TARİHİ KİRLİ DOSYANIN AKİBETİ HALA MEÇHUL

Dünkü "Manşetten" yazımızın bir nevi devamı olarak yine bugün de Diyarbakır Adliyesi’nde akıbeti meçhul, kayıplara karışan, sırra kadem basan komplo teorileriyle dolu dosyayı konuşacağız.
Dün de belirttiğimiz gibi bu dosyanın peşini bırakmayacağız.
Bu dosya, 28 Şubat post modern darbecilerin, Bizans oyunlarıyla dolu bir kirlenme albümüdür. Bu münasebetle çok önemlidir.
Bizim için, milli birlik ve beraberliğimiz için, ülke bütünlüğümüz için çok önemlidir.
Yaklaşık onbeş – yirmi gün önce avukatlarımız tarafından dosyanın fotokopisinin bize verilmesi için yazılan dilekçenin cevabı nihayet dün geldi.
Cevabi yazıda şu ifadeler geçiyor:
"İlgi: 9/2/2009 tarihli dilekçeniz
İlgi dilekçeniz ile mahkememizin 1998/153 esas sayılı dava dosyasındaki belgelerin fotokopilerini talep etmiş iseniz de, dava dosyasının eski yıllara ait olduğu, aradan uzun zaman geçtiği, Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesinin kapatılması sonucu Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi ile birleştirildiği, arşivlerin aşırı derecede yoğun olduğu, dava dosyasının arşivlerin aranması sonucu bulunamadığı, dosyanın aranmasına devam edileceği, bulunması halinde talep etmiş olduğunuz belge fotokopilerinin tarafınıza verileceği, bu aşamada talebinizin karşılanamadığı,
Bilgilerinize rica olunur. 24.02.2009"
Ve imza…
Evet, sevgili okurlar!
Gelen cevabi yazı gönlümüze serinlik verememiştir.
Tatminkâr değildir, cümleler arasında gerçekten kaçamak ifadeler anlaşılıyor.
Bu cevabi yazıya göre Adli arşivlerinde bulunan uzun süreli dosyaların hep böyle akıbeti meçhul müdür?
Hep böyle kayıplara mı karışmış?
Veyahut da bu dosya beraberindeki aynı tarihli dosyalardan kaç tane kayıp olabilir veya hiç kayıp dosya var mı?
Öyle inanıyoruz ki yoktur.
Ama tabi bu yazıyı yazan Sayın Mahkeme Başkanı’nın iyi niyetli bir hakim olduğundan da hiç şüphemiz yoktur.
Ancak, akla gelen şöyle bir soru var.
Bu dosya 1998 tarihlidir. Ve o günün 4 nolu DGM’sine ait bir dosyadır.
DGM’lerin kapandığı tarih itibariyle tüm dosyalar Ağır Ceza Mahkemeleri’ne devredilmiş ise de, arşivler aynı arşivlerle beraber devredilmiştir.
Mahkeme Başkanları ve üyeleri değişmişler ise de, ama yazı işleri müdürü aynı yazı işleri müdürüdür.
Yani o günün 4 nolu DGM’nin Yazı İşleri müdürü olan zat, dosyalarla beraber Ağır Ceza Mahkemesi’ne gelmiştir.
Arşivlere hakimdir. Onun mahiyetinde çalışan memurların çoğu, eskiye yönelik memurlardır.
Yani rastgele herkes elini kolunu sallayıp, gelip Ağır Ceza Mahkemeleri’nin arşivlerinden dosyaları alıp götürürse, yargının vay haline!
O zaman devletin ve yargının ciddiyeti nerde kalır?
Elbette ki Mahkeme Başkanları ve üyeler o günden bugüne dek tümüyle değişmiştir, hem de kaç defa.
Onlara bir diyeceğimiz yoktur.
Amma velâkin, devlet emaneti durumunda olan arşivlerin yerinde olması gerekir.
Bu dosyanın akıbeti kimse kusura bakmasın, 28 Şubat döneminin Ergenekon darbeci post moderncilerin parmağıyla kaybolmuş olabilir düşüncesindeyiz.
Zira dün de belirttiğimiz gibi, dosya muhtevası tümüyle hile ve komplo teorilerinden ibarettir.
Adeta o günkü DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar ile JİTEM ve Kolordu Komutanlığı arasında çok büyük diyaloglar içerisindeydiler.
Bu dosta organizeli bir şekilde müşterek hazırlanmıştı.
Hatta yalnız Kolordu Komutanlığı’yla yetinmeyerek Genelkurmay Başkanlığı Hukuk Müşaviri olan Tümgeneral Erdal Şenel ile de görüşülüyordu.
28 Şubat post modern darbecilerin ve Batı Çalışma Grubu’nun kirli çalışmaları neticesinde başta biz dahil olmak üzere Güneydoğu insanı üzerinde büyük bir hileli oyunlar oynanıyordu.
Nice ocaklar söndürüldü, nice aileler darmadağın edildi, nice masum insanların kanları döküldü, nice ana babaların gözyaşları dinmedi.
Ve halen de dinmiyor.
Onun için bu hileli oyun Şemdinli Olayı’nda su yüzüne çıkınca gerçekten birileri için çok ürkütücü oldu.
"Ne yapıp yapıp bu dosyanın kayıp edilmesi gerekiyor" diye düşünenler olmuştur.
Suçluluk psikolojisinden kurtulmak için o dosyanın meçhule götürülmesi gerekiyordu.
Zira içinde orjinal el yazısıyla yazılmış sahte vesikalar ve belgeler vardır.
