TAHLİLLER

Dalâlet-alûd Avrupa feylesoflarının ve sapkın talebelerinin bazı müteşabih yât-ı Kerîme ve Ehadîs-i Şerifenin zâhirî mânalarını anlamayarak yaptıkları kasıtlı itirazlara, Risale-i Nur’da aklen, mantıkan cevaplar verilerek, o yetlerin ve o Hadîslerin birer mucize oldukları isbat edilmiştir. Böylelikle de, bu zamanda fen ve felsefeden gelen dalâlet ve şüpheleri Risale-i Nur kökünden kesmiştir. Risale-i Nur bunu yaparken de müsbet bir usûl takip etmiştir.
Risale-i Nur, fevkalâde müstesna bir edebî üstünlüğe maliktir.
En meşhur eserlerle bile kabil-i kıyas olmayan ve başlıbaşına bir hususiyeti haiz olan üslûbunda yüksek bir belâgat, fesahat ve selâset ve îcaz vardır. Hattâ Bediüzzaman’ın eserlerini lem-i İslâmın ısrarla arzu etmesiyle Arapçaya tercüme ettirmek için büyük İslâm âlimlerine ‘’Asâ-yı mûsa Mecmuası’’ götürüldüğü vakti, okumuşlar ve demişlerdir ki: ‘’Beiüzzaman’ın eserlerini ancak kendisi tercüme edebilir. Risale-i Nur’daki yüksek belâgatı ve misilsiz olan fesahat ve îcazı tercümede muhafaza etmekten ve Onun ilmini hata etmekten âciziz!’’ Bu suretle o yüksek âlimler, Üstadımızın faziletini ve Risale-i Nur’Un kemalâtını göstermişlerdir.
Bediüzzaman, eserlerinde, hemen bütün büyük müellif ve ediplerden farklı olarak lâfızdan ziyade mânaya ehemmiyet vermiştir. Mânayı, lâfza feda etmemiş; lâfzı mânaya feda etmiştir. Üslûpta okuyucunun bir nevi hevesini nazara almamış, hakikatı ve mânayı esas tutmuştur. Vücuda elbiseyi yaparken vücuttan kesmemiş, elbiseden kesmiştir. Risale-i Nur’daki aklı, kalbi, ruhu ve vicdanı celbeden ve hakikata râmeden o İlâhî cazibedendir ki; çoluğu-çocuğu, genci-ihtiyarı, avâmı-havassı o Nur’a koşuyorlar ve o câzibedar Nur’un pervanesi oluyorlar. Bu hakikatın parlak bir misali olarak geniş bir talebe kitlesi, az zamanda din düşmanlarını titreten bir hale gelmiştir.s
Risale-i Nur’un her cihetten olduğu gibi edebî cihetten de kıymet ve ehemmiyetini ifade etmek, ediplerin hususan bizlerin bin derece haddinden uzaktır. Bu husustaki karınca kararınca olan sönük, fakat samimî ve hakikatlı ifadelerimiz, Risale-i Nur’dan gördüğümüz azîm istifadeye mukabil sonsuz bir minnet ve şükranımızın ifadesinden ibarettir. Yoksa bu mevzularda sahib-i salâhiyet ve sahib-i ihtisas, ancak ve ancak Risale-i Nur’un kendi müellifi olabilir.
Risale-i Nur, bu asrın ihtiyacına tam cevap veren yegâne tefsir-i Kur’ânî olduğu, enaniyetini Hakka feda eden faziletperver İslâm uleması tarafından tasdik ve fevkalâde bir şekilde takdir ve tahsin edilmiş ve edilmektedir. Elli sene evvel Bediüzzaman Said Nursî’nin te’lifatındaki hususiyetler ve bir bahr-i umman gibi Onun ilmî dehasıdır ki; Mısır matbuatında ‘’Bediüzzaman, Fatînülasr’dır’’ diye yüksek ehl-i ilme hüküm verdirmiştir.
Bediüzzaman, mukabelesiz hediye kabul etmemeyi düstur-u hayat edindiği düşmanlarınca da tasdik edilerek, İslâmiyet düşmanlarının ehl-i ilme yaptığı ithamı, bu düsturuyla fiilen tekzip ve ilmin hiçbir şeye âlet olmadığını yine fiiliyatı ile ispat etmiştir. Ulema-i İslâmın şeref ve haysiyetini ve izzet-i İslâmiye ve izzet-i diniyeyi, en zalim ve hunhar hükümdarlar karşısında bile muhafaza ve müdafaa etmiştir. Aç kaldığı zamanlarda dahi, hayatı boyunca olan istiğna kaidesini bozmamış ve ‘’iktisat ve kanaat iki büyük hazinedir, bunların bereketi bana kâfidir’’ diyerek halklardan istiğna etmiş ve etmektedir.
