MEVCUT DÜZENİN KAYNAĞI NEREDEN GELİYOR VE NEDİR?! (IV)

Sevgili okurlar…

Bugünkü sohbetimize dahil olmadan önce, dün Ankara’da yaşanan “menfur terör saldırısını” öncelikle, telin etmek istiyorum… Yaralı polislerimize de acil şifalar diliyorum… Tabi böylesi terör saldırısı ilk değil… Yarım asırdır yaşana gelen; bir sorun ve terör! Hadisenin, Meclis’in açılış gününe denk gelmesi manidardır… Bu saldırı, Türkiye’nin “istikrarsızlığına” ivme kazandırma gayretine dair emelleri olanların planıdır…

İşte bu ve benzeri durumun, Ülkemizde ve İslam dünyasında yaşanmamasının, huzurun, istikrarın, birliğin ve dirliğin sağlanmasının; “ümmet olabilme” şiarından geçtiğini, bir kez daha bu vesileyle vurgulamak istiyorum…

Ne diyoruz; “sistem ve rejim” yekûn şekilde, batı orjinli anlayışların içimize enjekte ettiği, ırkçı, şoven, jakoben, vesayetçi, ideolojik, faşizan anlayışlar yüzünden; “bizi bizden ettiler?” Daha da ötesi, “bizi birbirimize düşman ettiler?”

***

Bakınız, bir önceki sohbetimizde toplum olarak, ümmet olarak en büyük mirasımız, Kur’an-ı Kerim’dir… Ki bu miras, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’den gelmektedir demiştik... Ama gel gör ki son 1,5 asırlık zaman dilimi içerisinde, deyim yerindeyse “bu mirası, çar çur etmek” adına enva-i vesayetler oluşturuldu… Batıya ve batıla odaklı operasyonel faaliyetlerle; hem ümmet şiarından, hem de Kur’an ve Peygamber Efendimizin hadislerinden uzaklaştırıldık!

***

İşte bu hal-i perişanlık, Türkiye başta olmak üzere İslam dünyasına ve Müslüman halka “ağır veballer ve ağır faturalar” olarak, yansıdı! Dünkü terör saldırısının yanı sıra, bugün İslam coğrafyasında, “kan ve gözyaşı hâkim?” Ölen de Allahû Ekber diyor, öldüren de... Peki, akan kandan beslenen, palazlanan, siyasal, sosyal ve ekonomik güç kazanan kim, elbette ki Siyonizm’dir, elbette ki emperyalizmdir, elbette ki batıdır?!..

***

Eğitim diyoruz, öğretim diyoruz, ilim ve bilim diyoruz! Lakin, müfredatlarının tek bir sayfasında, satırında veya cümlesinde, Kur’an ilmi yok. Fıkıh, tefsir hak getire… Örf, âdet, gelenek, görenek ve bin yıllık tarihimiz dahil olmak üzere; öğretilmiyor… İşte öğretilmediği içindir ki; “ümmet olamadığımız gibi, millet de olamıyoruz” çünkü aşılanan “ırkçı ve ideolojik” fikriyat ve düşüncedir... Bu da hizipleşmeyi, kutuplaşmayı körüklemektedir…

***

Demem o ki bizim özümüze dönmemiz gerektiği gibi mirasımıza da sımsıkı sarılmamız lazım...  Kur’an ilmine, Fıkıh ve Tefsire odaklanmalıyız... Özellikle medrese eğitimini yaygınlaştırmalıyız… Çünkü ilmin bütünleşmediği bilim, sonuç getirici değildir... Toplumda kabulü de mümkün değil...

***

Bakınız, Diyarbakır’ımızda 8. Alimler Buluşması toplantısı gerçekleşti… İki gün sürdü... Bir çok ilim ve akademik kariyer sahibi; duayen isimler hazır bulundu... İslam dünyasına seslendiler ve ortak paydaları şu oldu... “Bugün hiçbir strateji, Müslümanların kanının akmasını önlemekten daha önemli değildir. Bunu önlemek, Müslümanların birlik olmasından geçer. Hiçbir mazeret, Müslümanlar arasında ihtilafları körüklemeyi meşrulaştıramaz."