O sahteciliği kanıtlayan Emniyet kiriminal laboratuarından çıkan belgeler vardır.
Devletimizin ve milletimizin temel dayanağı ve yegâne güven kaynağı olan Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, özellikle 7.Kolordu Komutanlığı bünyesindeki komutanlarını bu kirli senaryodan kurtarmak için bir an önce bu dosyanın ortaya çıkarılması gerekir.
Aksi halde 1998’li yıllardan 2000’li yıllara kadar bu dosyayla ilgilenen Jandarma İstihbarat biriminde çalışan subay ve astsubaylar dahil olmak üzere 7.Kolordu Komutanlığı’nda çalışan üst seviyedeki komutanlara kadar herkes bu töhmetle karşı karşıyadır ve yaşamı boyunca bu eziklilik içerisinden hiç kimse kendini kurtaramaz.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı ise tam altı seneden beri bu dosyanın muhtevası hakkında verdiğimiz dilekçelere cevap vermiş değildir.
Gâh bu dosya 7. Kolordu Askeri Savcılığı’na gönderilmiş, orada yapılan inceleme neticesinde görevsizlik kararı verilerek yine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na verilmiş. Cumhuriyet Başsavcılığı ise takipsizlik kararı vermiş. Yaptığımız şikâyet üzerine dosya Malatya’ya gitmiş, Malatya’dan da bizim ifademize başvurulmadan, bilgimiz haricinde o tarihi kirli vesikayı incelemek üzere yeniden yüksek düzeydeki Adli Tıp Kurulu’na göndermiştir ve hala da yıllardır cevap yok, akıbetinden haberimiz yok.
Sevgili okurlar.
Bu mevzuuyu burada noktalayalım.
Gelelim 1998/153 sayılı dosyanın macerasına.
İşte bu dosyayla ilgili kesinlikle Adalet Bakanlığı’na şikâyette bulunuruz ve müfettiş isteriz.
Aynı paralelde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’na müracaat ederiz, bu dosyanın akıbeti hakkında harekete geçsinler ve bunu da Ergenekon Terör Örgütü’nün mevzuatına alsınlar.
Öyle ümit ediyoruz ki, bu girişim sonucunda çok büyük olaylar altından çıkacaktır.
Ama her şeyden evvel biz bu tür olayların yabancısı değiliz, alışığız.
Nitekim o günün DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar’ın avukatlığını üstlenen Diyarbakır Barosu’na bağlı ve aynı zamanda Baro Başkanı’nın ağabeyleri durumunda olan, büyük bir saygınlığa sahip (?) Avukat İ. Fikret Biçici’nin de böylesine bir vaka yi adliyesi oldu da bir türlü başa çıkılamadı.
Başsavcı Nihat Bey’in avukatı olan İ.Fikret Biçici, aynı zamanda Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden’in de avukatıydı.
Ama bu avukat, yaklaşık 30 yıllık avukatlığı boyunca müvekkillerine verdiği vekâletnamelerindeki gösterilen vergi mükellefiyet numaralarının tümü yanlış ve hayali bir senaryoya dayalı vergi mükellefiyet numaralarını göstermiştir.
Hem de noter vasıtasıyla…
Biz bu zat-ı muhteremi (!) Diyarbakır Defterdarlığı nezdinde "vergi kaçakçılığı"yla suçüstü yaptık, yakaladık, sahteciliğini ortaya koyduk ve o gün su yüzüne çıkardık.
Bu vergiden kaçma hilesini yapan bu avukatın Vergi dairesindeki dosyası bir ara göründü, ondan sonra o da meçhule doğru yürüdü.
Peşini bırakmadık, yazı üstüne yazı, Defterdarlık Vergi Dairesi’ne yazdık. Son gelen ilgi yazıları sizce ne cevap verse iyi olur.
İşte gelen cevap aynen şöyle:
"Fikret Biçici’nin tarihi vergi mükellefiyet dosyası tarihe karışmış, bulunmuyor ancak yaptığımız incelemeler neticesinde dosya 10 yılı geçtiği için SEKA’ya gönderilmiştir."
İşte gelin sevgili okurlar!
DEVAİR-İ DEVLİYENİN (Devlet Daireleri). Yani kamu kuruluşlarının ne hale girdiğini ve kimlerin elinde olduğunu ve nasıl sahtekârlığı ve sahtecileri koruduğu böylece gün ışığına çıkmaktadır.
Defalarca adalete yazdık, suç duyurusunda bulunduk, İ.Fikret Biçici’nin suç dosyası kabarık olduğu halde, Cumhuriyet Başsavcılığı’nca meslek taassubu şerefine takipsizlik kararı verildi.
Ama suç unsuru mevcut, açık ve berrak orta yerde parlayan bir unsur olduğu halde, o günkü Diyarbakır Baro Başkanı olan zat, bir türlü İ.Fikret Biçici’nin ağabeyliğine gölge düşürmedi.
Evet, sevgili dostlar!
Gelin işte Türkiye’nin kamusal alanına girdiğimizde ne muazzam mülevves kirlenmiş cevherlere (!) rastlarız.
Ama tabi tümü değil, tenzih ediyoruz, çok değerli, mesleğini bilen, saygınlığını muhafaza eden aynı kurumların mensupları da az değildir.
Zaten onlar da olmasa, gerçekten Türkiye’nin bazı kamusal alanı olan mekânlar ve mekanizmalar çoktan çökmüştü.
Kalın sağlıcakla.