Emirdağ Lahikası
Ve aynen bin üçyüz altmış tarihini gösterip, dalâletin cezası olarak kavm-i Lûtun başına gelen ahcar-ı semaviyeyi andıran semavî taşlar o tarihlerden sonra geleceğini haber verip tehdit ediyor. Ve Risale-i Nur’un ‘’Sûre-i Fîl’’ nüktesine ait beyanatı içinde hâşiyeli bir cümle var: ‘’Evet, bu tokatlardan pürşer beşer, şirkten, şükre girmezse ve Kur’ân’a tarziye vermezse, melâike elleriyle de ahcar-ı semaviye başlarına yağacağını bu sure bir mâna-yı işârî ile tehdit ediyor.’’
İşte bu fıkra doğrudan doğruya bu taşlara işareti olmasına iki emare var.
Birincisi: Şimdiye kadar gelem semavî taşlar bir-iki karış oldukları halde, böyle yirmibeş metre uzunluğunda ve on metre genişliğinde dağ gibi taşlar, elbette semavatın dinsizliğe karşı bir alâmet-i hiddetlidir.
Sûre-i Fîl mu’cizane ona bakması, onun tefsiri, ona işaret etmesi, hakikattır. O hadisenin o ihbara liyakatı var. Çünkü emsalsizdir.
İkinci emaresi: Bütün zemin yüzünü ve nev-i beşeri tehdit eden dehşetli bir dinsizliğin merkezlerine gelmesidir. Ve dinsizler bunu hissetmişler ki; küçücük hadiseleri ehemmiyetle neşrettikleri halde, bir iki aydır bu acib, dehşetli hadiseyi, ellerinden geldiği kadar şa’şaalandırmamağa çalışmışlar.
***
Aziz sıddık kardeşlerim Tahirî, Sabri, Salâhaddin, Mehmed, Mustafa!
Evvelâ: Bu gelen şuhur-u selâsenin hürmetine ve Nur şâkirdlerinin sadakat ve ihlâslarının hürmetine, çok ehemmiyetli, hakkımda bir sebeb-i itab ve tokat bir hadiseyi, tâmire çalışacağız. Ve gücenmeyiniz. Şöyle ki, bu gece hiç görmediğim bir itab, bir tâzib suretinde mânevî bir şiddetli ihtar ile denildi ki:
‘’Dünyaya, zevke, keyfe tenezzül etmemekle Nurlardaki ihlâs ve istiğnayı muhafazaya mükelleftin ve bu asırda sırriyle dünyayı dine tercih etmek ve bilerek elması şişeye tebdil etmek olan hastalığa, Nur vasıtasiyle çalışmağa vazifedardın. Yüz tecrübenizle de anladın ki, insanların hediyeleri, ihsanları, yardımları, sana dokunuyor. Hattâ seni hasta ediyor. Her gün eserini, tecrübesini görüyorsun; senin en ziyade îtimad ettiğin ve Risale-i Nur’un fedakâr kahramanlarının yüzlerini Risale-i Nur’un hizmetinden ziyade kendi istirahatine çevirmeğe sebebiyet verdin... İlââhir.’’ diye daha mânen çok söylenildi diye beni tam tekdir etti. Hattâ şimdi bir mânevî tokattan dahi korkuyorum. Bu hadisenin çare-i yegânesi; bu otomobili alan sizler ilân edeceksiniz ki, ‘Bu kardeşimiz Said, bunu kabul edemedi, mânevî, dehşetli bir zarar hissetti.’’
İkincisi: Otomobil şimdi Konyalı Sabri’nin yanına gönderilmeli, oraya gitsin. O razı olmazsa Medresetü’z-Zehra erkânlarına gitsin. Sabri merak etmesin, her ay Nurlara onun hârika hizmeti, bir otomobil fiatından ziyadedir. Onun için gücenmesin.
Saniyen: Kat’iyyen biliniz ki, bu dehşetli itabı gördüğümün sebebi istirahat için bir arzu nevinde ve bir temenni tarzında, bir otomobil ile gezmeğe gittiğim vakitte, otomobilci dedi ki: ‘’Küçücük otomobiller çıkmış, bin lira gibi bir fiatla satılıyor.’’
Ben de temenni nevinden dedim ki: ‘’Keşki, öyle bir emanet küçük otomobil elmize geçseydi, sair yerlerdeki Nurcu kardeşlerimi ziyaret etseydim’’ demiştim. Buna hakikî ve ciddî bir karar vermemiştim. Bir arzu iken; buradaki iki has kardeşimiz, bu arzuyu ciddî bir karar zannedip bin lira değil, dört bin liraya kadar fedakârane çalışmışlar. Buraya geldikleri vakit, yedi saat memnuniyetle telakki edip, o arzuyu bir dua-yı makbule zannettiğim halde, birden bu gecede mânevî itiraz ve itab gördüm. O arzumun hatâsını anladım. Hiç görmediğim bu tarz mânevî itabın, üç sebebi var, başka vakit izah edilecek.
Bu otomobili alan beş kardeşimiz kat’iyyen bilsinler ki, değil beşinin bir otomobili sadaka ve ihsan ve hediye etmişler, belki onların hayırlı niyetleri cihetinde Risale-i Nur dairesi hizmetinde herbiri tam bir otomobil fiatı kadar bir hediye bilfiil yapmışlar gibi mânen kabul edildiğine bana bir işaret ve kanaat var. Mâdem, kardeşlerim, sizin hâlisane bu hizmetiniz hakkınızda böyle makbuliyet var. Siz müteessir olmayınız.
Devam edecek