Emirdağ Lahikası
İşte şimdi gizli münafıklar, Vehhâbîlik damariyle en ziyade İslâmiyeti ve hakikat-ı Kur’âniyeyi muhafazaya memur ve mükellef olan bir kısım hocaları elde edip, ehl-i hakikatı Alevîlikle ittiham etmekle birbiri aleyhinde istîmal ederek dehşetli bir darbeyi, İslâmiyete vurmağa çalışanlar meydanda geziyorlar. Sen de bir parçasını mektubunda yazıyorsun. Hattâ sen de biliyorsun; benim ve Risale-i Nur’un aleyhinde istîmal edilen en te’sirli vasıtayı hocalardan bulmuşlar.
Şimdi Haremeyn-i Şerîfeyne hükmeden Vehhâbîler ve meşhur, dehşetli, dâhîlerden İbnü’t-Teymiye ve İbnü’l-Kayyim-i Cevzî’nin pek acib ve cazibedar eserleri İstanbul’da çoktan beri hocaların eline geçmesiyle, hususan evliyalar aleyhinde ve bir derece bid’alara müsaadekâr meşreblerini kendilerine perde yapmak isteyen, bid’alara bulaşmış bir kısım hocalar, sizin, muhabbet-i Âl-i Beytten gelen ve şimdi izharı lâzım olmayan içtihadınızı vesile ederek hem sana, hem Nur şâkirdlerine darbe vurabilirler. Mâdem, zemmetmemek ve tekfir etmemekte bir emr-i şer’î yok, fakat zemde ve tekfirde hükm-ü şer’î var. Zem ve tekfir, eğer haksız olsa, büyük zararı var; eğer haklı ise, hiç hayır ve sevap yok. Çünkü tekfire ve zemme müstehak hadsizdir. Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir hükm-ü şer’î yok, hiç zararı da yok.
İşte bu hakikat içindir ki; ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beytin Eimme-i İsna Aşer olarak Ehl-i Sünnet, mezkûr hakikata müstenid olan kanun-u kudsiyeyi kendilerine rehber edip, İslâmlar içinde o eski zaman fitnelerinden medâr-ı bahs ve münakaşa etmeyi caiz görmemişler, menfaatsiz, zararı var demişler.
Hem o harblerde, çok ehemmiyetli sahabeler, nasılsa iki tarafta bulunmuşlar. O fitneleri bahsetmekte o hakikî sahabelere, Talha ve Zübeyr (R.A.) gibi Aşere-i Mübeşşereye dahi tarafgirane bir inkâr, bir itiraz kalbe gelir. Hatâ varsa da tevbe ihtimali kuvvetlidir. O eski zamana gidip lüzumsuz, zararlı, şeriat emretmeden o ahvâlleri tedkik etmekten ise; şimdi bu zamanda bilfiil İslâmiyete dehşetli darbeleri vuran, binler lânete, nefrete müstehak olanlara ehemmiyet vermemek gibi hâlet, mü’min ve müdakkik bir zâtın vazife-i kudsiyesine muvafık gelemez...
Hattâ Sabri ile küçücük münakaşanız; hem Risale-i Nur’a, hem hakaik-ı îmaniyenin intişarına ehemmiyetli zarar verdiğini senden saklamam. Aynı vakitte burada hissettim, müteessir ve müteellim oldum. Sonra senin gibi ehl-i tahkik bir âlimin Risale-i Nur’a oraca ehemmiyetli bir hizmete vesile olacak Sabri oraya gelmesi, ikinizden büyük bir hizmet-i Nuriye beklerken, bilâkis üç cihetle Nura zarar geldiğini hissettim ve gördüm. Acaba neden bu zarar olmuş? diye, iki-üç gün sonra haber adlım ki; Sabri; mânasız, lüzumsuz seninle münakaşa etmiş; sen de hiddete gelmişsin.
‘’Eyvah!’’ dedim. ‘’Yâ Rab! Erzurum’dan imdadıma yetişen bu iki zâtın münakaşasını musalâhaya tebdil et.’’ diye dua ettim. Risale-i Nur’un İhlâs Lem’alarında denildiği gibi; şimdi ehl-i îman, değil müslüman kardeşleriyle, belki Hıristiyanın dindar ruhânîleriyle ittifak etmek ve medâr-ı ihtilaf mes’eleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir. Çünkü, küfr-ü mutlak hücum ediyor.
Senin, hamiyet-i diniye ve tecrübe-i ilmiye ve Nurlara karşı alâkanızdan rica ediyorum ki, Sabri ile geçen macerayı unutmağa çalış ve onu da affet ve helâl et. Çünkü o, kendi kafasiyle konuşmamış; eskiden beri hocalardan işittiği şeyleri, lüzumsuz münakaşa ile söylemiş. Bilirsin ki; büyük bir hasene ve iyilik, çok günahlara keffaret olur.
Evet, o hemşehrimiz Sabri, hakikaten Nura ve Nur vasıtasiyle îmana öyle bir hizmet eylemiş ki, bin hatâsını affettirir. Sizin âlîcenablığınızdan, o Nur hizmetleri hâtırı için, dost bir hemşehri ve Nur hizmetinde bir arkadaş nazariyle bakmalısınız. Sahabelerin bir kısmı, o harblerde, adalet-i izafiye ve nisbiye ve ruhsat-ı şer’iyyeyi düşünüp tâbi olarak, Hazret-i Ali’nin (R.A.) tâkib ettiği adalet-i hakikiye ve azimet-i şer’iyye ile beraber zâhidâne, müstağniyane, muktesidane mesleğini terkedip muhalif tarafa bu içtihad neticesinde girdiklerini, hattâ İmam-ı Ali’nin (R.A.) kardeşi Ukayl ve ‘’Habrü’l-Ümme’’ unvanını alan Abdullah İbn-i Abbas dahi bir vakit muhalif tarafında bulunduklarından, hakikî Ehl-i Sünnet Velcemaat, bir düstûr-u esasiye-i şer’iyyeye binaen diyerek o fitnelerin kapısını açmak, bahsetmek caiz görmüyorlar. Çünkü; itiraza müstehak bir kaç tane varsa, tarafgirlik damariyle büyük sahabelere, hattâ muhalif tarafında bulunan Âl-i Beytin bir kısmına ve Talha ve Zübeyr (R.A.) gibi Aşere-i Mübeşşereden büyük zâtlara itiraza başlar, zem ve adâvet meyli uyanır diye Ehl-i Sünnet, o kapıyı kapamak tarafdandır.
Devam Edecek