütevekkillerin cebine göz diken nice zalim eller var..

Bunların, önü  ne zaman kesilecek...

Rantiyeci geçinen sözde savunma erkiyim diyen öylesine avukatlar var ki, devleti bile soyuyorlar..

Davalardan aldıkları paraların, denir ya bir kuruşunu bile bu devlete vergi olarak vermiyor..

Kayıt dışı çalışıyor..

Ne hikmetse, aşikâr olmasına rağmen devletin kurumları görmezden geliyor..

İşte tüm bu çarpık hallerin aşılması ve soruna köklü çözüm bulunması için; ciddi, samimi ve kapsayıcı bir “Adalet reformuna” ihtiyaç vardır...

Tez elden bunun da gerçekleşmesi gerekiyor..

“Adalet mülkün temelidir” ifadesi bilindiği gibi Hz. Ömer’e (r.a) aittir..

Bu ifade, şuradan buradan gelme değildir..

Patenti İslam’dır..

Birilerinin uydurması değildir.

“Mülk” Adaletin temel ilkesidir.

Adliyelerdeki duruşma salonlarında, hakimlerin-savcıların arkasındaki panoda yazmaktadır.

Peki, İcra edilmekte olan Türk Ceza Kanunundan tutun da, hukuk davalarına kadar, iş davalarına kadar, miras davalarına kadar…

Allah aşkına sormak lazım!...

Bunların kaçta kaçı hukukun temel ilkelerine, temel realitesine ve temel felsefesine uygunluk arz ediyor...

Mevcudiyete, hukuk denilebiliniyor mu?

Ne mümkün?

Uygulanmakta olan adalet, ilahi adalete dayanmadığı için, batı dünyasından iktibas edilip bize mal ettirilen mevcut hukukun neresindeyiz ve kaçta kaçı hukukun üstünlüğüne ve insan temel hak ve özgürlüğüne uygundur?

Cinayet davalarındaki kıyas meselelerinden tutun da, her konudaki davaların mevcut adalet uygulamasının (!) kaçta kaçı hukuk normlarına uygundur...

Ya da, adalet ilkeleri paralelinde yürümektedir?

Bize göre hiç.

Zira insanların getirdiği adalet, hiçbir zaman adalet gerçeğini yansıtmamıştır.

Neden mi?

Çünkü zerre kadar bu uygulamaların hiçbirisi, hiçbir alanda caydırıcı birer müeyyide olarak kendini gösteremiyor.

Zira oldukça suç ve suçlu çoğalıyor.

Bilindiği üzre gerçekten bir müeyyide caydırıcılığını yitirmişse, hiçbir zaman dünya hukuk literatüründe hukuk sayılamaz.

Hukuk ilkeleridiye ifade edilemez..

Hukuk literatüründe de yeri yoktur.

Yüce kudret sahibi olan Allahû Teâlâ’nın değil, aciz ve perişan insanların getirdiği hukuk adl-i ilahiyle bağdaşmadığı için hukukun neresine yerleştirilebilinir ki?

Yakın geçmişimize yönelik uygulana gelen hukuk sistemlerinin hiçbirisi bugüne kadar caydırıcılık kaydetmemiştir.

Suçları azaltmamıştır.

Suçluları da çoğaltmıştır.

Bugünkü cezaevlerinin hali kesin kanıtlayıcı bir delildir.

Cezaevleri dopdolu.

Suçlunun işlediği suç yüzünden cezaevine gidip cezasını çektikten sonra çıkıp aynı işi tekrar yapmadığına toplumda ne kadar rastlanabilir?

Görünen odur ki büyük bir ekseriyet-i mutlaka içerisinde hırsızlık yapan hırsızlar cezaevinde cezasını bitirdikten sonra defalarca aynı suçu işlemekten alıkonulmamıştır.

Mutlaka bir daha, bir daha, bir daha da işliyor o suçu.

Ama adl-i ilahi de diyor ki;

“Hırsızın elini kes, ibret-i âlem olsun, herkes ondan ders alsın.”

Kesik elle toplumun arasına giren herkes (bu hırsızdır) diye kem gözle bakmak zorunda kalması için cesaret edip de kimse hırsızlık yapamaz.

“Ben hırsızlık yaparsam benim de elim kesilir” diyerek hırsızlığa tevessül de etmez, tenezzül de etmez.

Ama insanların getirdiği adalet öyle değildir.

Bu itibarla bu halk cumhurbaşkanının tüm söylemlerine güveniyor ve ümit bekliyor.

Bu söylediklerimiz deveden kulak bile değildir.

Bu minvalde, Cumhurbaşkanımızın tespitlerine de katılmamak mümkün değildir.

Zira tüm bunların önlenebilmesi için yeni kanunlar çıkarıp veya kanun hükmündeki kararnamelerle bunların hiçbirisi önlenemez.

Çünkü mevcut anayasa bunların arkasındadır.

Bu beşeri anayasa toplumumuza bugüne kadar elem vermiştir, toplumu rahatsız etmiştir.

Devletle milleti karşı karşıya getirmiştir.

Nifak tohumları ekilmiştir.

Terör odakları gittikçe çoğalmıştır.

Devletin çok önemli kurumları da günü gelmiş terör örgütleriyle gizliden gizliye barış sağlamışlar.

Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da “Tavşana kaç, tazıya tut” misaliyle hareket edilmiştir.

Ve bunlar da gün gibi aşikârdır.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Yeni sivil anayasa vizyonu özgür birey, güçlü toplum, daha demokratik bir Türkiye olarak belirlenen eylem planının 11 temel ilkeyle başladığını belirten Erdoğan, şöyle devam ediyor;

“Eylem planımızın nihai amacı yeni ve sivil bir anayasadır.

Yeni anayasa herkesin anayasası olacaktır.

Bunun için tüm siyasi partilerimizi, kurumlarımızı, sivil toplum kuruluşlarımızı, akademisyenlerimizi, ülkemizin geleceği konusunda sözü olan herkesi yeni anayasa yapım sürecine katılmaya davet ediyoruz.”

Evet, çok güzel, çok ümit verici bir ifade…

Biz de ümit varız ve inşallah bu gerçekleşecektir.

Amma bunu da belirtmeden geçemiyoruz.

Sayın Başkanımızın söylediklerinin hepsinin yolu sekülarist bir anlayışın ortadan kaldırılmasından geçiyor.

Laikçiliği tersyüz edip ortadan kaldırmaktan geçiyor.

CHP’nin yanlış kullandığı Kemalizm anlayışını tümüyle ortadan kaldırmaktan geçiyor.

Bunlar gerçekleşirse Cumhurbaşkanının vermiş olduğu vaat ve sözleşmelerin hepsi otomatik olarak zaten yerine geçer ve oturur.

Yoksa bunlar ortadan kaldırılmadığı müddetçe, Kemalizm, Sekülarizm, Sosyalizm, sahte demokrasi ve cumhursuz bir cumhuriyet anlayışıyla hiçbir şey gerçekleşemez.

Milletin tüm emelleri kursağında kalır tehlikesiyle karşı karşıyayız.

En derin saygı ve sevgilerimle.

 


Bu Makale 1282 kere okunmuştur.