TOPLUMSAL BUHRAN, NEREYE KADAR?!

Ülkenin ve milletin hal-i pür melali; “sosyolojik ve psikolojik” bir vakıa..! Buhran geçiriyoruz. Birey, aile, toplum, çarşı, pazar, yaşamın tüm katmanlarında; “şiddet” kol geziyor.. Bakar mısınız cinnet halimize, insanlar burunlarından soluyor?.. Teksası geride bıraktık, “sokaklar can pazarına” dönmüş durumda? İşte Esenyurt’taki vahşet; dört kişi işyerini basıyor, iki kişiyi öldürüyor, bir kişiyi de yaralayıp, kaçıyor.. Gerekçe husumet, gerekçe alacak verecek.. Görüntüler kan donduruyor.. Ya Batman’da onlarca kişinin gözü önünde 22 yaşındaki genç, kurşun yağmuruna tutularak, öldürülüyor!? Taksiye binen müşteriler kurşunlanıyor, masum sürücü arada öldürülüyor…

***

“Tavuk keser” gibi insanlar öldürüyor... Annesini mi, babasını mı, ablasını mı öldürenler?.. Bir kaç gram esrar, bir kaç gram eroin için; “can alanlar?..” Aile içi şiddet zihinleri kilitliyor?.. Tablo karşısında ne oluyoruz, ne bu hal artık denilemez oldu… Ya hırsızlık, yolsuzluk, gasp… Rüşvet. Suiistimal... Hırla... Hangisinden söz ederseniz edin inanın ki eksik kalıyor.. Vahim, dehşetli bir toplumsal cinnet hali içerisinde, envai ahlaki çürümüşlüğü sıradan vakalar olarak yaşar hale geldik….

***

Çünkü ne yasalarınız, ne mevzuatlarınız ve ne de yönetimsel sisteminiz; “çözüm üretici” olmadığı gibi suç ve suçlulara karşı da caydırıcı değil... Eğer ki yasaların ilk basamağı “suçlunun hakları” üzerine yazılıyorsa, maktulün hakkı en gerilerde tutuluyorsa siz baştan kaybetmişsinizdir... Ne vicdani, ne insani ve ne de rahmani defteriniz yok!?

***

Diyarbakır Söz’ün bugünkü “şiddet hadiseleriyle” alakalı harmanladığı manşet haberi; birçok hadiseyi içerdiği gibi; yapılan bir araştırmanın da sonucunu veriyor…Türkiye'de alkol ve madde bağımlılığı yaşının giderek düştüğü belirtilen araştırmada, Cinayet vakalarının yüzde 60'ında, saldırganlık vakalarının yüzde 40'ında ve cinsel saldırı vakalarının yüzde 33'ünde fail olan kişinin alkol ve uyuşturucu madde bağımlısı olduğunu görüyoruz.” Korkunç ve vahim bir sonuç!

***

Takdir edersiniz günlerce burada; “beşeri ve ilahi hükümler” noktasında analizlerde bulunduk. Orta yerde, Kur’an-ı Kerim var iken… Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (S.A.V) hadisleri var iken... İslam’ın ve İmanın şartları var iken.. Yani elimizde; fani ve ebedi dünyayla alakalı ilahi bir nizamname var iken; ne oluyor da “batıla odaklı, beşeri hükümleri” kendimize; dikte ediyoruz... Çözümü çözümsüzlükte arıyoruz!?

***

Yineliyorum! Ve dün Esenyurt’taki hadiseden sonra toplumun ekseriyetiyle yükselen bir ses oldu; “kısasa kısas” şarttır diye... Ki İslam hükümlerinde de; kısasa kısas hükmü var… Eğer ki ülkenin ve toplumun refahı, huzuru, birliği, dirliği, barışı ve kardeşliği, ümmet şiarı isteniyorsa; “suçun cezası işlenen suçla kısas edilerek” verilmelidir.. Adil adalet de ancak böyle sağlanabilir?! Ama maalesef; kimsenin umurunda bile değil…

***

Hep ifade ediyorum... Halk ve rejim karşı karşıya.. Niye bunu diyorum çünkü rejim; aldatıcı politikalarla gün geçiriyor.. Ruhunda “milli ve yerli” olabilme anlayışı ve felsefesi yok.. Yüz yıldan beridir; milli irade diyoruz, ama gel gör ki milli iradenin semtinden bile geçemiyoruz. Şayet geçmiş olsaydık; hal-i vaziyet böyle mi olurdu?

***

Bakınız, yukarıda toplumsal cinnet halimizin, şiddet içeren yönünü irdeledik.. Peki ya, ekonomimiz nasıl?.. Ne yazık ki; beterin beteri bir durumda?.. Millet ekonomiksel olarak, korkunç bir dar boğazın içerisinde!.. Çarşı-pazardaki fiyatlar başını almış gidiyor… Önceki yazımda da dile getirmiştim; Dolar, Türk lirasının nerdeyse her saat başı değerini düşürüyor.

***

Peki, devlet olarak, millet olarak, hükümet iktidar olarak ne gibi bir çare arayışı içerisindeyiz? Ne gibi bir birliktelikle şahsi çıkarı ön plana almadan, çözüm bulma adına çare arıyoruz? Var mı bir arayış?! Eğer olsaydı bugüne kadar bu rejim, bu milleti böylesine dehşetli, böylesine vahşi bir yaşam kulvarına sokar mıydı? Nerdeee?

