HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ DEYİNCE AKLA NE GELİR?!

Sevgili okurlar..

Bu akşam mübarek Ramazan-ı Şerif’in ilk “Teravih Namazını” kılacağız...

Tabi ki ilk sahur da bu gece..

Yarın da ettiğimiz niyetle nefsin muhasebesiyle oruçlu olacağız..

Ramazan süresince, yaşam şeklimizi Allah’ın on iki ay içerisinde seçmiş olduğu mübarek Ramazan ayının feyzinden, bereketinden toplumumuza uğur getirmesinden yana çalışmamız gerekir.

Ramazan sadece şekli olarak “oruç tutma halidir” diye düşünmemek lazım.

Ramazan, inanan İslam dünyası için ahlakın üstünlüğüdür, kulun Allah’a karşı nefsine hâkim olmasıdır...

Kişilerin kötü yola sürüklenmesine engel olmak, tağuti maceralardan kurtarma sınavıdır...

Mümkün mertebe bu mübarek ayı Allah’ın emriyle, Resulullah (S.A.V)’in uygulamalarıyla, biz de o inanç paralelinde zevkle, tatlılıkla, güzellikle, ihya etmeliyiz...

Mübarek ayın, her saniyemizi ibadetle geçirmiş gibi olalım...

Namazımızda, ibadetimizde gevşetme hâsıl etmeyelim.

Teravihimizi cemaatle kılalım.

Ki bizi iki yıl boyunca Teravih namazından uzak bırakan kötü belalardan, musibetlerden, hastalıklardan korusun diye de Ramazan-ı Şerife Allah’a duayla başlayalım.

Hele hele 84 yıldır kapalı olan tarihi Ayasofya’dan yükselen ezan sesleri...

Kahraman Fatih’in yadigârı olan Ayasofya’da ilk Teravih Namazının bu yıl kılınışı da apayrı bir huzur getirmektedir...

İnsana refah ve mutluluk getiriyor....

Elbette ki, Cumhurbaşkanımıza toplumsal olarak şükranlarımızı sunmalıyız ve duamızı esirgememeliyiz...

Allah onu da yapmış olduğu bu güzel ecdad yadigarından dolayı, kötü insanların şerrinden, kötü rejimlerin, sistemlerin belalarından korusun...

Milletimizle beraber Cumhurbaşkanımızı da korusun diye Allahû Teâlâ’ya dua edelim.

İşte bu paralelde “HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ DEYİNCE AKLA NE GELİR?!” anlamı kimlik bulur...

İnanan bir milletin serbestçe ibadetini yaşaması...

İslam’ın ana ruhunu milletin 7’sinden 70’ine kadar enjekte etmek...

Gençliği ibadet sevgisiyle büyütmek...

Helâlını helal, haramını da haram olarak bilen gerçeklere ulaşmak ve yaşamak olmalıdır herkesin misyonu!..

Mübarek Ramazan-ı Şerif, hepimize hayırlara vesile olsun..

Ramazan-ı Şerifiniz mübarek olsun...

Rabbim, bizleri Kur’an-ı Kerim’in Bakara suresinin 183 ve 184. Ayetinin hükümleri altında muhafaza etsin...

Ona tabi olmayı nasip eylesin diye dua ederek, yazımıza başlıyoruz.

* * *

Sevgili okurlar.

Üç günlük “HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ MÜ HÂKİMİN ÜSTÜNLÜĞÜ MÜ?!” başlıklı yazı serimizi burada noktalıyoruz.

Bu kez “HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ DEYİNCE AKLA NE GELİR?!” başlığını kullanıyoruz.

Bu kavram paralelindeki kaleme aldığımız ve toplumla paylaşmak istediğimiz gerçekler hep “hakikatin” baki olmasına ilişkindir..

Değerli okurlar.

Hiç kuşkusuz ki, “hukukun üstünlüğü” denince vatanın bölünmez bütünlüğü, milletin birlik ve beraberliği akla gelir.

Bin yıllık zaman dilimi içerisinde bu ülkenin, bu milletin varlığını bize öğreten tarih, bize yaşatan kültür, bu üç kavramın varlığıyla yaşaya gelmiştir...

En önemlisi de, vatanın bölünmez bütünlüğü, milletin birlikteliği ve bu her iki kavramın gerçekleşmesi, ancak İslam’ın anayasası olan Kur’an-ı Kerim’in hükümleriyle olabileceğini ön görmek gerekir...

Bunu düşünmemek elde değil.

Zira tarih bize bunu gösteriyor ki, bu kavramların hiçbirinin dini inanç ve gerçeklerden sıyrılmış, soyutlanmış şekilde vücut bulması mümkün değildir.

Günümüzdeki İslam dünyasının siyaseti, politikası, özellikle Türkiye’mizdeki mevcut sistemin paralelinde yürüyen siyaset, İslam’dan çok uzak olduğu için kendini kargaşadan, bölünmüşlükten, kavgadan, terörden arındıramıyor.

Oysaki inanmış bir millet olarak arkamıza dönüp geçmişimize bakıp, tarih ve kültürümüzü irdelediğimizde, kahraman bir ecdadın kahraman orduları ve bıraktığı miras çıkıyor.

Dini inanç paralelinde mücahit askerlerden oluşan ordular önümüze geliyor.

Hiçbir dünya emperyalizmine boyun eğmeyen ve düşmanı düşman görmüş, dostu da dost görmüş olarak karşımıza Selahaddin-i Eyyubiler çıkıyor.

