BU ÜÇLÜ KİRLİ İTTİFAK İSLAMİ BİR TÜRKİYE’Yİ İSTEMİYOR!? (IV)

Sevgili okurlar.

 Yazı serimiz devam ediyor...

“BU ÜÇLÜ KİRLİ İTTİFAK İSLAMİ BİR TÜRKİYE’Yİ İSTEMİYOR” başlığı altında, ele aldığımız mevzuları irdelemeyi sürdürüyoruz...

Bilindiği üzre Türkiye Müslüman bir ülkedir.

Her zaman yazıyoruz, dile getiriyoruz ve aynı zamanda siz değerli okurlarımızla birlikte tüm kamuoyuyla memleket meselelerini; “bu minvalde” değerlendirip, paylaşıyoruz...

Lakin şairin dediği gibi;

Kullu şey’in şey’ün

Hatta ravsû şey’ün

Vel cehlu la bi şey’in”

Her şey illaki bir şeydir.

İster yararlı olsun, ister zararlı olsun ele alınan konu her ne ise; illaki bir şeyin vasfını taşıyordur...

Hatta hayvan dışkıları dahi bir şeydir.

Ondan da insanlar “gübre olarak” yararlanıyor...

Ama cehalet hiçbir şeydir.

Cehalete tanınan herhangi bir vasıf ve kimlik yoktur...

Ne ilmi değerlerde var.

Ne de tarihi kültürler içerisinde yeri var.

Ne de kutsanacak herhangi bir tarafı var...

Çünkü cehalet eşittir rezalettir...

Meskenettir ve hıyanetlerin en dehşetlisidir cehalet!...

Onun için, cehalet her toplumun içine girmez.

Hele hele İslam ümmeti içine hiç sokulmaması gerektiği gibi, yaşamasına ve varlık göstermesine de müsaade edilmemelidir...

Cehalet, ancak zalimin, kâfirin veya inkârcının ya da hiçbir şeye inanmayanın karakterinde vücut bulur..

Burada üreme gösterip yaşar!...

Bu itibarla böylesine insanlar, gerek devletlerin yönetimlerinde olsun, gerekse de toplumlarda olsun veya aşiret ağaları olsun, ya da sıradan çoban memo olsun.

Her kim olursa olsun.

Bu kirli vasıfları toplumlara taşımamak için, devletle millet birbiriyle kenetlenmeli, el ele vererek ilmi değerlerle kendini konuşlandırmalıdır...

Toplumu tarihi kültürüyle yaşatmalı, neslinin eğitim ve öğretimini de aynı minval üzere geliştirmelidir...

Ki bu devletlerin başlıca temel görevlerindendir.

Devletlerin yönetimleri, toplumların ümmet olabilme anlayışlarının birlikteliği, böylesi karanlık yapılara meydan vermediği müddetçe kesinlikle; o devlet ve o toplum zeval bulmaz.

Amma velâkin meydan verildiği takdirde o toplumun içinde başta siyasi kurumların önemli merkezlerinde inkârcılık üremeye başlar...

Ki inkârcılık toplumun başına bela olabilecek çeşitli zındıka cereyanlarının ana karargâhı olur...

İşte dış mihraklar, o zaman o toplumun içine dalar ve o cehaletle makûs kalan o toplum “vesayet” altına alınır...

Dış emperyalist düşmanların eline “koz verilmiş” olunur...

O kozu verenler de mutlaka o devletlere kölelik yaparlar.

Piyonluk yaparlar.

Nitekim öyle de olmuştur.

Tarih buna şahittir.

Son iki yüzyıl içerisindeki oluşa gelen İslam coğrafyası ve İslam coğrafyasını temsil eden ümmet ve o ümmetin bünyesinde taşıdığı iman meşaleleri ne yazık ki bir bir söndürülmüştür...

Ki, giderek de söndürülecek duruma gelmektedir..

Onun kurtuluşu yok. 

Bakınız, yüce Allah Yahudi toplumunun aleyhinde Bakara suresinin 61. Ayetinde şöyle buyuruyor;

veduribet aleyhimu-zzilletu velmeskenetu”

Yahudi toplumunun Hz. Musa’ya karşı gelmelerinden dolayı, kendi çıkar ve menfaatleri uğruna Hz. Musa’yı sorgularcasına çok büyük kirli emeller peşine düşmüşler.

Cenab-ı Allah o tarihten günümüze dek zillet ve meskenet, rezalet ve hıyanet vasfını Yahudi toplumunun üzerine çökertmiştir.

