ÜLKEMİZDE MÜLTECİ SORUNU

Ülkemizde saptanabildiği kadarıyla 4 milyonun üzerinde yabancı uyruklu hayatını idame ettiriyor.

2011 yılında başlayan Suriye iç savaşı diğer ülkelerin çomak sokmasıyla dallanan budaklanan bitmeyen Suriye krizi dolayısıyla Suriye’den kitle kitle göç aldık.

Kapılarımızı açtık! İyi mi yaptık kötü mü iki sivri uçlu bıçak gibi mevzu.

Kapıları açmazsak insanlığımızdan utanacaktık, kapıları açınca derya gibi kültürel, sosyal, parasal, psikolojik sorunlarla baş başa kaldık.

Dertlerimiz bize yetmiyormuş da, nurtopu gibi mülteci sorunumuz var artık.

Suriyeliler için ülke ve yönetim olarak elimizden gelenin fazlasını yaptık.

Bir denge gütmeliydik. Hukuki statüleri “geçici koruma statüsü” kapsamında kalmalıydı.

Yeni doğan Suriyeli bebeklere ‘vatansız’ olduklarından vatandaşlık veriliyor.

T.C. vatandaşlığı vermek bu kadar kolay olmamalıydı.

Yetişkin yabancı uyruklulara da (sayısı az olmakla beraber) cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle vatandaşlık verildi- veriliyor.

Madem kabul ettik misafir olarak, çalışma izni yeme içme, barınma insanlık göreviydi yerine getirdik eyvallah!

Yarın bir gün bizlerinde sınır kapısı önlerinde beklemeyeceğimizin garantisi yok.

Ama fazla merhametten maraz doğar. Nitekim doğdu.

Ülkenin % 70 ‘i nefretle bakıyor Suriyeli ve Afganlara…

Geçici koruma altındaki Suriyelilere ve Türk vatandaşlarına kamuda istihdam projesi bile 2019 da hayata geçti.

Gerçi bu projenin giderlerini AB mali yardım programı olan FRIT karşılıyor.

Türkçesi: aman mülteciler bizim kapımıza dayanmasın, Türkiye de kalsınlar gereken para neyse öderiz.

Yabancı uyrukluların T.C. vatandaşlığı, ödenek almaları, geçici olarak istihdam edilmeleri bizi neden rahatsız ediyor?

Çünkü biz dünya devi ülkelerden değiliz.

Çünkü bizde sanayi kısıtlı, üretim kısıtlı, işsizlik azımsanmayacak düzeyde.

Sevgili işverenlerimiz, çiftçilerimiz Türk işçiye 3.000 vereceğine bir Suriyeli ya da Afgan’a 1.500 vererek işini gördürmeyi tercih ediyor.

Biz kendi ülkemizde işsiz kalırken yabancı misafir iş buluyor.

Öfkenin mevzusu bu. Yoksa vicdansızlıktan değil. Her zaman önce can sonra canan gelir.

Ama şöyle resmin büyüğüne baksak, geniş perspektiften.

Yıllarca Almaya, Belçika, Avustralya, İsveç’e Türk işçiler gitmedi mi?

Hâlâ yurtdışında yaşayan, Türk, Kürt yok mu?

Eline pasaportu alan Türkiye filankesi kaybetti Avrupa filankesi kazandı demiyor mu?

Aynı şey değil mi? Hangimizin yok Almancı akrabası, dışardan kazandıkları dolar ve Euro’larla burada yatırım yapıp tekeri düzelten.

Ama bize gelenler, eğitimsiz, fukara, üstü başı yırtık, kültür bizimkinden tamamen farklı ve Arap…

Hadi bir özeleştiri yapalım bizi rahatsız eden etkenlerden biri de bu.

Ara sıra yurtdışında ki vatandaşlarımıza öfke kusan, dışlayan, cami yakan Avrupalıları duyduğumuzda küfrü basmıyor muyuz?

Üzülmüyor muyuz? Aynı nefreti şimdi biz Suriyeli ve Afganlara gösteriyoruz. Şapkaları öne koyup düşünmek gerekli.

Evet aralarında barbarı var, haini var, duyarsızı var.

Birde bizimkilerin onlara yaptıklarını da göz ardı etmeyelim. Organ mafyası yıllardır Suriyelilerin peşinde,

paraya olan ihtiyaçlarında dolayı o zavallıların organlarını 3 kuruş karşılığında alıyorlar.

Kadın tacirleri Suriyeli kadınları birer birer kandırıyorlar.

Uyuşturucu tacirleri yine Suriyeli Afgan gençlerini seçiyorlar neden çünkü bu ülkede azınlıklar, açlar ve sahipsizler.

Gelelim Afganlara, Sovyetler 1979 dan 89 a kadar Afganlara kan kusturdu.

Sonra uzun yıllar kendi iç savaşları devam etti.

Yıl 2001, 11 Eylül saldırılarından sorumlu tutulan Ladin’in teslim edilmemesi üzerine İngiltere ve ABD Afganistan’a hava saldırılarına başladı.

Neyse konumuz Afganistan tarihi değil anlatmaya çalıştığım Afgan halkının neler çektiği.

Savaşların getirdiği açlık, tecavüzler, yetimler, silah ve bombalarla büyümüş çocuklar.

Geçen hafta medyaya düşen yüzü façalı, eli bıçaklı çocuk böyle bir atmosferde büyüdü. Ne beklenir.

Suçlu mu _ Hayır. Afganistan içinde poşulu zındıklarla, dışarıda emperyalistlerle yaşam mücadelesi vermekten birkaç nesil insanlıklarını unuttular.

Bu insanlara öfke nöbeti, linç, gitsinler, defolsunlar demek bana kalırsa yanlıştır.

Şimdi diyecekler ki eee sen hangi görüşü savundun. Biz köşe yazarlarının görevi bir görüş tarafını savunmak değildir.

Olayları geniş pencereden bütünüyle ele alıp sizlere sunarız, farkındalık yaratırız.

İpin bir ucu böyleyken diğer ucu böyledir. Artık neresinde duracağınıza siz karar verin.