Kar Yağıyor
Karın yağması bir bereket ve hayra yorulurdu büyüklerimizce. Özellikle babaannem şu duayı hep yapardı. Rabbim, Kışımızı kış, yazımızı yaz eyle. Kışın yağışların geç geldiği zamanlarda söylerdi bunu. Bu durumun bendeki izdüşümü o denli derin olmuş ki yağışın geç geldiği her kış mevsimi gayrı ihtiyarı bu duanın sözlerini terennüm etmişim, büyüyünceye kadar ne anlama geldiğini bilmeden. Şimdi çok daha iyi anlıyorum. Bazı zorluklarına rağmen karın yağmadığı bir kış, hayra alamet değil.
Babaannem, bu duayı yapmakla kalmaz, karın bizler için
faydalarından bahsederdi uzun uzadıya. Bunlardan arta kalanlar için hafızamı
yokladığımda şu bilgi kırıntılarıyla karşılaşıyorum. Kar yağmadan kara kuru
çorak olan dağlar tepeler kar yağdıktan sonra bembeyaz bir hal alır. Göz öyle
bir alışır ki beyazlıklarına, karlar erinceye kadar onları bembeyaz zanneder.
Yine kar yağmadan her tarafta hastalığa sebep olan mikroplar karın yağmasıyla
kaybolup giderler. Ilık havasıyla kuru soğukların kırılmasına vesile olur.
Şimdi yine uzun bir bekleyişten sonra karın yağdığını
görünce çocuklar gibi seviniyorum. Kar, etrafı tekrar beyaza boyayacak. Kapkara
kupkuru dağları, ovaları her tarafı bembeyaz yapacak. Keşke beni duyabilse de;
uzun bekleyişten sonra onun yağmasıyla duyduğum çocuksu sevinci ona fısıldasam.
Sadece bu değil ama, duysa beni, kapkara öfkelerimizin,
birbirimize duyduğumuz kinlerimizin, düşmanlıklarımızın da üstüne yağıp onları
örtmesini, birbirimize sıktığımız yumrukların da üstüne yağarak onları
birbiriyle sıkışmak için açılmış ellere çevirmesini, çattığımız kaşlarımızı,
astığımız suratlarımızı da ılık havasıyla yumuşatmasını isterdim.
Karın duymayacağı aşikar. Öyleyse, sizin de
dudaklarınızın mırıldanacağını tahmin ettiğim bir niyazla karı gökten indirene,
Cenab-ı Hakka bu dileklerimizi arz ediyorum.
Karın yağışını fırsat bilerek dışarı çıktık çoğumuz
çocuksu bir heyecanla. Aman o heyecanımızı kaybetmeyelim. Kartopu mu oynamak
istiyoruz? Kim olduğumuza, kaç yaşında olduğumuza, kime attığımıza bakmadan
savuralım kartoplarını. Kime değiyorsa değsin. Sevdiğimiz sevmediğimiz, nefret
ettiğimiz, kin duyduğumuz her kim varsa hatta özellikle nefret ettiklerimize,
kin duyduklarımıza atalım onları. Kinimizi, nefretimizi, düşmanlıklarımızı bir
oyuna çevirelim. Dilimizle, elimizle inciteceğimize kartoplarımızla acıtalım.
Merak etmeyin attığınız kartopu en fazla size atılan kartopu kadar acıtacak
onları. Çocuk değiliz elbette yetişkinler olarak hiç birimiz. Ama bizi
birbirimize küstüren sebeplerden hangisi çocuksu değil?
Şöyle bir tüme varım yapalım beraber. Birbirimize
küslüklerimizden hiç biri dünya dışında meydana gelmemiş. Hepimiz dünyada
yaşıyoruz çünkü. Bir uzaylıyla karşılaşmadığımıza ya da uzayda yaşayan insan
neslinin başka bir üyesi olmadığına göre; dünyadan, dünya hayatından kaynaklı
birbirimize kırgınlıklarımızın tamamı. Dünya hayatını Allah (c.c) bize nasıl
tanıtıyor? "Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir."Bir
oyun ve eğlenceden ibaret olan dünyadan ve dünya hayatında meydana gelen
durumlardan dolayı birbirimize uzak duruşlarımız, sırt çevirmelerimiz. Öyleyse,
çocukların oyun oynarken birbirlerine küsmelerindeki gibi oyun ve eğlenceden
dolayı birbirimize küslüklerimiz. Ama, hiç bir çocuk bizim kadar acımasız
değil. Hiç bir çocuk küstüğü, darıldığı oyun arkadaşını bizim kadar acıtmıyor.
Küslüklerimizin,
dargınlıklarımızın,
nefretlerimizin kaynağının bir oyundan ibaret olduğunu anlayıp; yine
bunları bir oyundan ibaret olan kartopu oyunuyla dışa vurabilirsek, karda açan
ilk kardelen, birbirimize olan nefretimizin, düşmanlığımızın sevgiye
dönüştüğünün habercisi olur. Çağıl çağıl çağlayarak eriyen kar suları,
birbirimize güttüğümüz kinleri beraberinde götürür, eriyen karların altından
kapkara kupkuru dağlar, ovalar yerine yerin yeşilliği ve göğün mavisiyle
karşılaşırız.
Aksi takdirde, evlerimize kapanıp nefretlerimizi içimizde
büyüterek geçirdiğimiz bir kıştan sonra büyüyüp serpilen bu nefretlerimizin
gölgelediği bir bahar karşılar bizi. Yerin yeşilliğinin ve göğün maviliğinin
güzelliğini ifade etmek yerine birbirimiz hakkındaki hezeyanlarla döner
dilimiz. İçimizde büyüyen kinimizin bizi soluk soluğa bırakışından dolayı buram
buran kokan güllerin kokusunu almaktan aciz kalır burunlarımız. Kuş
cıvıltılarını duymaya mecalsiz kalır birbirimize hakaretlerimizi işitmekten yorulan
kulaklarımız. El ele tutuşmaya isteksiz kalır birbirimize karşı sürekli havada
tuttuğumuz ellerimiz.
Böyle bir şeyi hiç birimiz istemeyiz elbette. Yemyeşil
bir bahar, büyüğüyle küçüğüyle hepimizin hakkı. İçimizde birbirimize karşı
beslediğimiz kötü duyguların gölgesinde kalan daha kaç bahar yaşayacağız böyle?
Kaç bahar, kuşların cıvıltısından, güllerin kokusundan, papatyaların
sarılığından, yeşilliklerin iç açıcılığından bihaber geçecek?
Bunları kendimize sormak için önümüzde uzun bir kış var.
Ama her başlayanın bittiği hızlı bir akış var. Yağan karın lapa lapa olduğuna,
her yerde küme küme durduğuna, hiç gitmeyecek gibi her yeri kapladığına
bakmayın.
İlk yağdığında çok büyük gibi görünür gözünüze kar. Hiç
kesilmeyecekmiş gibi yağar. Ama erimeye başladı mı gözden kayboluverinceye
kadar fark ettirmez size gideceğini. Tıpkı yazımın başlığında olduğu gibi
kocamanken, küçücük mini minnacık bir şeye dönüşüverir ve kaybolup gider.
Beyazlığının ve bereketinin farkında olduğumuz her kış,
yemyeşil bir bahara gebedir. Yemyeşil bir baharın gelişi için kışlarımızı kış,
yazlarımızı yaz kılsın diye Rabbimize niyazda bulunalım.
Abdullah IŞIK İl Müftü Yardımcısı