Din adına yapılan dejenerasyon!

Bizler inanmış bir toplum olarak bütün ciddiyetimizle, sosyal, siyasal hayat gerçekleri içerisinde yüce İslam inancına ve hükümlerine bağlı olmamız gerekir...

Yoksa rasgele Müslümanlık kelimesini üzerimize takarak pisliklerimizi, nefsani ve şehvani alışkanlıklarımızı kamufle etmek bizleri; "yıkıma, teröre ve ahlaki çöküntüye” sürükler..

Ki hali alem meydanda..

Pek tabi ki, "Ben müslümanım" diyerek, envai ahlaksızlığı gizlemenin bedelinin, çok büyük ilahi tehditler olabileceğini unutmamak lazım…

Tıpkı İsrailoğullarının akıbeti gibi…

Yani Yahudi toplumu Hz. İsa ile Hz. Davud’un lisanıyla lanetlenmiş bir toplum olmaktan; onlar kendilerini kurtaramadığı gibi bizler de kendimizi kurtaramayız.

Çünkü günlük hayat alışverişleri, ticaret başta olmak üzere tüm hayat dengeleri alt üst olur…

Yeni yeni icatlar ve keyfilikler yaratan bir toplum haline geliriz…

Allah’ın hükümlerini geri planda tutup, tağuti düzenler moduna gireriz…

Ki kendimizi o potada eritmemiz, bize yarar değil zarar getirir.

Nitekim günlük hayat akışları içerisinde görünen, oluşan görüntüler ve olgular, zaten bunu bize gösteriyor.

Hal böyle olduğu içindir ki insanlık olarak, insan kendini hiçbir zaman hatadan-kusurdan arındıramıyor...

Hiç kuşkusuz ki, insan olma hasebiyle illa ki hatası, yanlışı, günahları olabilir.

Ama aza indirmek, kişiliğin yüksek seviyede kendini tanıma meziyetlerinden olmalıdır.

Yoksa “Dediğim dediktir” deyip geleceğini, makam ve mevkii kazanabilmek için, kuzu postuna bürünmek…

Adeta kurt veya tilki eylemlerini yapmak…

Halkı kandırmak…

Devletin önemli kamu kurum ve kuruluşlarını hiçe sayarak onlardan nemalanmak.

Kirli işlerle hedefine ulaşma teşebbüsü, hiçbir zaman insanlık cevherine ulaştıramadığı gibi tam tersine ters teper..

Sonuç itibariyle toplum, esfelis-safiline gider.

Bu itibarla yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim “İbrahim” suresinin 3. ayetinin mealinde bize buyuruyor…

“Dünya hayatını sevip, ahiret hayatına tercih edenler ve insanları da Allah yolundan saptırıp, Allah yolunu geri plana atıp zigzag çizercesine yola çıkan bu tür insanlar, çok uzak bir dalalet ve sapıklık içerisindedirler.”

Anılan ayetin mealinde aynen şöyle deniliyor..

“Onlar dünya hayatını ahirete tercih ederler, başkalarını Allah yolundan çevirip onu eğri ve çelişkili göstermeye çalışırlar. İşte onlar derin bir sapıklık içerisindedirler.”

İşte, sevgili dostlar.

Ayette geçen “derin sapıklık” ifadesi “fi dalalin baid” orjinalinin manasıdır.

Sözde bir hayat biçimlendirmesini kendisine vermek istiyorsa da, Allah nezdinde ve toplum nezdinde en kirli şaibelerden kendini kurtaramaz.

Yararlı bir varlık yerine, zararlı bir yaratık olur…

Ki tıpkı İsrailoğullarının yaptıkları kirli eylemler gibi…

Hatta ikinci bir misal verelim, Doğu Roma İmparatorluğu’nun içindeki olup biten oyunlar, o devletleri yok edip götürmüştür.

Hz. İsa ile Hz. Davud dili üzerine lanetlenen İsrailoğulları, yaptıkları pisliklerden kendilerini alıkoyamamakla beraber, bilakis tüm sapık ve dalalet yollarını da geniş tutarak, toplumu Allah’ın yolundan saptırıp o yollara sürükleme planlarıyla sözde kendilerine bir kazanç sağlarlar, bir gelecek temin ederler.

Oysaki yine ayetin deyimiyle derin bir dalalet ve sapıklık içerisindedirler.

Bu itibarla diyoruz ki;

Allah yolundan insanları saptırıp, Allah yolunu eğri gören derin sapıklık içerisinde var olunduğu müddetçe, o toplum kendini derin dejenerasyondan kurtaramaz.

Nitekim “Sosyal çürüme alanları oldukça genişliyor” ifadesi de yerli yerinde bir ifadedir.