***

Gelen giden her iktidar ve her muhalefetin sergilediği politika, klasik... Ne diyorlar; “Biz gelirsek, sorunları çözeriz, şunu yaparız, bunu ederiz, onlar kötü, biz iyiyiz” deyip duruyorlar... Ve bu millet, sandıkta onlara rey verip, iktidar noktasında buyurun gelin siz yapın diyor... Meyil veriyor... Ne yazık ki “gelen gideni aratır” misali; daha vahim sorunlar yumağı oluşuyor… Yeni bir potansiyel arayışı yok, bir imkân artışı da yok.

***

Gerçekten kimse kusura bakmasın ama Türkiye yerinde saydığı gibi, değerlerinden de oluyor... Yoksa bu kadar şiddet, bu kadar ahlaki çürümüşlük söz konusu olabilir miydi? Ne hazin ki?

***

Ülkede uygulanan siyaset “çıkarcı” bir siyaset... Nitekim görüyoruz, siyasetin berrak nutukları, makyajlı şeklen ikna edici konuşmaları, bir zaman geliyor üzerinden geçiyor ve hiç olmamış gibi o söylemler, o nutuklar, verilen sözler hep havada kalıyor, unutuluyor!? Millet çok keskin ve derin bir bakışla siyaseti takip ediyor, fakat siyasetten ümit verici bir hareket göremiyor.

***

Bakınız, Türkiye’nin yer altı zenginlik potansiyeli inanılmaz derecede çoktur. Maden mi o biçim, doğalgaz mı, petrol mü, o biçim. Var da var. Ama gel gör ki onu yeryüzüne çıkarıp, üretime ve ihraca, paraya dönüştüren yok…

***

Sevgili okurlar.. Ağır yemen edebilirim ki eğer böyle bir imkân olsaydı, Türkiye ciddi olarak yer altı kaynaklarına yönelseydi... Ve tüm zenginliğini yeryüzüne çıkarsaydı; yeryüzünün en zengin ve güçlü ülkesi Türkiye olurdu! Ne sosyal, ne ekonomik, ne de böylesine ahlaki bir çürümüşlüğün içerisinde olmazdık, yaşamazdık!

***

Ne yazık ve ne hazindir ki; bu minvalde irade ortaya koyan yok... Siyaset buna eğilmiyor, bu yönde çaba sarf etmiyor… 200 km uzaklıkta Kuzey Irak’ta petrol fışkırıyor da niye benim Şırnak’ımda, Gabar Dağında, Cudi Dağında fışkırmıyor? Bu bir muamma değil mi?

***

Bilimsel ve akademik yönde petrol potansiyeli nasıl ki Kuzey Irak’ta fışkırıyorsa, Türkiye’den de fışkırması gerekiyor. Zeminin doğal hareketi dâhilinde Türkiye’nin doğalgazı da petrolü de Kuzey Irak’a akıyor. O zaman önlemek gerekmiyor mu? Gerekmesine gerekiyor; ne var ki “siyaset bu ülke insanıyla samimi değil?”

***

Yıllar yılıdır gelen giden partiler, iktidarlar, devleti elinde tutanlar, “bunu bildikleri halde” üç maymunu oynuyorlar… Peki, niye ya da neden bir çaba yok? Aslında cevabı var, ama sistemin ve rejimin hanesinde yanıt yok! Kimseden çıt çıkmıyor.

***

Bu itibarla diyoruz ki gerçekten Allah aşkına, gelen giden hükümetler, iktidarlar, lütfen ciddi olsunlar ve milletin karşısına siyasetten daha fazlasıyla ciddiyetle çıksınlar. 100-200 km uzaklığındaki Kuzey Irak’ta bu kadar yeraltı potansiyeli çıkıyor da niye Gabar’da çıkmıyor, niye Cudi’de çıkmıyor, niye Şırnak’ta çıkmıyor bunu bir araştırın ya!?

***

İnsanın kafasına farklı sorular da gelmiyor değil; Güneydoğu’daki yeraltı zenginliklerine karşı iktidarların, keyfiyet içerisinde kalması.. Acaba Doğu ve Güneydoğu’nun petrol potansiyelinin ortaya çıkması Doğulu millete bir zenginlik gelebileceği anlayışı mı akla geliyor…

***

İyi de zengin olsa Türkiye zengin olur… Sadece Doğu ve Güneydoğu değil. Neticede Türkiye’ye aittir. Ama gelen giden hükümetler birbirini suçlayarak, kovalayarak, “sen yapmadın, ben yapacağım” örneğinden yola çıkarsak, hiçbiri de bir şey yapmamıştır.

***

Yapmamak bize göre hıyanettir, sefalettir ve ihanettir. Devlet mekanizmasını elinde tutan iktidarlar, devletin tüm imkânlarını harcayarak yeraltı zenginliklerini ortaya çıkarmaları lazım. Petrolünden tut, altınından tut, çakmak taşından tut, her tarafta büyük bir zenginlik potansiyeli mevcuttur. Yeter ki; ihlaslı ve samimi bir siyasetin çatısı altında buluşabilelim!? En derin saygı ve sevgilerimle.