Bediüzzaman Said Nursî’nin senelerdenberi hapisten hapse, zindandan zindana atılması ve menfâdan menfâya sürülmesi ve kendisine daima tazyikler ve şiddetli zulüm ve dehşetli işkenceler yapılması ve onyedi defa zehir verilmesi, bir günde bir aylık azaplar çektirilmesi, kendisinin ve Risale-i Nur Külliyatının hakkaniyet ve sıdkına birer canlı mühür ve birer parlak delildir. Meselâ: Hindistan’da sormuşlar: ‘’Bediüzzaman nasıl bir kimsedir?’’ Cevaben denilmiş ki: ‘’Hasta, garip, fakir, mazlum, hediye ve sadakaları kabul etmeyen ve hâlen de çekmekte olduğu o kadar zulümlere rağmen altmış senedir dâvasından vazgeçmeyen bir ihtiyardır.’’ Onlar da: ‘’Öyleyse o hakikat söylüyor ve küfr-ü mutlaka, dinsizlere, zındıklara boyun eğmiyor, riyakârlık etmiyor, dalkavukluk yapmıyor ve Kur’ân ve İslâmiyete tesirli ve küllî bir hizmet yapıyor ki, onlar da Ona zulüm etmişler.’’_demişler.
Üstadımız Bediüzzaman hakkında, takdirkâr ve faziletperver zatların takdirleri bir senadan ibaret değildir; bir vâkıadır; fiiliyat ve icraatının belki yüzden birisini kısaca âcizane ve noksan bir tarzda nakletmektir. Hem bu mevzuda Risale-i Nur talebelerinin takdirkâr makale, mektup ve fıkraları bir medih değildir; belki Üstadımızın dinî hizmetini hedef tutan, şahsına taarruz eden vicdansız ve insafsız din düşmanlarına karşı müsbet bir müdafaadır. (Hâşiye: İns ve cin şeytanları ve dinsizlerin bir desisesi de budur ki; bazan derler ve dedirtirler: ‘’Üstâdınız şahsına kıymet vermiyor; siz ise O’nun hakkında takdirkâr mektuplar yazıp, Üstâdınızın rızâsına uygun hareket etmiyorsunuz.’’ İşte onlar, Risale-i Nur ve Üstadımızı İslâmiyet düşmanlarına karşı müsbet ve nezih bir tarzda müdafaa etmekten menetmek için safdillik damarlarından istifade ile böyle bir fikir ve mugalâta ile Nur Talebelerini aldatmaya, iğfal etmeye çalışırlar. Evet Üstadımız Bediüzzaman, ihlâsının iktizası olarak şahsına kıymet vermiyebilir; bu hâl, Üstadımızdaki yüksek bir kemalât ve âlî bir seciyenin timsalidir. O, şahsına ne kadar kıymet vermiyorsa, bizim Onda milyarlar derece fazla kıymet ve ehemmiyeti görmemiz, basiret ve insaniyetin muktezasıdır. Bir lütf-u İlâhîdir. Zira Risale-i Nur gibi parlak bir tefsir-i Kur’an olan şaheser, O’nun varlığından meydana gelmiş ve fışkırmıştır. Öyle bir eserin müellifiyle yalnız bugünkü lem-i İslâm değil, yalnız asr-ı hâzır beşeriyeti değil, nesl-i âtideki milyarlar kimsenin hayat ve memat davası Risale-i Nurla alâkadardır.)
Böyle olduğu halde Üstadımız öyle zatların ve Risale-i Nur talebelerinin hakikatlı takdir ve beyanlarına karşı hiddetlenerek, çok defa da hatırlarını kırarak der ki: ‘’Zaman, şahıs zamanı değil, şahs-ı mânevî zamanıdır. Risale-i Nur’da şahıs yok, şahs-ı mânevî var. Ben bir hiçim; Risale-i Nur, Kur’ânın malıdır; Kurândan süzülmüştür. Şeref ve hüsün Kur’ânındır. Şahsımla, Risale-i Nur iltibas edilmiş. Meziyet, Risale-i Nur’a aittir. Risale-i Nur’un neşrindeki hârika muvaffakiyet ise, Risale-i Nur talebelerine aittir; yalnız şu kadar var ki, şiddetli ihtiyacıma binaen Cenab-ı Hak, Kurân-ı Hakîmden bana ilâç ve tiryakları ihsan etti; ben de kaleme aldım. Her nasılsa, bu zamanda birinci tercümanlık vazifesi bana düşmüş. Ben de Risale-i Nur’un talebesiyim. Bir risaleyi şimdiye kadar yüz defa okuduğum halde yine okumaya muhtaç oluyorum. Ben sizlerin ders arkadaşınızım’’ der.
Devam Edecek