İsra suresinin 4. Ayetinin sonlarında ise tekit ve ağırlaştırılmış bir yemin üzerine diyor ki;

Siz kesinlikle yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkaracaksınız.

İşte bunun karşılığı da mutlaka yeryüzünde ne kadar yücelirseniz yücelin, ekonominiz sizi ne kadar yükseklere götürürse götürsün.

İllaki hak ettiğiniz zillet ve meskeneti bu dünyada ödeyeceksiniz” diye vaat ve Allah’ın onlarla sözleşmesi vardır.

Keza bu ayetlerin ana çizgileri, ana maksatları, ana hedefleri bugünkü İslam dünyasına da yöneliktir.

Hiç kimse yalnızca bu ayetler Yahudilere gelmiştir demesin, Tevrattan gelmiştir demesin.

Hâşâ!

Kesinlikle bu ayetler hepimizi ilgilendiriyor.

Görünen odur ki bugün Türkiye’mizin içinde bulunduğu hal, iki yüz yıl önceki kirli hıyanet girişimlerinin ektiği tohumun biçilmesidir...

Uzantıları hala diridir..

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Günlük hayat akışları içerisinde görüp seyrettiğimiz olaylar, haller ve duruşlar bize neleri göstermiyor ki?

Yazımızın başında işaret ettiğimiz gibi cehaletten başka ilimle marifetle hiç tanışmayan bir toplumla karşı karşıyayız.

İman ve inanç, hiç kuşkusuz ki ilim ve amelden geliyor.

Eğer bir toplumun içinde ilim ve amel olmadığı takdirde helal yerine haram tercih edildiğinde, vay ki vay o toplumun hal-i pür melaline...

Çünkü tüm imkânlar “harama” yönelik olur...

Hem de o imkânlara “demokrasi” libası giydirilerek...

Bunlar yetmiyormuş gibi toplum içerisinde meydana gelen insanlık dışı olaylar, ne yazık ki toplumumuzun bazı kesimlerini, hatta bazı ailelerini bundan dolayı her gün uçurumun kenarına yuvarlanıp kararmaları, göz ardı edilemez...

İnanın, insan televizyonları izlerken utanç duyuyor.

Gerçekten Türkiye ve özellikle Güneydoğu Anadolu’da iktidar partisi olan AK Partinin, halkın kendilerine yıllardan beri vermiş olduğu teveccühe rağmen, işi bilen yöneticileri, kayyımları, valileri ne yazık ki toplum arayıp bulamıyor.

Varsa da çok seyrek…

İstisna kaideyi bozmaz tabi elbette ki vardır.

Ama önemli kurumların başında olan bazı bürokratların, devletin kutsiyetini, özelliklerini, varlığını, gücünü kötü yollara harcayarak devleti değil, adeta siyasi partileri veyahut iktidarları temsil etme pozisyonuna girmeleri kabul edilemezdir...

Başta söylediğimiz gibi ayetlerle de örnek verdiklerimiz gibi o milletin sonu ne yazık ki parlak bir şekilde göreceğimizi pek ümit etmiyoruz.

Her zaman burada kaydediyoruz ve diyoruz ki;

Devlet yüce bir kavramdır.

Keza millet de yüce bir kavramdır.

Onun için devletin her zaman milletin hizmetinde olması lazım.

Devlet yetkilileri, o topluma kuş bakışıyla bakmamalı...

Randevu isteyen vatandaşın taleplerini, aylarca tozlu raflarda tutmamalıdır...

Halka inmeyen kendini beğenmiş şovmen bürokratlarla, ne bu ülke, ne bu devlet, ne de bu millet “ne medeni olabilir, ne çağdaş olabilir, ne de gelişen ve büyüyen” olabilir...

Netice itibariyle, memlekette kötülük almış başını gidiyor.

Hiç kimse de farkında değil.

Bakınız, Cenab-ı Allah bize ithafen şöyle diyor;

Yeryüzünde fitne ve fesat çıkarmayın, insanlar arasında bozgunculuk yapmayın.”

Siyasetin devlet bürokrasisine müdahale etmemesi gerekir.

Eğer siyaset, devlet bürokrasisine girerse, devletin önemli kurumlarının başındakiler yanlış yapmaya başlar..

Ne kanun, ne zaman, ne yasa diye bir işleyiş kalmaz...

Her şey zıddına yönelik bir işleyiş ve sapma alır...

Hal böyle olunca da vallahi o devlet, o iktidar artık toplumdan bir şey beklemesin.

Beklemeye de hakkı yoktur diyerek, noktalıyoruz!..

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar..