ADALET TERAZİSİNİN GERÇEĞİ Mİ, YOKSA KİRLİ SİYASET Mİ?!

Sevgili okurlar...

Son yüz-yüz elli kıllık zaman dilimine baktığımızda, Türkiye’nin çok büyük kadireler geçirdiğinizi görüyoruz..

Enva-i tehlikelerle yüz yüze gelmiş bir ülke ve coğrafyaya sahip!...

Ve bunun ana nedeni de; “güdümlü, ithal” siyaset ve devşirme politikacılardır...

Ana akımında da, vesayetçi cuntacılar yatmaktadır...

Muazzam ve kutsal ülkemiz,  bu kirli eller , yönetim ve anlayışlar yüzünden ne kadar yıprandığını, ahlaken yozlaştığını, ceberut istibdat dayatmalarıyla ne kadar inim inim inlediğini, her gün biraz daha, acı bir tabloyla görmekteyiz...

Toplumun ve gençliğin İslam’dan uzaklaştırma gayreti, anlayışı ve çabaları, herkesin malumudur...

Birer şeytani faaliyetler...

Ve hala da ne yazık ki bu millet “bu şeytani ruha” sahip olanlara kanıyor...

Ortaya konular, kirli siyasetlerine “kurtuluş çaresi, reçetesi” olarak bakıyor, inanıyor ve bel bağlıyor...

Ki bu kirli siyaset bugüne kadar süre gelmiş olması da, malum tek parti şeflik ve dipçik döneminin uzantısı olarak mevcut anlayışı, himaye edip, sahiplenen öncü kesilen CHP’dir..

Salt artık CHP’de değil....

Artık sağcısı da, solcusu da, siyaset kirlenmesiyle kirlenmiş, aldatılmış yanlış insanlarla varlık göstermektedir...

Yani vaziyete ne derseniz deyin?!

Ama şu bir gerçektir ki, öyle de inanıyoruz, “Türkiye eski Türkiye değil” çünkü uyanan, olup-biteni bilen, okuyan, ferasetle gören bir Türkiye var...

Türkiye insanı şu çığlığı atıyor...

Ve diyor ki;

 “Artık yeter, şu mutlak istibdadınızı, ceberuti dayatmanızı, antidemokratik anlayışınızı geri çekin... Bu millet biraz rahat nefes alsın...  Toplumsal bir barışla, aynı inançla, aynı İslam’la, tarihi kültürüyle yaşayalım...”

Öyle ümit ediyoruz ki, bu çığlığı atan millet olup-bitenlere karşı uyanmıştır...

Öyle inanıyoruz ki, uyandıkça uyanıyor.

***

Bakınız, sevgili okurlar.

15 Nisan Cuma günü Cumhurbaşkanımız muhterem Recep Tayyip Erdoğan , Ayasofya Fatih Medresesinin açılışını yaptı.

Bize göre çok önemli bir olay.

Hem de çağ değiştiren bir adımdır...

Geç kalınmış bir mirasın yeniden tazelenip, filizlenerek, güçlenmesi demektir!...

Şunu demek istiyorum...

Türkiye için bırakın şu siyaseti, bu siyaseti, şu iktidarı, bu iktidarı deyip durmayı!…

Mühim olan, somut bir gerçeğe sahip çıkmaktır..

Ki Erdoğan bir devlet büyüğü olarak, devletle halkı birbiriyle barıştırma hareketine yönelik adımlar atıyor...

Boş adımlar değil..

Bu anlayış, bize göre her babayiğidin kârı ve işi değildir.

Recep Tayyip Erdoğan, zaman zaman fırsat buldukça “tarihsel” adımlar atıyor..

Ve halktan aldığı misyonu aksiyona çeviriyor, halkın inancı paralelinde, yol alıyor...

Bağlılığını gösteriyor.

Halkın tarihine, kültürüne sahip çıkıyor.

Bu çok önemli ve büyük bir misyonun yerine getirilmesidir...

Erdoğan açılış töreninde şöyle dedi.

 “Muhteşem mazimizi bugüne ve geleceğe taşımak, insanımızla buluşturmak adına çok önemli bir adımı atmış olduk.

