PEKİ, ÇARE?!

Çare açık ve nettir.. Kaf dağını aşmaya ya da ABD’yi yeniden keşfetmeye gerek yok.. İslam coğrafyasının tek reçetesi var.. O da; “özüne dönmesidir?”.. Çünkü O’nu benliğinden, değerlerinden, kültüründen, medeniyet ve tarihinden uzaklaştıran unsurlar tarafından hipnoz edilmiş.. Ki bu unsurlar orta yerdedir.. O da “batıya ve batıla odaklı kültür emperyalizmidir..” Ve çağdaşlık adı altında, bazı kavramların libasıyla içimize enjekte ediliyor..

***

Günlerdir dile getiriyorum! Vahim bir derecede sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel bazlı toplumsal bir çürümüşlük girdabında, gark olmak üzereyiz.. Tamamen maddiyata tapıyoruz.. Maneviyatı da kişisel menfaate bağlamışız… Çıkar varsa, maneviyat vardır.. Yoksa hak getire.. Değer ölçülerimiz ve kutsallarımız derseniz, zerresini yaşamıyoruz… Saygı, sevgi, dostluk, kardeşlik, aile birliği, baba, anne evlat hak ve hukuku “ke’enlem-yekûn”!.

***

Görünen köy kılavuz istemez.. Hal-i alem orta yerdedir.. Bakınız, bugünkü Söz Gazetesinin manşetinde yer alan, bir çok haber var.. “Böyle evlat olmaz olsun..” “Baba katili tutuklandı.. “Kuyumcu cinayeti, aydınlandı..” “Üç kişi öldürüldü, ilk duruşmada üç kişi tahliye oldu?”.. Tüm bu haber başlıkları, toplumsal yönde geldiğimiz noktayı göstermeye yeter de artar…

***

Hasılı, bir asırdan beridir Türkiye’nin ve İslam dünyasının başına bela kesilen haller orta yerdedir.. Köklü bir ihtilal, köklü bir inkılap, köklü bir darbeci vesayetler ikmale getirilerek, bin senelik milli inanç ve medeniyet ile kültür, darmadağın edildi.. Ve hızlı bir şekilde, asimile edildi…

***

Yeni gelen nesil, aba ecdadının kültüründen yoksun bırakıldı. Ne hazindir ki bunu yapanlar da sözde “kurtarıcı”, “halaskar”, “çok dürüst” insanlar olarak kendilerini pazarladılar… Hiç ama hiç oldukları gibi görünmediler..  Milleti de, devleti de, toplumun tüm içtimai yaşam değerlerini de, “sırtından hançerleyerek” kan kaybına uğrattılar… İman şuuruyla yaşadığı, kendine medeniyet olarak kabul ettiği örfünden, âdetinden, gelenek ve göreneklerinden uzaklaştırıldı…

***

Ama gerçek şudur ki, bu milletin kahraman ecdatları, bu memleketi kurtarmak için şüheda kanıyla yoğurulmuş bir toprak üzerinde mücadele verdiler.. Ne için, Siyonizm’in, emperyalizmin, haçlıların “kölesi olmamak” için.. İslam bayrağını yere düşürmemek için.. Ümmet şiarına halel getirilmemesi için.. Tarihinin, medeniyetinin, ecdadının, topraklarının “kül emperyalizminin” çizmeleri altında ezilmemesi için..

***

Bu coğrafyanın her karış toprağında şehitlerin kanı vardır.. Bu topraklar şüheda kanlarının bedeliyle, kazanılmıştır.. Bu itibarla biz de diyoruz ki o şühedaların kanının heder olmaması için, onların yolunda gitmek lazım.. Onlar memleketin bir karış toprağını küfür dünyasına teslim etmemek için böylesine mücadele verdiler, bize ne oldu da biat eder hale geldik..

***

Bu vatan kupkuru toprak, ezansız, ibadetsiz, namazsız bir vatan değil. Bu vatanın varlığı için da bu anlayışı da imanla, ezanla, Kur’anla yoğurulmuş bir hal içinde bu mücadeleyi vermişlerdir. Bu mübarek mücadeleleri yüzünden bize bıraktıkları miras sadece bir ruh, taşla topraktan ibaret değildir.

