Emirdağ Lahikası

3. Senin başına gelen zulümler ve musibetlerin altında kaderin adaleti var. İnsanlar, senin yapmadığın bir işle sana zulüm ediyorlar. Fakat, kader senin gizli hatâlarına binaen, o musibet eliyle seni hem terbiye, hem hatâna keffaret ediyor.

4. Hem yüzer tecrübenle, ey sabırsız nefsim! Kat’î kanaatın gelmiş ki; zâhirî musibetler altında ve neticesinde, inayet-i İlâhiyenin çok tatlı neticeleri var. Çok kat’î bir hakikatı ders veriyor. O dersi daima hatıra gelir.

Hem, feleğin çarkını çeviren kanun-u İlâhî, senin hatırın için -o pek geniş kanun-u kaderî- değiştirilmez.

5. Kudsî düsturunu kendine rehber et! Hevesli akılsız çocuklar gibi, muvakkat, ehemmiyetsiz lezzetlerin peşinde koşma! Düşün ki; fâni zevkler, sana mânevî elemler, teessüfler bırakıyor.Sıkıntılar, elemler ise; bilâkis mânevî lezzetler ve uhrevî sevaplar veriyor.Sen divane olmazsan, muvakkat lezzeti yalnız şükür için arayabilirsin.Zaten lezzetler şükür için verilmiş...

Sadi Nursî

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Evvelen: Garib bir münazara-i nefsiyemi, bana mahsus iken, bera-yı malûmat size yazmak hatırıma geldi.Şöyle ki:

Başım üstündeki sizce malûm levha nefsimi tam susturduğu halde; bu gece nefs-i emmarenin silâhını daha mussırane istîmal eden kör hissiyatım, damarlarıma tam dokundurup, tesemmüm ve hastalıktan gelen ziyade teessür ve hassasiyet ve şeytandan gelen ilkaat ve fıtrî hubb-u hayattan gelen acib bir hâletle, o ikinci nefs-i emmare hükmünde olan kör hissiyat, benim vefat ihtimalinden şiddetli bir me’yusiyet ve teellüm ve kuvvetli bir hırs ve zevk ve lezzetle kalb ve ruhuma tam ilişti.

‘’Ne için istiharat-ı hayatına çalışmıyorsun.. belki reddediyorsun; ve gayet zevkli ve mâsumane lezzetli bir hayat ve bir ömür kendine Nur dairesinde aramıyorsun ve ölmeğe karar verip razı oluyorsun?’’ dedi ve dediler. Birden gayet kuvvetli iki hakikat, o ikinci nefs-i emmareyi şeytanla beraber susturdu.

Birincisi: Mâdem Risale-i Nur’un vazife-i kudsiye-i îmaniyesi benim ölümümle daha ziyade hâlisane inkişaf edecek ve hiçbir cihetle dünya işlerine ve benlik ve enaniyete vesilelikle ittiham edilmeyecek ve rekabeti tahrik eden hayat-ı şahsiyemi bulmadığı için daha mükemmel ve ihlâs ile o vazife devam edecek; hem ben dünyada kaldıkça gerçi bir derece yardımım olabilir, fakat âdi şahsiyetimin ehemmiyetli rakibleri, münekkidleri, o şahsiyeti ittiham edebilir ve Risale-i Nur’a ihlâssızlıkla ilişebilir ve bir derece çekinir, çekindirir; hem bir derece bekçilik yapan bir şahsiyetin yatmasiyle, o daire-i nuraniyedeki bütün ehl-i gayret müteyakkız davranır. Bir nöbetdar yerine, binler bekçi çıkar. Elbette ölüm gelse, baş üstüne geldin demek gerektir.

Hem, mâdem Nur şâkirdlerinden çokları hem malını, hem istirahatını, hem dünya zevklerini, hem lüzum olsa hayatını Nurun hizmetinde feda ediyorlar, sen ey nefsim! Neden fedakârlıkta en geri kalmak istersin.

Hem kat’iyen bil ki: Çok bîçarelerin hayat-ı bâkıyelerini Nurlarla kurtarmak hizmetinde, fâni ve zahmetli ihtiyarlık hayatını memnuniyetle bırakmağa lüzum olsa veya vakti gelse, râzı olmak gayet lezzetli bir şereftir.

İkincisi: Nasılki âciz, zaif bir adam, bir batmanı kaldıramadığı halde on batman yük üstüne yığılmış bulunsa; ve dostları onu çok kuvvetli bilip ona gizli za’fına yardımdan ziyade ondan yardım istedikleri halde; o bîçâre de onların hüsn-ü zannını kırmamak veyahut kendini çok aşağı göstermemek için gayet ağır ve soğuk olan gösteriş ve tekellüflerle kendini yüksek ve kuvvetli göstermeğe çalışmak çok elîm ve zevksiz olması gibi, aynen öyle de: Ey kör hissiyatın içine giren nefs-i emmare! Bu âdi şahsiyetimin ve bir çekirdek kadar ehemmiyeti olmayan istidadımın yüz derece fevkınde ve sırf bir inayet-i Rabbaniye olarak bu karanlıklı ve çok hastalıklı asırda Kur’ân’ın eczahane-i kudsiyesinden çıkan ve rahmet-i İlâhiye ile elimize verilen Risale-i Nurdaki hakikatlara o şahıs masdar ve menba ve medar olamaz. Belki, yalnız çok bîçare ve muhtaç ve Kur’ân kapısında bir sâil ve muhtaçlara yetiştirmeğe bir vesile olduğum halde, Nurun muhlis ve hâlis, sıddık ve sadık, sâfi ve fedakâr şâkirdleri, o bîçare şahsiyetim hakkında yüz derece ziyade hüsn-ü zanlarını kırmamak ve hissiyatlarını incitmemek ve Nurlara karşı şevklerine ilişmemek ve Üstad nâmı verdikleri o bîçare şahsı, onların hatırı için çok aşağı olduğunu göstermemek ve ağır ve elemli tekellüflere ve tasannulara mecbur olmamak için ve yirmi sene tecrîdatın verdiği tevahhuş için, hattâ dostlarla dahi -hizmet-i Nuriye olmazsa- görüşmeyi terkediyorum ve etmeğe ruhen mecbur oluyorum ve tekellüfe ve kıymetten ziyade kendimi göstermeğe ve ziyade hüsn-ü zan edenlere karşı hoş görünmek için kendimi makam sahibi göstermek ve sırr-ı ihlâsa tam münâfi kendini büyük göstermek ve vakar perdesi altında benliğin zararlı ve fâni zevkini aramak hâletleri ise, ey nefsim! meftun olduğun o zevkleri hiçe indirirler.                  

Devam edecek