Emirdağ Lahikası
On sene evvel şehîden vefat eden Merhum Hâfız Ali gibi Nurun Kahramanlarından benim hususî virdimi ve Risale-i Nur’un üstadları ve menbaları olan mühim âyetleri cem’etmek istediler. Sonra onlara Kur’ân’ı okumağa vakit bulamıyor. Fakat böyle bir hizb-i Kur’ânî eline geçse her vakit istifade edebilir fikriyle, hem sevapları çok ziyade olan âyetler ve sureler, içinde yazılmış. Zaten Kur’ân-ı Hakîm’in bir mu’cizesi şudur ki, ehl-i hakikatten ve kemâlâttan her bir meslek sahibi, meşrebine muvafık, Kur’ân’da bir Kur’ân’ını, bir hizb-i mahsusunu, bir üstadını bulur. Güya tek bir Kur’ân’da binler Kur’ân var.
Bu mu’cizenin sırrı şudur ki, Kur’ân-ı Hakîm’in âyetlerinin ve kelâmlarının münasebetleri yalnız beraber olanlara değil, belki pekçok âyetlere ve kelâmlara ve kelimelere münasebeti var, bakıyor. İşaratü’l-İ’câz tefsir-i Nuriyede bu sır bir derece gösterilmiş. Demek başka kelâmlara benzemez. Herbir âyet, binler âyetlere bakar birer yüzü ve gözü var.
Bu vaziyet-i Kur’âniye çok hakaika medardırlar. Ehl-i tarîkat ve ehl-i hakikatın herbir kısmı kendi mesleğine göre o küllî Kur’ân içinde bir mahsus hizibleri var.
İşte Risale-i Nur’un Hizb-i Kur’ânîsi de o nevîden birisidir. Bunu böyle neşretmek için evliyadan olan merhum Hâfız Ali bunun tab’ını acele etmek istedi. Çünkü, tamam Kur’ân’ın Risale-i Nur’un keşfiyatıyla hattında bir nevi mu’cize-i tevafukıyye bulunmasından onu tab’edip bastırmak için bu hizb-i Kur’ânîyi bir mukaddemesi, bir müjdecisi olarak bastırdılar.
Evet, şimdiki Hüsrev’in kalemiyle yazılan ve pek hârika olan ve tevafuk cihetinde mu’cizatlı olan Kur’ânımızın onbeş seneden beri tab’ına çalışıyoruz. Ve fakat ekser Nurcular fakirü’l-hâl olduğundan ve fotoğraflarla tab’ı lâzım geldiğinden ve yirmibeş bin banknot masraf lâzım olmasından Hizb-i Kur’ânımız mukaddeme olarak daha evvel, bu mu’cizeli Kur’ânımızın bir müjdecisi olarak tab’ edildi. İşte bu mu’cizeli Kurânımızı, hem Diyanet riyaseti tedkik etmiş, çok beğenmiş; hem İstanbul’daki fetva dairesindeki tedkik-i mesâhif uleması gayet güzel görmüş. Gayet güzelce tedkik edip müsahhah olarak bize iade etmiş. İnşâallah yakında bu Kur’ânımız basılarak, bir hediye-i Nuriye olarak âlem-i İslâma neşredilecektir.
O kendini bildirmeyen zâtın şüphe ettiği:
İkinci Mes’ele: Pekçok Nurcuların haddimden yüz derece ziyade hüsn-ü zanlariyle benden zannettiği medâr-ı iftihar sıfatları yüz defa onların hatırlarını kırıp reddetmişim. Fakat yirmisekiz sene siyasetçiler Risale-i Nur’un sırf îmanî ve uhrevî mesleğini şimdiki medenileşmek fikirlerine müsait görmediklerinden yirmisekiz senedir hapislerle mahkemelerle, tarassutlarla, asılsız isnatlarla Nurcuları ürkütmekle ve beni çürütmek cihetiyle Risale-i Nuru neşrettirmemek için emsalsiz bir vaziyete düşmüştüm. Yarım ümmî ve ittiham altında ve Nur şâkirdlerini bütün bütün kaçırmamak için bana karşı medhi, şahsımdan reddedip medhiniz Nurlara ait olabilir. Ve gördüğünüz meziyetler benim değil Risale-i Nur’undur. O da Kur’ân-ı Hakîm’in bir hakikatının bir tefsiridir. Ve her asırda dine ve îmana tam hizmet eden mücedditler geldikleri gibi, bu acib ve komitecilik ve şahs-ı mânevî-i dalâletin tecavüzü zamanında bir şahs-ı mânevî müceddit olmak lâzım gelir. Eski zamana benzemez.
Devam edecek