***

Onlar, bin senelik iman ve İslam meşaleleriyle donatılmış bir coğrafya bize miras bıraktılar. Bu coğrafya üzerinde batı emperyalizm adına ajanlar ve casuslar tarafından kendini kurtarıcı olarak gösterip de bu memleketin insanlarını, gençlerini dinden uzaklaştırma maksadıyla yeni anayasalar yapılsın diye, bırakmadı?.

***

Ama ne var ki, her şeyi tarumar ettiler… Vesayetçi anayasa maddelerini, ikmal ettiler… Farklı kavramlar kullanılarak, bir dizi kelimeleri düzenleyip, toplumun ruhunu değil, birilerinin dikte ettiği “vesayet” oluşturan ruhu enjekte ettiler.. Yazılan ayrı, uygulama ayrı.. İşte, o anayasanın dibacesinde şöyle denilmektedir;

MADDE 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

MADDE 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır.

MADDE 4- Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2’nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3’üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

***

İşte Anayasa’nın ilk dört maddesi açık ve net olarak, toplumun yerinde saymasını özendiriyor… Medeniyetlere, ilerlemeye engel teşkil ediyor.. Kim ne der bilmem ama kasıtlı maddelerdir.   Bize göre bunlar hükmen ilga edilmesi gerekir.. Çünkü artık çoğunluğa uymuyor ve yanlıştır.

***

Zira çağdaş demokratik, özgür bir Türkiye bunlarla bağlanamaz.  Çünkü, hem Türkiye Cumhuriyeti demokratiktir diyeceksin, hem laiktir diyeceksin, hem de sosyal bir hukuk devletidir diyeceksin?!. Birbirine zıt... Niye derseniz?

***

“Laiklik” dediğiniz zaman, ne sosyal, ne hukuk ve ne de demokratik bir devlet kalır.. Oysaki laiklik demek, toplumu yekvücut olarak dinden uzaklaştırmak demektir. Hal bu iken, böylesi bir manayı taşıyan kavrama, anlayışa, uygulamaya demokratik bir kimlik atfedilebilinir mi? Ne mümkün?.. Edilirse, her şey aldatmacadan ibaret olur..

***

Çünkü demokratik olursa, bütünüyle herkes dininde, düşüncesinde, konuşmasında, dilinde, renginde, coğrafyasında serbest olmalıdır.  Ama laik dediğiniz zaman, her şeyi rafa kaldırmış olursunuz.. Bir kere laiklik=dinsizlik. Dinsizliği ortaya koyduğun zaman demokratik olamazsın.

***

Dolayısıyla Türkiye, medeni dünyaya uymak zorundadır. İnkılabın, darbecilerin, vesayetlerin himayesi altında değil. Onların anlayışını, felsefesini ve diktelerini, kendine pranga yapmamalıdır.. Çağdaş bir Türkiye olması gerekir ki yeni medeni bir dünya olsun… Yani herkes dininde, inancında, kitabında hür olmalı özgür olmalı, hiçbir şekilde kaide, kural ve sınır konulmamalıdır…

***

Bu Atatürkçülükmüş, bilmem laikçilikmiş, bunlar tamamıyla laf-ı güzaftan ibarettir… Medeni bir hukuk devletinin anayasasında bunların yer almaması lazım… Birilerine bağlı olmamak kaydıyla kendi kültürüne, kendi inancına, bin yıllık tarihine bağlı olması gerekir...

***

Bu ifadeler tamamıyla Anayasanın birinci maddesi olarak geçmesi gerekir.

Bu olmadığı takdirde demokratik bir anayasa söz konusu olamaz. Hele hele TBMM açılışında milleti temsil eden 600 kişiye batıl bir yemini ettirmekte ısrar eden bir zihniyet, bu ülkeye ve bu millete ne tür yarar getirebilir ki? Bu soruya kimse cevap veremez.

***

Hâsılı kelam... Dedik ya; Peki, çare? Çare, “özümüze” dönmemizdir.. Milli ve yerli, olmamızdır..

En derin saygı ve sevgilerimle.