Kamunun imkânlarını kullanarak, toplumda kendini aklandırmak için, yaptığı pislikleri örtbas etmek için, gâh dini cemaatleri kullanıyor, gâh devletin büyük adamlarıyla devletin önemli makam ve mevkiini ihraz eden devlet büyüklerinin yanında kendine görüntü vermektedir…

Öbür yandan da piyasada rasgele kadın fitnelerinden de kendini kurtaramıyor.

Diğer yandan faizcilik…

Tefecilik…

Uyuşturucu…

Kumar rezaletleri…

Yetmiyormuş gibi bir de bunun yanında rüşvet, adam kayırma gibi kirlenmelerle de oldukça çürüme alanını geniş tutuyor.

Özellikle her zaman vurgulayarak söylüyoruz.

Yüce İslam dini, insanları diğer canlılar içerisinde en üstün seviyede tutmuş, yüce ilahi bir mesajdır.

Gerçekler silsilesidir.

Buna sahip çıkmak, yine Müslümanların başlıca görevlerinden biri olmakla beraber, hele hele din işlerini temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı bunu Türkiye’nin en ücra köşesine kadar kontrol altına almalıdır.

Buna da emr-i maruf ve nehy-ül münker denir..

Ki iyilikleri emretme, kötülükleri yasaklama şeklinin biçimlendirilmesi gerekir.

Sormazlar mı, bu memleket nereye gidiyor?

Bu devlet, bu toplum, bu millet, her gün biraz daha çürüme alanına girip makyajlı şeytan varlığından artık kurtulmalıdır.

Özellikle bu görev; toplumun içerisinde yer alan din adamlarına düşüyor...

Eğer din adamları da dinin ana temasına sahip çıkmayıp, yüzeysel olarak toplumu kandırarak Kur’an okumakla, ölüleri yıkayıp kaldırmakla, bazı camilerde baş imamlık gibi görevlerde bulunup, özellikle Nur camiasına girip çıkma kandırmacası da onu kurtaramaz...

Dini kisveler altında “Hac ve Umre” gibi İslam’ın en yüce değerlerini istismar ederek, adeta bir rant, para kazanma aleti olarak kullanarak, rasgele Turizm şirketlerine peşkeş ettirip para kazanma ahlaksızlığı yapan böyle bir kisvedeki din adamları vicdanları titretiyor.

Keşke Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da özellikle Diyarbakır İl Müftülüğünün de vicdanları titremiş olsaydı!

Eğer bu tür insanların Diyanet camiasında veya Nur camiasında ya da diğer İslami kesimlerde barındırılmasına göz yumuluyorsa vay bu memleketin haline!

Vay ki vay...

Bakınız yaşanan bir rezalet…

Geçtiğimiz yıl; bir din adamı hakkında yapılan bir şikâyet üzerine Diyanet İşleri Başkanlığından müfettiş geliyor…

Yapılan inceleme ve soruşturma sonucunda, Diclekent’te özel bir ev kiralanmış, bazı kadınlarla özel hayat yaşamak gibi ahlaksızlığa girmiş…

Bu din adamı kimdir?..

Aslında bilinen ve tanınan biri...

Keza aynı kişi İstanbul menşeli “T.T” isimli bir Turizm şirketinin sahibi olan “A.S.T” isimli şahısla da çok yakın bir dostluk ve bağlılığı var..

Sıradan kendini İslami kılık-kıyafetlerine büründürerek, oysaki İslam’la uzaktan yakından alakası olmayan “Ş.P” isimli bir kadınla tanıştırılması, onunla hiçbir yakınlık veya sermaye gücü olmadığı halde, birbiriyle tanıştırıp Diyarbakır’da anılan şirketin şubesini açtırması gibi işlerle uğraşması, bir din adamına yakışır mı?

Yakışmaz…

İdari bakımdan İl Müftülüğü başta olmak üzere Diyanet Teşkilatı, bu insanı mercek altına alıp böyle ahlak dışı işlerle uğraşan bu kişiyi o kutsal din görevinden uzaklaştırması gerekmiyor mu?

Gerekiyor..

Ama ne var ki; müfetişlerin raporları hasıraltı edilmiş..

Yazıklar olsun!

Bunun İslamiyet’le “Hac ve Umre” ile ne gibi bir alakası var ki acaba?

Ve o şirketin sahibiyle, o bilinen kadın arasındaki sahte nikâh kıydırma gibi ahlaksızlığa teşebbüs eden bu din adamı hala da ne yazık ki iş başında...

Evet, dünkü “GÜNÜN YORUMU” adlı köşede “SOSYAL ÇÜRÜME ALANLARI OLDUKÇA GENİŞLİYOR!?” başlıklı yazıya ilaveten bu tespitleri araştırdık, bulduk…

Ki daha konuşulacak, anlatılacak çok ama çok "iğrençlikler" zinciri var…

Bugünlük bu kadar diyelim...

Saygılarımızla.

Diyarbakır SÖZ