Emirdağ Lahikası

Bu hakikat için, hem bu zamanda enaniyet ziyade hükmettiği için, haddimden çok ziyade olan  hüsn-ü zanları kendime almıyorum. Ve ben, kardeşlerim gibi, kendi nefsime hüsn-ü zan etmiyorum.Hem kardeşlerimin bu bîçare kardeşlerine verdiği makam-ı uhrevî, hakikî, dinî makam ise; Mektubat’ta İkinci Mektub’un âhirindeki kaideye göre, ‘’Şahsıma verdikleri mânevî hediye olan kemâlâtı, eğer hâşâ! Ben kendimi öyle bilsem, olmamasına delildir;kendimi öyle bilmesem, onların o hediyesini kabul etmemk lâzım geliyor.’’ Hem kendini makam sahibi bilmek cihetinde enaniyet müdahale edebilir...

Bir şey daha kaldı ki; dünya cihetinde hakaik-ı îmaniyenin neşrindeki vazifedar, makam sahibi olsa, iyi tesir eder denilebilir.Bunda da iki mâni var.

Birisi: Faraza velâyet olsa da; bilerek, isteyerek makam yapmak tarzında, velâyetin mahiyetindeki ihlâs ve mahviyete münafidir. Nübüvvetin vereseleri olan Sahabeler gibi izhar ve dâva edemezler; onlara kıyas edilmez.

İkinci Mâni: Pek çok cihetlerle çürütülebilir ve fâni ve cüz’î ve muvakkat ve kusurlu bir şahıs sahip olsa, Nurlara ve hakaik-ı îmaniyenin fütuhatına zarar gelir.Fakat bir nokta var ki, mucib-i şükrandır; ehl-i siyasetteki düşmanlarım, mezkûr hakikatları bilmedikleri için; şerefli, izzetli Eski Said’i düşünüp mütemadiyen Nurlar bedeline benim şahsıma ihanet ve tenkîs etmekle meşgul oluyorlar. Bâzı mütaassıb enaniyetli hocaları da şahsımın aleyhine çeviriyorlar; güyâ Nurları söndürmeye çalışıyorlar. Halbuki, Nurları daha ziyade parlattırmaya vesile oluyorlar. Nurlar, âdi şahsımdan değil, Kur’ân güneşinin menbaından nurları alıyor.

Alamescid Köyü Hocası İbrahim Edhem’in halisane mektubuyla, ehemmiyetli ve Nurun mâsum şâkirdlerinin o mübarek hocanın dersinden tam hisse alan ve Nurun mâsum şâkirdlerinin o mübarek hocanın dersinden tam hisse alan ve Nur dairesine giren altı küçücük mâsumların kendi kendilerine düşünüp hocalarına söyleyerek, altı pusla kendi kalemleriyle yazarak, bu ihtiyar, hasta Said’e, o mâsum mübarekler, ömürlerinden herbiri bir kısmını vermesi, hakikaten gayet medâr-ı hayret ve takdir bir hadise-i Nuriyedir. Ben dahi o mâsumların o mübarek hediyelerini kabul edip, yine o küçücük Saidlere hediye ederek, benim yerimde çalışmak için bağışlıyorum. Cenâb-ı Hak, onları muvaffak eylesin. O küçücük Saidler ise, işaretlerinden: İbrahim dokuz yaşında, Mustafa onbir yaşında, Halil İbrahim oniki yaşında, Emin Yılmaz ondört yaşında, Mehmed onbir yaşında, Abdullah oniki yaşlarındadır.

Medrese-i Nuriye kahramanlarından ve o medresenin üstad-ı mübareki, merhum Hacı Hâfız’ın mahdumu ve vârisi Hâfız Mehmed’in, o medresenin umum şâkirdleri namına yazdığı mektubunda ‘’Nurla iştigalin, ölümden başka her belâya, hastalıklara bir ilâç olduğu gibi; dehşetli ölümü de, cennetin kapısı gösterip, ehl-i îmanı heyecanla şevke getiriyor.’’ diye fıkrası hakikat olduğuna pek çok hadiseler var. Mâsum mahdumu da hâfızlığa başlaması... İnşâallah muvaffak olacak, ceddinin ve pederinin mübarek hâfızlık unvanlarını daimleştirecek.

Medrese-i Nuriyenin elmas kalemli kahramanlarından Mustafa Yıldız’ın, sureten kısa ve mânen uzun ve kıymetli mektubunda, medrese-i Nuriyenin kahramanlarına havale edilen Sikke-i Gaybiye’nin yağlı kâğıda yazılmasını, üç-dört hüdhüdün mânen alkışlaması gösteriyor ki; inşâallah Sikke-i Gaybiye medrese-i Nuriyede parlak bir tarzda çıkacak ve güzel fütuhat yapacak.

Kahraman Tahirî’nin gönderdiği kısa münâcât, sıhhatlidir. Fakat yalnız baştaki kısmın tercümesi var. Şimdi tam tercüme etmeğe hâlim müsaade etmiyor.. aynen yazılsın.Bu kısacık münâcât gösteriyor ki; enaniyet-i nefsiye ve hissiyat-ı hayatiye, Risale-i Nur’un te’lifi zamanında hükmetmemişler, Nurların ihlâs ve safiyetini bulandırmamışlar. Eski Harb-i Umumîde, daima şehid olmağa muntazır olduğumdan, İşârâtü’l-İ’câz Tefsiri tam, hâlis yazıldığı gibi; bu münâcâttaki tam rabıta-i mevtin kuvvetli tezahürü dahi, Nurların sâfi ve hâlis bir mahiyet almasına vesile olmuş. İnşâallah hissiyat-ı nefsaniye karışmamış.

Devam Edecek