MİLLİ İRADE HAKİMİYETİ DİMDİK AYAKTADIR.. (II)

Sevgili okurlar..

Dünkü yazımda altı çizili, şöyle bir vecize mahiyetli cümle kurmuştum.. Demiştim ki; “Milli ruhun, milli vicdanın, milli gücün, milli hareketin” membaı, İslam’dır... Bin seneden beri ecdadımızın yaşadığı İslami hayat, İslami inanç, İslami sosyal dengenin temel ilkeleridir bunlar.. Milleti millet yaptığı gibi ümmetleştiren ana çimentodur, İslam’ın bu olmazsa olmazı olan değerler!…

***

İslami İnanç, Hayat ve Sosyal Denge… Bu üç ana unsurdan geçer, Milletin varlık seyri.. Eğer ki bu üç ana unsurun temel ilkeleri olan, “milli ruh, milli vicdan, milli güç ve milli hareket” olmadığı takdirde, o toplum, o millet her nerede olursa olsun, yönetim şekli nasıl olursa olsun; “bölünmeye, dağılmaya, yıkılmaya, çökmeye ve yok olmaya” mahkûmdur... Tabiri caizse, felç geçirmiş, fiziki hareketleri bitmiş, cansızlaşmış insan gibi yaşamını yitirmiş olur.

***

Demem o ki bu üç ana unsur bir toplumda hayat bulmadığı takdirde, hiçbir şekilde o toplum kendini toparlayamaz, bütünlüğünü sağlayamaz.. Çünkü ittihadı elinden kaçırır... Birlik ve beraberliği bozulmuş olur… Evet milli ruh demek, inanca dayalı bir yaşam demektir.. Yüce kitabımız Kur’an’ın hükümlerine bağlılıktır..  O bir güçtür, o bir ittifaktır, o bir varlıktır.. O birer ulvi değerlerin, membaıdır, kurumayan çeşmesidir…

***

Kur’an’la ters düşen, onu yaşamayan, hayatına idame etmeyen, yönetiminde, hak, hukuk, adalet işleyişinde bulundurmayan bir toplum, ne dirliğini, ne birliğini ve ne de uzun ömürlü yaşamını sağlayamaz... Ki elinden de bir şey gelmez… Teslimiyet bayrağını çeker, tek bir şey içlerinde kalır ki o da emperyalist batı güçlerin vesayetine girer... Manen onlara teslim olur.. Toplum o küfür dünyasına köleleşir…

***

Bunu da hiçbir vicdan kabul etmez.  Bu şekilde yaşarsak, aba ecdadımız eğer imkânı olur da başını kabrinden kaldırıp bize bakarsa, gördüğü tablo karşısında, yüzlerimize tükürür… Zira onların mirası üzerindeyiz, yiyoruz, yaşıyoruz. Fakat onların inancını yaşayamıyoruz, gelenek ve göreneklerini unutmuşuz... Kullanılmamak üzere, çoktan arka plana atmışız.

***

Makyajlı, kravatlı, lacivert elbiseli siyasetçilerin yaldızlı cümlelerine, kurgulu beyanlarına aldanıyoruz…Ki attıkları nutuklar, milli ruha dayanmıyor.. Cengaver aba ecdadımızın yolundan gitmiyorlar.. En vahimi de inancımızı yaşamadıkları gibi, ona dayanan bir anlayışı da sahada uygulamıyorlar…

***

Nitekim her seçimde milletin iradesini sandıktan alıp iktidara kim gelirse gelsin, mevcut anayasanın hükümleri paralelinde hareket etmek zorunda kalıyor… Ki o da bir derde şifa olmuyor.  “Eski tas, eski hamam” misali…  Yüz yıllık bir maziyle karşı karşıya kalmaktan kendimizi kurtaramıyoruz… İşte halk bu hali, siyasilerden istemiyor.

***

Halkın siyasilerden istedikleri kavga değil, birbirlerine galiz kin ve küfürle saldırmak hiç değil.. İstediği inanç ve yardımlaşma birlikteliğiyle bir olma haysiyetinin yaşatılmasıdır.. Ama yok.. Olmadığı için de siyasiler düşmanca birbirine bakıyor, galiz sözler söylüyor, milleti küçük düşürmeye çalışıyorlar..  Ki bu da bir ihanettir.

***

Siyasetin ve siyasetçilerin millete karşı mütevazı, hoşgörülü, güler yüzlü bir hali yaşaması lazım. Ama gel gör ki tersi durum var.. Hayal kırıklığı yaşanıyor..  “Eyvah ben ne yaptım? Nelerle karşılaştım? Layık olmayan insanlara oy vererek, kendi irademi teslim ettim” diyerek feryat figan ediyor… Millet mütehayyir olduğu kadar, bir o kadar da derinden derine düşünüyor ve galiz sözleri söylüyor.

Onun için milletin bedduasını almamak için, ister muhalefet olsun, ister iktidar olsun, kim olursa olsun, milletin nurlu kalplerine göre hareket etmesi lazım… Münevver vicdanlara kadar hazırlıklı olması lazım… Kendine güzel bir şekilde ahlaki çekidüzen vermesi lazım… En azından bir siyaset adamı, nüfusunun yüzde 99’u Müslüman olan milleti temsil ettiği için kesinlikle abdestli, namazlı, ibadetli olması lazım…

***

Aksi takdirde milletle inanç bakımından ters düşmüş olacak ki bu da bir nevi milleti hafife almak demektir. Hangi düzgün vicdan bunu kabul eder acaba? İster iktidar olsun, ister ana muhalefet olsun, bireyinden tut gruplarına kadar toplu vaziyette herkes milli iradeye saygılı olmalı ve buna göre yaşamalıdır. Yoksa millete ihanet tuzakları kurup bu tuzaklara düşürme gafletine kimse rıza göstermez ve faturasını çok ağır şekilde keser.

***

Bu itibarla her zaman söylediğimiz gibi bugünkü sohbetimizde de aynısını tekrar ediyoruz.

Çağımızdaki çağdaş medeniyet seviyesine bağlı olan siyasetçi kim olursa olsun, ne olursa olsun, milli iradeyle ters düşmemesi lazım, milli inanç paralelinde kendine çekidüzen verip hazırlıklı olması lazım…

***

Bilinmeli ki, milletin inancıyla ters düşenleri bu millet asla iktidara getirmiyor ve getirmez. Nitekim ta İsmet İnönü’den şimdiye kadar bu millet o kefere zihniyetlere, o anlayışlara imkân vermemiştir ve iktidara da getirmemiştir.

Sağ geçinen, muhafazakâr geçinen liberal partilere imkân tanımışsa da onlar da milletin beklentilerine tam anlamıyla cevap verememişlerdir.

Millet onlardan da memnun olmamakla beraber, “hastalıklı göz, engelli gözden daha iyidir” misaliyle yola çıkarak, ne yazık ki millet bu hali yaşamaktadır.

En derin saygı ve sevgilerimle