Emirdağ Lahikası
Saniyen: Şiddetli hastalık ve sair sebeplerin tesiriyle ben Nurcu kardeşlerimle konuşamadığımdan ve o musahabeden mahrum kaldığımdan benim bedelime sizler ve Risale-i Nur’u Kur’ân medresesinde Yeni Said’e verdiği ders.. ve Eski Said’in de Hutbe-i Şâmiye ve zeyilleri gibi hayat-ı içtimaiye medresesinde aldığı dersleri ve konuşmaları bu bîçare kardeşiniz bedeline müştak olduğum kardeşlerimle benim yerimde konuşmalarını tevkil ediyorum.
Sâlisen: Bir küçük medrese-i Nuriyeyi kendi hanesinde te’sis edip kahraman Tahirî gibi bir has, hâlis Nur nâşirini daire-i Nuriyeye veren Tahirî’nin merhum pederinin vefatını, hem onun akrabasını, hem Isparta’yı, hem Nur dairesini tâziye ediyorum. Cenâb-ı Hak Nurun hurufları adedince ruhuna rahmet eylesin. Âmin...
Râbian: İnebolu, Zühretü’n-Nur’dan üçyüzü benim hesabıma tahsis etmiş. Ben de dedim: Yüzelli Isparta’ya ve yüzelli bana gelsin. Bana gelmiş, size gelen ise, ileride bana vereceğiniz Mektubat Mecmuasına mukabil ve size borcum var ise hesap edersiniz...
Hâmisen: Irak tarafında, hususan Bağdat’taki Üstad-ı Â’zamın türbedarına ve kardeşlerime selâmımı tebliğ ve hayatım müsaade ederse, bütün ruh u canımla o havaliye gitmek iştiyakımı bildirirsiniz.
Hasta Kardeşiniz
Said Nursî
Aziz Kardeşlerim!
Eski Said’in matbu eski eserlerinden birisi elime geçti. Merak ve dikkatle baktım. Bu gelen fıkra kalbe geldi. Münasipse Mektubat âhirinde yazılsın.
Evvelâ: Hürriyetin üçüncü senesinde aşâirler arasında meşrûtiyet-i meşrûayı aşâire tam bildirmek ve kabul ettirmek için Ertuş aşâiri içinde hususan Küdan ve Mamhuran’a verdiği ders ve bin üçyüz yirmidokuzda matbaa-i Ebüzziya’da tab’edilen kırkbir sene evvel tab’edilmiş fakat maatteessüf yirmi-otuz seneden beri arıyordum, bulamamıştım. Bu defa birisi bir nüsha bulup bana göndermiş. Ben de eski Said kafasını alıp ve yeni Said’in sünuhatıyla dikkatle mütalâa ettim. Anladım ki Eski Said acîb bir hiss-i kablelvuku ile otuz-kırk sene sonra şimdi vukua gelen vukuat-ı maddiye mâneviyeyi hissetmiş. Ve bedevî Ekrad aşâiri perdesi arkasında bu zamanın medenî perdesini kendilerine maske yapan ve vatanperverlik perdesi altında dinsiz ve hakikî bedevî ve hakikî mürteci; yâni, bu milleti, İslâmiyetten evvelki âdetlerine sevk eden hâinleri görmüş gibi onlarla konuşup başlarına vuruyor.
Saniyen: O matbu eserin yüzbeşinci sahifeden tâ yüzdokuza kadar parçaya dikkatle baktım. O zamanda aşâire ders verdiğim o sualler ve cevaplar vaktinde mühim bir veli içlerinde bulunuyormuş. Benim de haberim yok. O makamda şiddetli itiraz etti. Dedi:
“Sen ifrat ediyorsun, hayalî hakikat görüyorsun, bizi de tahkir ediyorsun. Âhirzamandır. Gittikçe daha fenalaşacak.” O vakit ona karşı matbu kitapta böyle cevap vermiş:
Herkese dünya terakki dünyası olsun yalnız bizim için mi tedenni dünyasıdır? Öyle mi? İşte ben de sizinle konuşmayacağım şu tarafa dönüyorum; müstakbeldeki insanlarla konuşacağım.
Ey yüzden tâ üçyüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş, sâkitane benim sözümü dinleyen ve bir nazar-ı hafiyyi-i gaybî ile beni temâşa eden Said, Hamza, Ömer, Osman, Yusuf, Ahmet vs. size hitap ediyorum.
Devam edecek