Osman Gaziler çıkıyor.

Fatihler çıkıyor.

Yavuz Sultan Selimler çıkıyor.

Daha doğrusu Selçuklu İmparatorluğunu kuran Alparslanlar çıkıyor... Nureddin-i Zengiler çıkıyor.

Ve bu kahramanlar, İslam inancı paralelinde devletlerini kurmuşlar, haçlılarla kahramanca mücadele etmişler.

Viyana kıyılarına kadar at koşturmuşlar.

Adriyatik Denizinden Çin Seddine kadar hükümran olmuşlardır.

Ama hiçbir dünya emperyalizmine boyun eğmemişlerdir.

Pabuç bırakmamışlardır.

Ve dememişler ki “ben Avrupa Birliğine giriyorum veyahut ABD’nin veyahut NATO’nun müttefikiyim...”

Ben kendi başıma hareket ediyorum...

Kendi devletimizi, milletimizi, ülkemizi bir bütün olarak koruyorum ve koruyabiliyorum...

Ama bunlara biat edince; tablo hal-i durumu ortaya koyuyor..

Tek başına kalan bir ülke...

Büyük sıkıntılar yaşayan bir millet...

Bölük-pörçük olmuş bir İslam dünyası..

Bakınız, Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri şöyle diyor;

“EY ESKİ ÇAĞLARIN CİHANGİR ASYA ORDULARININ KAHRAMAN ASKERLERİNİN TORUNLARI OLAN MUHTEREM DİN KARDEŞLERİM!

Beş yüz senedir yattığınız yeter! Artık Kur’ân’ın sabahında uyanınız. Yoksa, Kur’ân-ı Kerîmin güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.

Kur’ân’ın mecrâsından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz. Yoksa toprak gibi sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır. Birleşen su damlaları gibi, Kur’ân-ı Kerîmin saadet ve selâmet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat olan, hakikat-i İslâmiye sularını akıtınız.

O hakikat-i İslâmiye sularıyla bu topraklarda iman ziyası altında hakikî medeniyetin fen ve san’at çiçekleri açacak, bu vatan maddî ve mânevî saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir, inşallah.”

* * *

Bakınız, çağımızın o büyük allamesi Bediüzzaman, Kur’an mecrasından çıkarmış olduğu tarihi gerçekleri gözümüzün önüne sererek bizi o gerçekçiliğe davet ediyor.

Ama heyhat!

Toplum olarak, sosyal dengemizi oldukça İslam’ın derin ruhundan uzaklaştırdığımız için ne yazık ki o büyük insanların seslenişine kulağımızı tıkamış haldeyiz!.

Üç maymunu oynuyoruz.

Görmedik, duymadık, bilmiyoruz.

Böylelikle halet-i ruhiyatımıza hükmen de olsa anarşi tohumlarını ekmiş durumdayız.

Batı dedik.

Battık.

Hakla batılı birbiriyle karşılaştırdığımızda tercihimiz “batıl” oldu.

Mutlak bir kokuşmuş sistemle hala bir devlet yönetiliyorsa…

Terör yaratan, oluşturan batı dünyasının plan ve projesinden ibaret olan laikçi bir anayasanın hükümlerini ön planda millete uyguluyorsak…

Ki bu hali yaşıyoruz.

Hangi demokrasiden, hangi hukukun üstünlüğünden, hangi vatanın bölünmez bütünlüğünden bahsedebiliriz ki?

Onun için başlık olarak “HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ DEYİNCE AKLA NE GELİR?!” ifadesini kullandık.

İşte bu soru halindeki ifade yerli yerinde tanım sorgulamasıdır...

Zira yüzyıldan beri batı emperyalizminin içimize sokmuş olduğu kültür ve yaşam biçimleri; “benliğimizi” yıkadı...

Ki gidişat İstanbul Sözleşmesine doğru bizi götürüyor.

Maazallah.

Eğer Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, o sözleşmeyi geri çekmemiş olsaydı, beterin beteri bir hal yaşardık..

Bu toplum hiçbir zaman 7’den 70’e kadar anarşiden, terörden, İslamsız bir toplumsal hayattan kurtulamazdı.

Zira mevcut anayasamızdaki geçen din mefhumu, hiçbir zaman Kur’anın belirtmiş olduğu din ve İslam’dan ibaret değildir.

Sadece bireysel olarak dinin kişi ile Allah arasında bir vicdan meselesi olduğunu bize tanımlamaktadır.

Bu da batıldır.

Yanlıştır.

Hukuk dışılıktır.

Aynı zamanda milli iradeye ters düşmektir.

Ve bu da mutlak bir istibdattır.

Zulümdür.

* * *

Evet, sevgili dostlar.

Bu itibarla diyoruz ki eğer gerçekten hukukun üstünlüğünü, ülkemizin en ücra köşesine kadar, insanlarımızın 7’sinden 70’ine anlatabiliyorsak, öğretebiliyorsak, o zaman hukukun gerçek üstünlük seviyesini, yaşam tarzını, milli irade paralelinde yaşatmamız gerekir.

Yoksa sadece lafızdan veyahut siyasi kavram aldatmacalarından ibaret olarak içi boş kelimeleri süslendirerek millete yutturmaya çalışırsak; vay ki vay halimize!...

Ki bugün hal-i âlem bunu çığlık çığlığa ifade ediyor…

En derin saygı ve sevgilerimle.

HAYIRLI CUMALAR.