SEVGİLİLERİN SEVGİLİSİ..!

Elbette ki O sevgililerin sevgilisidir.. Kainatın da tek efendisidir.. Peygamberlerin sultanı, nebilerin nebisidir.. Zira Hatem-ül Enbiya'dır, yani Peygamberler silsilesinin son halkasıdır.. Kainatı yaratan Cenab-ı Hakkın, yeryüzüne “nuruyla, intisabıyla şereflendirmiş”  olduğu, İslam ümmetinin rehber elçisidir o..

O Resulullah Efendimiz, Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Selem)’dir..Onun ümmeti olabilmek, onun şefkat ve merhametine intisap etmemiz, elbette ki inananlar olarak bizleri mutlu kılmaktadır.. Aynı zamanda ona intisap bir şereftir ve gururdur...

Ne mutlu ona ümmet olabilme liyakatine erişenlere...

Peygamber Efendimizin sevgisini gerçek manada ruhunda, bedeninde, yaşamında, kültür ve medeniyetinde besleyip, yaşatabilene...

***

Aksi durumda, ne o kişi mümin olabilir, ne ümmetin bir ferdi olabilir, ne de “Kainatın Efendisi olan Resulullah’ın sevgisine” mazhar olabilir.. Onun hal-i durumu, kandırmacadan ibaret olur.. Kişi, özüyle sözü bir olmadığı zaman gaflete düşer.. Allah korusun akıbeti meçhule döner…Demem o ki, peygamber sevgisinde hiçbir şekilde maddi bir kazanç beklenemez.. Beklenen kazanç, “manevidir?”..

***

Peygamber Efendemiz Hazreti Muhammed (S.A.V) için, şöyle bir hadis mevcut.. Der ki; “Levlake levlake lemma ğalaktül eflake..” Hadisin meali şöyle.. “Sen olmasaydın biz kesinlikle dünyayı, yerle göğü yaratmazdık. Senin dünyaya gelişin nedeniyle dünyayı ve insanları yarattık…”

***

İşte bu hadisin hikmet-i mucibesi de ancak Hz. Muhammed (S.A.V)’in ezelden beri Cenab-ı Allah’ın, ruhaniyetlerin yaradılışında başucunda olduğu gerçeğidir.. Bu yüce yaradanın, bir ifadesidir.  Yeryüzüne nazil edilen tüm Peygamberlerden üstün tuttuğu gerçeğinin beyanıdır bu ifade.. Ne mutlu o insanlara ki Hz. Muhammed (S.A.V)’e intisap etmişlerdir.. Yalnızca intisapla kalmayıp, onun sünnet-i seniyyesini kendilerine endeksleyip, yaşamlarına adapte etmişlerdir…

***

İslam ümmeti, bu şiarla kendini donattığı zaman, hem ümmet olabilmişlerdir, hem de kainata meydan okuyabilmişlerdir.. Bakınız, Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu minvalde neler söylüyor..

“İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir. "Tevekkeltü alâllah" der, sefine-i hayatta kemâl-i emniyetle, hâdisâtın dağlarvâri dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlakın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra, saadet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları, uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker.”

***

Demek ki, insanoğlu Ahsen-i takvimde yaradılış yörüngesinde yürüdüğünde, iman nokta-i nazarında en yüksek mertebelere tırmanabilir.. Hem dünyada hem de ahirette.  Bunun tersi yönde yürürse işte o zaman da  esfel-i sâfiline iner.. Kendini, cehennemin en derin çukuruna gömer, gider.. O kişi, Ahlaken de, insanlıktan sıyrılır.  Ya maymunlaşma haletine girer, ya da domuzlaşma haletine girer.

Onun içindir ki; "İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder."