Bugün açılışını yaptığımız Ayasofya Fatih Medresesi ile izleri silinmek istenen bir eseri daha hamdolsun yeniden şehrimize kazandırıyoruz.

Burası İstanbul'un fethinin akabinde, Ayasofya'nın bitişiğinde şehrin ilk medresesi olarak hizmete açılmıştır. İlk müderrisi Molla Hüsrev olan medresede, Ali Kuşçu da ders vermiştir.

Medrese, farklı tarihlerdeki bakım, onarım ve inşalarla 1924 yılına kadar eğitim hizmetine devam etmiştir.

Daha sonra bir müddet de öksüzler yurdu olarak kullanıldıktan sonra görüntüyü bozduğu gerekçesiyle yıktırılmıştır.

Ayasofya’yı asli kimliğinden kopararak müzeye çeviren zihniyet maalesef bu medreseye de tahammül edememiştir.

Fatih'in vakfiyesi olan ve asırlarca ilim, irfan yuvası olarak hizmet veren bu tarihî medrese sessiz, sedasız ortadan kaldırılmıştır.

Oysa her vakfiye aynı zamanda bizlere tevdi edilmiş bir emanettir.”

* * *

Sevgili okurlar...

İman şuuruna sahip Cumhurbaşkanını can-ı gönülden tebrik ediyor ve bu mübarek Ramazan-ı Şerif’in hürmetine Cenab-ı Allah onu bu dünyada da ahirette de daima kaim ve kadim kılsın diye dua ediyoruz.

Kötü niyetli insanların şerrinden, kötülüklerinden, batı dünyasının kirli siyasetinden, Allah onu korusun ve devletin başında daim kılmayı nasip eylesin.

Biz burada bir vurgu daha yapmak istiyoruz.

Evet, Cumhurbaşkanımızın Ayasofya Fatih Medresesinin açılışını gerçekleştirmesi, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Türkiye için yeni bir milattır, yeni bir şanstır, yeni bir iklimdir, yeni bir çağdır.

Gönül temennisiyle zat-ı devletlerinden istirhamımız şudur ki.

Nasıl ki Ayasofya’nın Fatih Medresesinin çürümüşlüğünü yeniden ele almış, tazeliyor, inşa ediyor, donatıyor ise…

Diyarbakır’ımızın 5. Harem-i Şerifi durumundaki Ulu Camimizin etrafındaki Zinciriye medreselerinin varlığı da inkâr edilemez.

Ama heyhat!

Nerdeyse esamisi kalmamış.

Sadece bina iskeleti vardır.

Çevresi ticari mekanlarla işgal edilmiş durumda..

Buraya da zat-ı devletleri el atarsa, Diyarbakır halkının ve inanıyoruz ki tüm Güneydoğu Anadolu insanının da kalplerini aldığı gibi rıza ve sevgilerini bir kez daha kazanmış olacaktır..

* * *

Bu itibarla ısrarla temennimiz; artık Türkiye’de yeni bir değişime girilmelidir.

Seküler Kemalizm gibi kasıtlı olarak kutsallaştırılmış batıl zihniyetlere artık dur denmelidir.

Çünkü bu anlayış, memleketi yüz yıldan fazla geri bırakmıştır.

Halk, ahlaki çöküntülerle karşı karşıya bırakılmış, hatta mahkum edilmiştir..

Nerdeyse aile mefhumu yok oldu..

Karı-koca arasındaki şiddet unsurlarına her gün yenileri ekleniyor.

Önlem alınmıyor.

Bunun sebeb-i mucibesi de toplumsal bir çürümüşlüktür.

Temel nedeni de İslam’dan uzaklaştırılma halidir.

Kirli siyaset, ne kadar toplumun gözünü, zihnini, beynini, ruhi ve kalbi derinliklerini baskı altına alarak, küfür ve inkârcılık anlayışıyla kapatmaya çalışmışsa da buna da artık “dur” denmelidir.

Milletin inancına, kültürüne, aba ecdadının ciddiyetine yeniden dönüştürülmeli ve sarılmalıdır; bu toplum!

