İSLAM DÜNYASI-HİCRİ TAKVİM VE MİLADİ TAKVİM!? (II)

Sevgili okurlar...

Takvim, bir zaman ölçeğidir... Ayların, haftaların ve de günlerin sayılan yönde, takibini sağlayandır... Bir önceki yazımda bu mevzuyu kapsamlı irdelemiştim... Tabi ki Hicri ve Miladi takvimi de “manevi” yönde, ele almıştım... Hicri takvimin, İslam dünyası için anlam ve öneminin kutsallığına değinirken, Miladi takvimin de hikayesini aktarmıştım…

***

Salt bugün değil!.. Yüz yıllardır, İslam dünyası hem hicri hem de miladi takvimle “amel” ediyor, zamanını buna göre, sayısal bazlı takip ediyor... Aslında bizim üzerinde durduğumuz gerçek şudur ister miladi ister hicri takvim olsun, orta yerde var olan bir “İnsanlık” tarihi vardır... Yani; İnsanoğlunun varlığı...

***

Zira, İnsanlık tarih boyunca büyük bir mükellefiyet taşıyor... O taşınan mükellefiyet gerek insanlar olsun gerek cinler âlemi olsun, Allah’a doğru yürümek, Allah’a inanmak, kâinatı yaratan yüce kudrettin var olduğunu bilmektir... Allahû Teâlâ’ya karşı kulluk görevini yerine getirmek demektir; mükellefiyet!

***

Eğer ki, O mükellefiyet olmaz ise, Yüce Yaradan’a karşı bir tanımazlık söz konusu olur... Ki bu da Allah korusun. Allah, yaradanını tanımama beyinsizliğini kimseye göstermesin ve de düşürmesin! Bizi yaratan, kâinatı yaratan yüce kudret, bizi nimetleriyle perverde etmiştir... Bunu karşı da bizden kulluk görevinin yerine getirilmesini istiyor.

***

Nitekim, Kur’an-ı Kerim’deki Zâriyât Suresinin 56. Ayetinde, Cenab-ı Allah şöyle buyurmaktadır...

“VEMÂ HALAKTU-LCİNNE VEL-İNSE İLLÂ LİYA’BUDÛN

“BEN CİNLERİ VE İNSANLARI, ANCAK BANA KULLUK ETSİNLER DİYE YARATTIM…”

***

Bu itibarla bizim, Allah’ın yaratmış olduğu kullar olarak Allah’ın dediğini yerine getirmemiz gerekiyor. Onu tanımamak insanlık cibilliyetine yakışmaz. Aksi takdirde, beyni, aklı, idraki ve duygusal bir inancı olmayan yaratıklara döneriz ki; maazallah!

***

Biz insanız… Düşünen, konuşan, dinleyen, okuyan, bileniz! O nedenle insan olarak Cenab-ı Allah’ın cinleri ve insanları ona kulluk görevini yerine getirsinler diye yarattığını, hiçbir zaman unutmamamız ve göz ardı etmememiz gerekir!.. Ve de bize atfedilen “kulluk görenini de” kusursuz yerine getirmemiz lazım…

***

Nitekim En’âm suresinin 162 ve 163. Ayeti şöyle buyuruyor;

“162- Ey Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.

163- O’nun hiçbir ortağı yoktur. İşte ben bununla emrolundum. Ben Müslümanların ilkiyim.”

***

Allah’a hiçbir koşulda, şirk koşulmaz, koşulamaz!.. Haşa koşulursa, insan küfür bataklığına saplanır.. Gerek Zâriyât suresi ve gerekse En’âm suresi olsun mademki biz kendimizi insan olarak tanıtıyoruz ve bizi yaratan yüce bir kudretli vardır, o zaman bizim de kulluk görevimizi yerine getirmemiz gerekir… Allah’ın ubudiyetini taşımak istemeyen insanlar, kesinlikle insanlık cibilliyetinden yoksundur, mahkûmdur. 

***

Bu itibarla diyoruz ki; İnsan olma şerefine nail olabilme hali insanlık iskeletinden ibaret değildir.  Ki insan imansız bir iskeletten de ibaret değildir.  O iskelet ruhuyla beraber ibadetle donatılmazsa ruhsuz bir iskelet olur ki ancak cehenneme odun olur.

***

Allah’a kulluk yapmaktan uzak duranlar insanlık dünyasına giremez. Serseri, beyinsiz, akılsız yaratıklara dönerler… Ne diyoruz, insan olma şerefine nail olabilmek için öncelikle ahirete inanma ve iman etme akidesini taşımak lazım. Bu dünyada insan ne yaparsa yapsın bilmelidir ki ahirette onunla muhasebede edilecektir… İster iyilik olsun ister kötülük olsun; onlarla sınav görür...

***

Onun için insanlık cibilliyetine, yaradılışına yakışan; Allah’a ibadet etmek ve de kulluk görevini yerine getirmektir… Bizim mükellef olduğumuz, Allah’ı tanıdıktan sonra ona kulluk yapmaktır… İnsan olma vasfımızla yaşamımızın her alanına, Zâriyât suresinin 56. ayetini yürürlüğe sokmak gerekiyor.

***

İnsan Allah’a kulluk etme görevini yerine getirirken, cesediyle, aklıyla, ruhuyla beraber bunu yapması lazım. Bu da ibadetle olur. O ruhu namazla donatmak gerekir.  Kâinat nasıl yaratılmıştır, bu kâinatı yaratan kudrete inanmak düşüncesine sahip olmak gerekiyor.  Çünkü insan rastgele bir mahluk değildir, bir yaratık değildir.

***

İnsanoğlu, kendisine bahşedilen vücudu ibadetle donatması gerekir. Eğer ki bunu yapmadığı taktirde, mevcut iskeletiyle ve ayakta durma haliyle insan olma vasfını yerine getirmiş olamaz, hele ki mükellef olduğu misyonuna halel getirmiş olur... Kaldı ki hayvanda da dört ayak var ama mükellef değildir.

***

Allah’ın o yüce emrini, hükmünü o taşıyabilecek durumda olmadığı için Allah yaratıkların en üstünü olma vasfını “insana” vermiştir. İnsan bunu kabullenmezse insanlık dışı bir ruh taşımış olur ki o zaman da cehenneme mahkûm olmuştur...

En derin saygı ve sevgilerimle.