SİYASET OLDUKÇA ZİLLETE SÜRÜKLENİYOR!? (II)

 

Sevgili okurlar.

Bir önceki yazı başlığı altında, sohbetimize devam ediyoruz.

Ve diyoruz ki;

“SİYASET OLDUKÇA ZİLLETE SÜRÜKLENİYOR..”

Siyasetin vahim bir gidişatı var..

Yazı ve sohbet içeriğimiz, siz değerli okurlarımız ve UZAY Haber TV’yi izleyen izleyiciler ile internet sitesinden okuyan herkes ama herkes, iki gündür çok büyük memnuniyetle geri dönüş yapmaktadırlar..

Tepkiler yüksek...

Yani mevzu ettiklerimizin içeriği çok yönlü etki ve yankı buldu..

Evet, konuşan hakikattir..

Zaten inancımızın da ilkelerimizin de temel noktası, “hakikatleri” ortaya koyup, onu kamuoyuyla paylaşmaktır..

Yayın kuruluşlarımızın tek amaç ve gayesi de budur...

Siyaset ve kullanılan dil...

Bugün değil bir asırdan beridir hiçbir şekilde gerçekleri ifade eden, hakikatleri gösteren, milli ve yerli olabilme adına, “Salih bir siyaset dili” kullanılmış değil..

Ki kamuoyu da “gerçekçi” görmüyor...

İster iktidar olsun, ister muhalefet olsun; değişen bir şey yok!!!.

Al birini vur ötekine misali!...

***

Her ne kadar kimi mitinglerde, toplantılarda, etkinliklerde siyasilerin attığı nutukları, millet dinliyorsa da...

Ki dinliyordur..

Kimi yerde de “can kulağıyla” dinliyor ve izliyor ise de, morfinlemiş bazı kişilerin, yani şakşakçı diye tabir edilenlerin dışında, vatandaşın ruhi derinliklerine hitap edici gerçek bir siyasi ifade ortaya konulmadığı gibi kalıcı da olmamıştır...

Suya yazı yazma misali..

Denir ya, hal-i âlem meydanda!

Türkiye’nin mevcut hal-i vaziyeti zaten kendini ifşa ederek ele veriyor.

Kim kime dum duma, kimin eli kimin cebinde!..”

Çünkü mevcut siyasetin dili “inandırıcı” değil...

Ki samimi hiç değil...

Onun için de benim siyasetçim ne kadar parlak nutuk atarsa atsın..

Velev ki halkın yüzde 70’i-80’i “eyvallah” dese de o söylenenlere içten inanmıyor...

***

 

Bakınız, sevgili dostlar.

Bir önceki günkü SÖZ Gazetemizin birinci sayfasında yayınlanan haberlerin başlıklarını özetleyerek sizinle paylaşmak istiyorum.

Örneğin; Adalet Bakanı Sayın Abdülhamit Gül Beyefendinin Diyarbakır’a teşrifleri...

Sayın Gül toplumun birçok kesimiyle hasbıhalde bulundu, özellikle gençlerle yapmış oldukları sohbetler, karşılaşmalar, gerçekten çok dikkat çekici ve güzel idi...

Nitekim böylesi görüntüleri insan görünce “oh” diye rahat bir nefes çekmiyor değil...

Çekiyor...

Devlet ile milletin kaynaşabileceğini, böyle samimi bir diyalog içerisine girilebilineceğini bu ülke ve millet görebilecek miydi acaba?” diye de, insan sorgulama yapıyor...

Nerden nereye?..

Zira Abdülhamit Bey asaletli bir insan…

Ailesini, geçmişini çok yakından bildiğim biri...

Samimi ve inanmış bir ailenin çocuğu olduğunu yakından bilen ve müşahede eden biriyim..

Ama siyaset ne yazık ki öyle bir hal yaşatıyor ki insanın o güzel asaletli, samimi ciddiyetine nerdeyse gölge düşürüyor.

Dedik ya...

Yanlış bir siyaset, millete yararı olmayan bir siyaset zillete sürükleniyor..”

Bu ifade, her şeyi deşifre ediyor.

Gazetenin haber başlığı ve spotu şöyle..

Abdülhamit Gül bölge toplantısına katıldı, anneleri ziyaret etti, Adli Tıp’ın açılışını gerçekleştirdi.

“MAHKEMELERDE DİLE İPOTEK KOYULAMAZ..”

***

Sayın Gül’ün bu cümlesi, dikkate değer...

 “Eski Türkiye, artık mazide kaldı.

Ve Türkiye artık eskiye asla dönmeyecektir, kimse döndüremeyecektir. Bu topraklarda nefret, ayrımcılık, ötekileştirme tohumlarının bir daha asla yer almamasının da teminatı hukuktur, hukuk devletidir.”