***

Zira Kur’an-ı Kerim’in bildirdiği gibi; o kişi, iman nokta-i nazarında yoksunluk tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır…

Bu itibarla bu imanı elde etmek için “Allah” demeliyiz. Peygamberimiz Hz. Muhammed Resulullah (S.A.V)’i Peygamber olarak kabul etmeliyiz.. Ve onun yolunda yürümeliyiz… Beş vakit namaz, niyaz, oruç, hac, zekat ve kelime-i şehadet… İnsanoğlu bunlarla kendini donatması ve yaşamını biçimlendirmesi gerekir… Aksi takdirde, yaşamı süresince boşa kürek çekmiş olur.. Zaten herkesin makamı, mevkisi bu dünyada da öbür dünyada da kendi tavır ve hareketleriyle ikmal oluyor…

***

Sohbet başlığımızda belirtiğimiz gibi…O’nun yolu insanı cehennem çukuruna değil, sahil-i selamete götürür ve iman nokta-i nazarında en üstün mertebeye ulaştırır.. Buradan hep haykırıyorum ve haykırmaya da devam edeceğim.. Ümmet olabilmemiz için,  İslam dinine sarılmamız gerekiyor… İslam dininin gerçeklerinin bulunmadığı bir toplum, hiçbir zaman iki yakasını bir araya getiremez. İslam’ın yerine rant gelir, zorbalık gelir, faiz gelir, riba gelir, tefecilik gelir, ahlak dışı fuhuşat gelir veyahut uyuşturucu sektörü hâkim olur. Ki devlet kurumları da, yasaları da olup-bitenlerin üstesinden gelemez, ki gelemiyor da…

***

O zaman bize en kuvvetli etken yüce İslam dini olduğu gerçeğini, bilmemiz gerekiyor.. Nitekim, Bediüzzaman Hazretleri bunu ifade ediyor…

Diyor ki;  “Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi, ittibâ-ı Kur'ân'dır.

Azametli, bahtsız bir kıt'anın; şanlı, tali'siz bir devletin; değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesi, ittihad-ı İslâmdır.”

Bu her iki vecizeye, bugün İslam dünyası muhtaçtır..

Özellikle de Türkiye’miz… Ama gel gör ki bu her iki vecizeden, ülkemiz de İslam dünyası da fersah fersah uzak durmaktadır.

***

Hasılı kelam…

Mevcut siyaset, particilik, millete patırtıcılıktan başka bir şey vermemektedir.

Bakınız, önümüzde seçimler var.  Herkes elini vicdanına koyarak oy kullanmak zorundadır.  Ama sistem aynı sistem.

Laiklik, Kemalizm başta geliyor.  Anayasanın ilk dört maddesi zaten her şeyin başını çekiyor.

Biz de diyoruz ki; mademki 85 milyonun yüzde 99’u Müslüman ise Müslümanlığın gereği ne ise memleketi onunla donatmak lazım..

Ahali, İslam’la yaşatılmalı, İslam’la kalkıp oturmalıdır…

Okuldan  daha fazlasıyla evdeki anne babanın vermiş olduğu terbiye ve ilimle donatılması gerekiyor.

Yoksa toplumun karşısına, ailelerin karşısına her gün bir belalı musibet olarak musallat olur.

Ne yazık ki ortaokuldan tutun da üniversitelerin son sınıfına kadar genellikle olmasa bile çoğunlukla kokain kullanıyorlar, hap atıyorlar, içki içiyorlar, fuhuş sektörü zaten büyük rol almaktadır ve büyük çapta para kazanılıyor gençlerden.

***

Memleketin ahlaken çöküntüye uğramış olması kimin umurundadır?

Kim hissediyor ve kim sahip çıkıyor ki? Bu itibarla solun ve küfrün, inançsızlığın, ilhadın, edepsizliğin kol gezdiği bir memlekette artık ne gibi bir hayır beklenebilinir ki….

Yönetimler ayrı bir vadide yürüyor, iktidarlar başka bir yörüngede yürüyor..

Millet ise bambaşka yollardadır.  Memlekette büyük kargaşa var.

***

Nedeni de açık?..

Zira devleti temsil eden iktidarlar milletle bir türlü anlaşamıyorlar.

Bakalım bu işin sonu nereye varacak?

11 gün sonra  yapılacak seçimde millet kararını verecektir..

İnşallah isabetli bir karar verir.

Eğer isabetli bir karar vermezse yabancı ideolojiyi destekleyenlere verirse kötü olur..

Ne kadar şeklen bas bas bağırıp “ben öyle değilim” dese de yalandır.

Tamamıyla İngiliz ve Fransız politikalarına bağlı oldukları kendilerini ele veriyor.

Bu itibarla buna mahal vermeden milletçe bu işin üstesinden gelmemiz lazım.

En derin saygı ve sevgilerimle.