Emirdağ Lahikası

Aziz, Sıddık Kardeşlerim ve benim hakkımda bu gurbette samimî akrabalarım Osman, Mehmed, Hasan Efendiler!
Sizin hâlisane bana ve Risale-i Nur’a karşı hiç unutulmayacak hizmetinize bir mükâfat-ı âcile olarak Hasan Feyzi ve sair talebelerin, Çalışkan Hanedanına karşı fevkalâde teveccühleri ve umum memlekette sizin şerefinizi neşretmeleri ve ehl-i hakikatı size dost yapmak cihetiyle, benden ziyade Risale-i Nur ve şâkirdlerini himaye ve muhafaza etmek ve ehl-i siyasetin ve beni zehirleyen düşmanlarımın desiselerinden kurtarmak için gayet derecede bir ihtiyat, tam bir sadakat ve benim yerimde tam bir dikkat ile mükellefsiniz. Yoksa az bir hatâ, yalnız bana değil, belki binler mâsum şâkirdlere ve şimdi parlayan şerefinize dokunacak. Benim vaziyetim ve verilen sıkıntılar altı vecihle kanunsuz olmasından, ileride mesuliyetten kurtarmak için insafsız ve kanunsuz beni tâzib edenler, kendilerine bir bahane, bir vesile arıyorlar. Pek çok dikkatli olmanız lâzımdır.

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Evvelâ: Bir-iki gün evvel hasb-ı hâlin bir parçası size gönderilmiş. Tâ, siz onu esas tutup, lüzum olduğu zaman ya istida veya o vekile ve mahkemeye vermek veya başka makamata o parça ile müracaat etmek ve kardeşlerimiz dahi o esas üzerine kendilerini münafıklara karşı müdafaa etmek için size gönderilmiş. Demek, şimdiye akadar bana garazla işkenceli sıkıntıları verdiren, en başta o imiş. Her ne ise. Siz, meşveretle ne lâzımsa yaparsınız. Fakat ihtiyatla, telâşsız, velveleye vermemek lâzım.
Saniyen: Bu defa görüşmediğim buranın korkak müftüsü vasıtasiyle, Hulûsi’nin, Kars’dan bir mektubunu biraderzâdem Nihad’ın mektubuyla aldım. Elhak, o kardeşimiz, daima fevkalâde sadakatını ve Nurlara kuvvetli alâkasını muhafaza ediyor. Mânidar bir tevafukdur ki, bilmediği halde, Nihad’ın orada bulunması ihtimaliyle, Sabri’ye ait fıkrada demiştim ki: Nihad, Kars’da ise, Hulûsi ile görüşür meâlinde buraya söylediğim ve sonra size yazdığım aynı zamanda, o ikisi şimdiye kadar sükut ettikleri halde, beraber bana mektup yazıyorlar.
Sâlisen: Re’fet kardeşimizin kemâl-i sadakat ve alâkasını ve Hulûsi gibi Nurların bir kumandanı olduğunu gösteren mektubu, Hulûsi’nin mektubunu aldığım zamanına tevafuku, lâtif ve sürurlu oldu. O ikisi ‘’Lâhika’’ya girsin ve Re’fetin mâsumlara Kur’ân okutması ve kendisi Lem’alar ile, yazmak ve okumakla meşgul olması ve benim hastalığım şifâsına o mâsumlarla dua etmeleri, bir merhem gibi hastalığıma ferah ve hiffet verdi.
Ve Râbian: Yazıda, merhum Âsım’a benzeyen Yâkyb Cemâl’in hayatta olduğunu; ve hayatta ise Nurlar ile, o güzel kalemi ile hizmet ediyor mu bilemediğim için, çok defa hazînane ve müteessifane düşünüyordum. Hadsiz şükür olsun ki; hem hayatta, hem Nurlara hizmette, hem sadakatta olduğunu gösteren bir mektubunu aldım, Elhamdülillâh dedim.

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Yüz defadan ziyade, gayet kıymetli bir hakikat-ı îmaniye bana görünüyor. Te’lif zamanı tamam olması hikmetiyle, ne kadar çalıştım, o çok ehemmiyetli hakikatı avlayamadım. Vâzıhan ifade ve ihsas etmek için bekledim, muvaffak olamadım. Şimdi gayet kısa bir işaretle, o çok geniş ve çok uzun hakikattan kısacık bahsedeceğim.
Hadîsi; hem cevâmiü’l-kelimden, hem müteşabih Hadîslerdendir. Pek büyük ve küllî nüktesi, benim kalbime, Hulâsatü’l-Hulâsa ile Cevşenü’l-Kebir’i okuduğum vakit zâhir oldu. Ben de, o acib ve çok güzel nükteyi kaçırmamak için, şifreler, işaretler nev’inden Hulâsatü’l-Hulâsa’nın onyedinci mertebesi olan ‘’Kurân lisaniyle şehadet’’ ve onsekizinci mertebesi olan ‘’Kâinat lisaniyle şehadet’’ ortasında o şifreli işaretleri şöyle koydum.
Devam Edecek