El hak, çok güzel bir ifade ve tanımlama!.

Ki insan bu sözleri işitince, okuduğu zaman içi açılıyor, kalbe güzel müreffeh bir mutluluk getiriyor...

***

Tabi, TBMM Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop’un da Diyarbakır’a teşrifleri, apayrı sevindirici bir hal.

Mustafa Şentop da Abdülhamit Gül gibi çok değerli bir insan, değerli bir devlet adamı.

İmanıyla, inancıyla, yaşantısıyla zaten, halk nezdinde takdir görmektedir..

Sevilen ve sayılan kişilerdir..

Lakin kişinin yaşadığı ve hayat boyunca taşıdığı tüm güzelliklere siyaset gölge düşürüyor.

O gerçeklerin üzerine adeta süngerli bir bant çekiyor.

Gerek Adalet Bakanı olsun, gerek TBMM Başkanı olsun..

Bunların yaşadıkları ve taşıdıkları misyonu ben de biliyorum, benim gibi Türkiye’de onları yakından tanıyan herkes de biliyor, sadakatle bağlılığını gösteriyor.

Ama gel gelelim ki siyaset öyle göstermiyor.

Siyasetin aynası çok kirli…

Geçmişten temiz bir görüntü, lekesiz bir aynayla yola çıkanların birçoğu ne yazık ki, “siyasetin kirliliğinden” dolayı yara almışlardır.

Tertemiz libaslarına, giysilerine leke sürdürülmüş.

Ve tüm taşıdıkları misyon ile söylemleri, sanki havanda su dövme misali...

Her şey, toz bulutu gibi...

Bir var, bir yok..

Neden derseniz?..

Şöyle ki...

Bakınız, Sayın Bakan Abdülhamit Bey diyor ki;

Eski Türkiye mazide kaldı.”

Toplumun karşısına çıkıp bu güzel ifadeleri anlatıyor.

Keza Meclis Başkanı da şöyle diyor;

Hükümetin Kürtçeye karşı bir tavrı varmış gibi karalama politikası güdülüyor..

Yok öyle bir şey..

Kürtçe dışında bir dil ile resmi dil olması hasebiyle mecliste tutanak tutulmuyor.

Not olarak atıf yapmak suretiyle belirtiliyor.

Bu belli bir dile, Kürtçeye karşı bir tavırmış gibi yalan ve iftira kampanyası yürütülüyor.”

Bunları söyleyen Sayın Başkana diyoruz ki;

Sayın Başkanım.

Doğrudur.

Her şey sadece dille bitmez.

Dil, şive, lügat, değişik telaffuzlarla konuşma hürriyetini elbette kimse önleyemez.

Önlemek istenmişse de bir türlü başa çıkılmamıştır.

Herkes elbette ki anadilini konuşacaktır.

Ama gaspçı bir anlayış, baskıcı bir politika, ırkçılık gibi, Turancılık gibi haller yüz yıllık Türkiye’nin manzarasını gösteriyor.

Kimse bunu inkâr edemez.

Bundan dolayı değil midir ki durup dururken bin yıllık tarihiyle yaşayan Türkiye, Kürdüyle, Türküyle, Arabıyla, Acemiyle bir bütündü..

Herkes ama herkes kardeşçe eşitti, istediğini istediği dilde yazabiliyordu, istediği kültürü yaşayabiliyordu...

İnancında özgürdü..

İbadetini huzur ve güven içerisinde yapabiliyordu..

Bu hal bin yıllık kültürün ve medeniyetin bir eseridir..

O bin yıllık geçmiş tüm bunlara şahittir.

Ama ne oldu da İttihat Terakki Cemiyeti, Osmanlıyı yıktıktan sonra birden bire Moiz Kohen’lerin nam-ı diğeri Munis Tekinalp’lerin, İngilizlerin baş murahhası Lord Curzon’ların ortaya koydukları projeler hayata geçirildi...

Tümüyle sadece ve sadece Turancılık dikte edildi...

Türkçülükten başka herhangi bir kavme, diğer bir millete kendi anadilinin konuşulması ve öğrenilmesi özgürlüğünü vermedi..

Abıhayat, tanımadı…

Türkiye’nin en ücra köşesine kadar götürülen eğitim sistemi, tüm müfredatıyla beraber kurulan okullarda; “Turancılık” aşılandı...

Ama o bin yıllık milletin ne dinine, ne inancına, ne tarihine ve ne de kültürüne hiçbir şans verilmedi...

Herkesi Türkleştirmeden başka bir şey yapılmadı...

Bu milletin dini gitti, inancı gitti, ezanı gitti, tarihi gitti, kültürü gitti.