Bunun ana gerçeği, gençliği, aileleri, kirli siyasetin anlayışlarıyla değil, çıkarcı, yanlış, dayatmacı politikayla değil, yepyeni tertemiz bir medeniyetle tanıştırılması gerekir...

***

Ancak birileri çıkıp dinin yeri kalptir, herkes kalbiyle dinini yaşasın derse, “Din; Allah ile insan arasında olan bir olgudur” gibi badirelerle halkı kandırarak “bizi kurtaran ancak ve ancak çağdaş medeniyetin teknolojisi olabilir, batıya dayalı politikadır” demeleri, sadece kirli bir kandırmacadan ibaret olduğunu da bilmek gerekir...

Zira hiçbir zaman hiçbir mevzuat, maddeyi ön plana almış değil...

Maddeleşen bir toplum (yeni deyimle çağdaş teknoloji) ile toplumu bağlayıp, “ne yaparsan yap, maddeten ilerle ama iç çürümüşlüğe de karışma, kim ne yapıyorsa yapsın” diye bir kanun, bir mevzuat yoktur.

Hiçbir felsefe buna inanmıyor.

Hiçbir vicdan bunu bağrında tutmuyor...

Zira maddi olarak ne kadar toplumsal gelişmeler söz konusu olursa olsun, maneviyattan uzaklaşan, inancını, dini değerlerini gözardı eden toplumlar, iç çürümüşlükle ğark olurlar..

Kimse de bu hakikati görmezden gelemez...

Hiçbir vicdan olup-biten badireli hale rıza göstermez..

Hiçbir toplum da bu kirlenmeye karşı, duyarsız kalamaz...

Ahlaki çöküntüler, maddi çıkar, maddi gelişmeler, ahlaki ve inanç gerçeğini geri plana bırakıp, yalnız maddi gelişmeye sarılmak toplumsal bir çöküntüdür, bir çöküştür, bir çürümüşlüktür.

* **

Bakınız, Yeni Akit Gazetesinin deneyimli kalemlerinden Abdurrahman Dilipak Hoca’nın dünkü yazısındaki tespitlerini de kaydetmeden geçmek istemiyorum.

“Kanun devleti olmak marifet değil. Marifet “hukuk devleti” olmakta..

Anayasa, yasalar, yönetmelikler, genelgeler, tamimler ve yargı kararları; bütün bunlara rağmen bir türlü adaleti sağlayamıyoruz. Oysa adalet mülkün temelidir. Adalet yoksa geriye kalan zulümdür.

Hâlâ şapka giyme zorunluluğu var bu ülkede, ama şapka giyen var mı, kadın ya da erkek.. Hâkimi de giymiyor, savcısı da.

Peki, bu yasa niye değiştirilemez. Evet bu durum seküler bir kutsaldır, dokunulamaz!? Ve bu kuralları koyan kişi de kutsaldır, eleştirilemez. Sözleri, ilkeleri, icraatını reddetmek olmaz. Onun için “kişiye özel koruma yasası” vardır.

Evet, “hukuka uygun olmayan yasa ve her türlü mevzuat suç aletidir”. Hitler’in de, Mussolini’nin de, Stalin’in de yasaları vardı. Bu ülke ne günler yaşadı, rejim karşıtlarını cezalandırmak için yasaya bile gerek görmediler. Öyle mahkemeler kurdular ki, verdikleri kararlar kanun sayıldı. Yargılamayı yapanlar yargıç değildi, Tek Parti döneminde, açık oy gizli tasnifle seçilen milletvekillerinden tek adamın görevlendirdiği isimlere yargıç unvanı verildi. Savcısı da yoktu savunması da. Dahası temyizi de yoktu.

Adaletin terazisi ile oynamayın! Adil şahidler olun. Ölçüyü-tartıyı doğru tutun, yoksa helak olursunuz. Bu ölçü tartı sadece metre ve terazi değil, aynı zamanda adaletin ölçüsü ve terazisidir. Adalet yoksa zulüm vardır. Zulüm adaletin yokluğudur. Zulm ile abad olunmaz.”

El hak, doğru söze ne diyebiliriz ki!...

En derin saygı ve sevgilerimle.