***

İşte bu noktadan hareketle millet olarak, hem Kur’an’a sarılmalı, okumalı. Hem de tefsir hem de fıkıh kitaplarını okumak lazım… Ve diyorum ki Kur’an rastgele mezarlıkta okunan bir kitap olamaz… Cuma akşamları Yasin okuyup ölülere atfetmek için de inmemiştir... Kur’an bir hükümler manzumesidir... Yaşamdır, toplumdur, ümmettir, ahirettir…

***

Nisa suresinin 65. Ayetinin mealini zaman zaman sizinle paylaşıyoruz! Çünkü, bu ayet rastgele bir ayet değildir. Yine Maide suresinin 44, 45 ve 47. Ayetleri de aynı paralellik arz etmektedir.

Tekrarında fayda görerek, aktarıyorum…

“44- Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.

45- Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.

47- Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıkların ta kendileridir.”

Bilelim ki, önderimiz Hz. Muhammed (S.A.V), mürşidimiz de Kur’an-ı Kerim’dir.

***

Bakınız, Üstad Bediüzzaman Hazretleri Kur’an’a sarılmak için İslam dünyasını nasıl da ikaz ediyor… Çağımızın İslam allamesinin mübarek sözlerini burada tekrarlıyoruz…

Diyor ki;

“Ey âlem-i İslâm! Uyan, Kur'ân'a sarıl, İslâmiyete maddî ve mânevî bütün varlığınla müteveccih ol!

Ve Ey Kur'ân'a bin yıllık tarihinin şehadetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde nâşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı! Kur'ân'a yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak, onun bu zamanda bir mu'cize-i mânevîsi olan Nur Risalelerini mütalâa etmeye çalış. Lisanın, Kur'ân'ın âyetlerini âleme duyururken, hal ve etvar ve ahlâkın da onun mânâsını neşretsin; lisan-ı hâlinle de Kur'ân'ı oku. O zaman sen, dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun.

Ey asırlardan beri Kur'ân'ın bayraktarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş olan ecdadın evlât ve torunları! Uyanınız! Âlem-i İslâmın fecr-i sâdıkında gaflette bulunmak, kat'iyen akıl kârı değil! Yine âlem-i İslâmın intibahında rehber olmak, arkadaş, kardeş olmak için Kur'ân'ın ve imanın nuruyla münevver olarak İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip hakikî medeniyet-i insaniye ve terakki olan medeniyet-i İslâmiyeye sarılmak ve onu, hal ve harekâtında kendine rehber eylemek lâzımdır.”

***

İşte, Üstad Bediüzzaman Hazretleri 110 sene evvel nasıl da bizleri ikaz etmiş ve neler söylemiştir?

Bediüzzaman devamla diyor ki;

“Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim!

Beş yüz senedir yattığınız yeter! Artık Kur'ân'ın sabahında uyanınız. Yoksa, Kur'ân-ı Kerîmin güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.

Kur'ân'ın mecrâsından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz. Yoksa, toprak gibi sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır. Birleşen su damlaları gibi, Kur'ân-ı Kerîmin saadet ve selâmet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat olan, hakikat-i İslâmiye sularını akıtınız.

O hakikat-i İslâmiye sularıyla bu topraklarda iman ziyası altında hakikî medeniyetin fen ve san'at çiçekleri açacak, bu vatan maddî ve mânevî saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir, inşaallah.”

***

Sevgili dostlar.

Üstad Bediüzzaman, çağımızın en büyük allame-i cihanıdır... Üstadın bu uyarısı çok önemli ve de anlamlıdır.  Zira Üstad Bediüzzaman’ı, sıradan bir din adamı olarak görmek ve saymak yanlıştır. Çünkü vereset’ül Enbiya’dır kendisi... Yani, Peygamberlerin varisidir. Âlimler, vereset’ül Enbiya’dırlar… Âlimler, Peygamberlerin varisleridir.

***

Bu itibarla, onları rehber kılmak lazım! Onların izlerini takip etmek gerekir… Söylemlerini de kalbimize nakşetmemiz gerekir… Beyin derinliklerine enjekte ederek, yaşamın her kulvarına sirayetini sağlamak lazım…Diyorum ki, Müslüman olarak yapabileceğimiz tek vazife var... O da Üstad Bediüzzamanlar gibi İslam âlimlerini takip etmek, eserlerini okumak lazım... Çünkü, Risale-i Nur, Kur’an’dan fışkıran bir tefsirdir ve o tefsire sarılmak lazım.

Acizane tavsiyemiz, bundan ibarettir.

Kur’an’a sarılmamak, hafife almak, Risale-i Nur’u okumamak veyahut hafife almak, topluma yarar yerine zarar getirir ve ağır faturalar öderiz.

Bu itibarla aklımızı başımıza alalım ve Kur’an’a sımsıkı sarılalım.

En derin saygı ve sevgilerimle…