Oldukça da gitti.

Her şey gitti.

Hiçbir sermaye kalmadı.

Netice; uyanan bir toplum, uyanan bir gençlik, bu yanlışlara baş kaldırmaya başladı.

Fraksiyonlara girdiler.

Batı dünyasının beklediği tefrika, bölme, böldürme, kin, nefret, düşmanlık unsurları toplumun arasına sokuldu...

Ki bu şekildeki yanlış siyaset revaç gördü.

Ama toplumun ve ülkenin en değerli ve en temel gerçeği olan milli birlik ve beraberlik; zaafa uğratıldı...

O da mum gibi eriyip gitti...

Ülkenin bölünmez bütünlüğüydü.

O da değişik Fraksiyonlar vasıtasıyla tehlikeye girdi.

Peki, Sayın Başkan Mustafa Şentop, bu söylediklerimize acaba ne diyor?

Keşke bunlara değinseydiler.

Bir de Adalet Bakanı Sayın Abdülhamit Bey’in görüşlerine dönelim.

Kendisine de birkaç sorumuz var.

Sayın Bakanım!

Gerçekten iyi niyetli bir insansınız, aslınızı, kökeninizi yakından bilen bir insan olarak söylediklerinize ve size güveniyoruz.

Ancak bu söylemleriniz keşke siyaset dili olmasaydı.

Siyaset dili olunca tüm bu güzel görüntünüz karşılığında millet hayal kırıklığına uğruyor.

Neden derseniz?

Bakınız, iki gün önce İstanbul’da vuku bulan 28 yaşındaki Mimar olan masum Başak Cengiz kızımız kaşla göz arasında, bir hain soytarı edepsiz tarafından sokağın ortasında 15 yerinden vurularak, öldürüldü...

Hem de keyfi olarak suçsuz yere.

Geçici olarak varsayımla eyvallah diyelim, hadi oldubitti.

Peki, bu katilin, bu hainin cezası ne?

Şimdi birileri çıkıp diyor ki akli dengesi yerinde değilmiş?

Kızın ailesi de diyor ki mademki akli dengesi yerinde değil, iki üniversiteyi nasıl bitirmiş?

Tüm bunlar karşısında buna verilecek ceza ne?

Türk Ceza Kanununun en keskin, en yüksek, en geçerli cezası ne ise onun verilmesi gerekiyormuş?

Gerçekten böyle bir ceza verildiği takdirde hukuksal olarak düşünülürse, insan temel hak ve özgürlüğüne uygun mudur bu?

O masum kızın vücudunu parçalayıp cansız bırakan bir katile verilecek ceza, vicdanları rahatlatır mı?

Yani, her şey bir müebbet midir?

Veyahut ağırlaştırılmış müebbet hapis midir?

Yoksa inandığımız yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Bakara suresinin 179. Ayetinde buyurduğu gibi mi olmalıdır?

Velekum fi-lkisâsi hayâtun”

“Ey derin kavrayış sahipleri! Adil karşılık (kısas/misilleme) yasasında sizin için hayat vardır. Olur ki sizler (bu sayede yaralama ve cinayetten) korunursunuz. Yani toplumsal hayat beklentilerinizi yakalarsınız”

Demek anlaşılan budur ki memleketin, ülke insanının, hatta tüm beşeriyetin, özellikle Türkiye’mizin ve İslam dünyasının temel kurtuluş çaresi, temel inancı buna dayanmaktadır.

“El ceza’u min cinsil amel”

Ceza yapılan amelin cinsinden olmalıdır ki caydırıcılığı olabilsin...

Suç ve suçlular oldukça kabarmasın, büyümesin, çoğalmasın.

İşte burada hayat var.

Ama hukuk diye İslam dışı, Kur’an dışı, milletin bin yıllık tarih ve kültürünün dışında oluşturulan uyduruk yasalarla, özellikle ceza yasalarıyla veyahut hukuksal ne olursa olsun…

Meydana gelen ve hukuk adını taşıyan böylesine hukuk dışılığa karşı bir Adalet Bakanı olarak ne düşünüyorsunuz?

Veyahut iktidar partimiz olan Adalet ve Kalkınma Partisinin ilk kuruluş tüzüğünde neler vardı?

Bunlar bugün neden yakalanmıyor, uygulanmıyor?

Kimse kusura bakmasın.

İktidar partisi nerdeyse Devlet Bahçeli’nin ve Doğu Peperinçek’in ipiyle kuyuya inmek istiyor.

Korkarız ki o ip yerine ulaşmadan ortadan kopabilme tehlikesiyle karşılaşır.

En derin saygı ve sevgilerimle.