Emirdağ Lahikası
Hamisen: “Hüve Nüktesi” pek ince, gerçi ço mücmel ve muhtasa olmuş, fakat herkes ondan pek kuvvetli bir nur-u îmani hissedebilir diye size gönderildi. Fakat o nüktenin âhirlerinde “Her zerre, cezbedarane hal diliyle deyip gezer” cümlesine, “hal diliyle ve mezkûr hakikatın şehadeti ve lisaniyle” kelimeleri ilâve edilecek. Bu Hüve Nüktesi ile Yirmidokuzuncu Mektub’un Beşinci kısmı olan âyeti münasebetiyle bir seyahat-i hayaliye ve yine “Yirmidokuzuncu Mektub”un Birinci kısmında yalnız “Nûn-u Na’büdü” kapısıyla cemaat sırrını gösteren seyahat-ı hayaliye dahi beraber Sikke-i Gaybiye’nin âhirine Gaybiye’ye konulmamış ise, onun da bir hulâsasını dercedilmesini size havale ediyorum.
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Mesmuatıma nazaran, Şemsi ve isimlerini söylemeği münasip bulmadığımız müellifler, Zülfikar’dan ve sair Risale-i Nur’dan bâzı kısımları kendi namlarına neşretmelerine razıyım ve helal ediyorum ve memnun olurum. Onlar da Nurun şâkidleridirler, bu surette Nurları neşrederler. Yirmi seneden beri çoklar, hattâ büyük hocalar, eserlerinde ve müellifler de Nurun mes’elelerinden çoklarını almışlar ve alıyorlar. Hattâ değil böyle dost zâtları, belki resmi makamları bulunan ve eserler yazan ve Nurların intişarlarına taraftar olmayan ve eserleri revaç bulmak niyetiyle Nurun neşrine mani olanları dahi helal ediyoruz. Çünkü onların men’leri başka bir tarzda ve daha faideli intişarına ve fütuhatına vesile oluyorlar.
Ben, hal-i hâzıra bakmadığım için bilemiyorum. İstemeyerek işittim ki: Eser yazan ve Nurdan çalan resmi büyük zâtlar diyorlar: “Risale-i Nuru okuyabilirsiniz, başkasına vermeyiniz.” Güya Nurlar onların eserlerini setrettirecek. Halbuki Nurlar, o eserlerdeki hakikatları tasdik eder, onlara kuvvet ve revaç verir. İnşâallah bir zaman onlar resmen neşrine mecbur olacaklar. Fakat İzmirli hâkimin dediği gibi, “Risale-i Nur gizlenmiyor ve başka kitaplara benzemiyor ve temellük edilmiyor, nerede bulunursa bulunsun, ben nurdan gelmişim” der.
Hem Risale-i Nur’un sekiz senedir en mühim parçaları İstanbul’a gidiyordu ve kemâl-i şevkle müellifler okuyorlardı. Esasen Risale-i Nur ise; ona şâkird olmak şartiyle, herkesin kendi malı gibidir.
Isparta’dan hacca giden ve benim bedelime dahi mânen hac etmeği vaad eden o mübarek kardeşlerimizi has şâkirdler dairesinde bütün mânevî kazançlarımıza hissedar etmeğe karar verdik. Cenâb-ı Hak, onları iki cihanda mes’ud iylesin, âmin!
Medresetü’z Zehranın bana gönderdiği bu defaki Asâ-yı Mûsa fiatından kalan altmış banknotu yakında göndereceğim.
Hem Nur Ticarethanesi sahibi vasıtasiyle olacak. Umuma birer birer selâm.
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Evvelâ: Rehber’den yüz tanesini nâşirlerinden elli banknota aldım ve kendi Asâ-yı Mûsa nüshalarımdan sattığımdan onlara verdim. Bana son gönderdiğiniz Asâ-yı Mûsa fiatından borcum kalan altmış banknotun yerine size gönderdim. Yirmi-otuz tanesi Medresetü’z-Zehranın dahilinde ve mütebakisi Denizli, Milâs, Burdur, Antalya, Aydın, İzmir gibi yerlere tensib ettiğiniz miktarda gönderirsiniz. Asıl bunun ehemmiyetli hakiki fiatı, alan adam hiç olmazsa on adama okutulmaktır. Çünkü nüshaları azdır.
Saniyen: Mahkemedeki müdafaatınızı beğendim, güzeldir. Teşrin yirmiikiye te’hiri de hayırlıdır. Zaten onların elindeki kısmı, resmi adamların bir cihette hisseleridir, okusunlar; okumasalar da, yakınlarında dairelerinde bulunması ve onlar vazifeten onların hakaikıyle mücmelen meşgul olması.. mânevi ders alıyorlar, hiç merak etmeyiniz. Nurların inkişafı ve fütühatı gittikçe ziyadeleşiyor, resmî adamların çoklarını içine alıyor. Resmî memurlara bir merak düşmüş, arıyorlar; buldukları vakit, tokadını yedikleri halde elini öpüyorlar.
Devam Edecek