İSTİBDAT TAHAKKÜMDÜR, KEYFİ MUAMELEDİR VE KUVVETLİNİN YANINDADIR!

Evet, sevgili okurlar.

Bir önceki sohbetimize başlık olarak kullandığımız “DEF-İ MAZARRAT CELB-İ MENAFİDEN EVLADIR” ifadesi,  derin ve kapsamlı bir anlam içermektedir..

Tabi ki, anlayan ve bilen için...

Ne hazin ki, İslam dünyasının bugünkü hal-i pür melali, bu gerçeği içermektedir.

Dünya ise Celb-i Menafi yerine (menfaatlerin celbi yerine), Def-i mazarrat (zararlı şeylerin kaldırılması) yerine tam tersi celb-i mazarrat (zararlı şeylerin celbi) yani toplum içine yerleştirilmesiyle meşgul..

Maalesef, toplum 24 saatini onunla geçiriyor... Gaflet ve delalet içerisinde, ülkelerin ve milletin başına gelen bela ve tufanları da; “sorgulamadan” seyretmektedir...

Zihni kapalı bir şekilde..

Bu itibarla bugünkü sohbetimize başlık olarak; “İSTİBDAT TAHAKKÜMDÜR, KEYFİ MUAMELEDİR VE KUVVETLİNİN YANINDADIR!” ifadesini kullandık..

Bu ifade, çok önemlidir...

Kapsamı da; yer küresi kadar geniştir!...

Bugün Covid-19 virüsüyle karşı karşıya bulunan dünya, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız yanlış anlayışların, düşüncelerin, siyasetin ve yönetimlerin, ortaya koyduğu beşeri uygulamaların ürünüdür ve sonucudur...

Kendi kendine; “zulüm” ediyor.. "Kendim ettim, kendim buldum" misali..

Bakalım bu gidişat nereye varacak?

***

Sevgili okurlar...

Bugünkü sohbetimizin ana stratejisi; Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin bazı veciz ifadelerine dayalı olacaktır...

O büyük Üstad Bediüzzaman, bakınız yaşadığımız çağ için, bizlere ve İslam dünyası için nasıl bir "kurtuluş" reçetesi sunuyor?..

Ve diyor ki;

“Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi, İttibâ-ı Kur'ân'dır.”

Devamla şöyle diyor o büyük Üstad;

“Azâmetli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sâhipsiz bir kavı reçetesi; ittihad-ı İslâmdır.”

İşte Üstadın bu ifadelerinin mefhum-u muhalifi; demek oluyor ki, bunlar olmadığı takdirde yeryüzü “istibdatla” mutlakla karşı karşıya gelecektir.. Ki kendini, bundan kurtaramaz...

Peki, İstibdat nedir?

Bediüzzaman Hazretleri şöyle cevap veriyor;

“İstibdat; tahakkümdür, zorbalıktır, keyfiliğe dayalı bir muameledir.

Kuvvete istinad ile cebirdir, zorbalıktır.

Bir insanın elinden çıkar.

Suiistimalata, kötü kullanıma gayet müsait bir zemindir.

Tek kelimeyle zulmün temelidir ve insaniyetin mahisidir, yok edicisidir...

Sefalet derecesinin esfelis-safiline insanı tekerlendiren ve âlem-i İslamiyeti zillet ve sefalete düşüren ve husumeti uyandıran ve İslam dünyasını bunaltan, hatta her şeye sirayetle zehrini atan o derece ihtilafatı (bölünmüşlüğü) Müslümanlar arasında ifa edip değişik batıl mezheplerle karşı karşıya bırakan zalim bir unsurdur istibdat...

Dalalet ve sapık fırkaları bölük pörçüklüğü doğuran yine istibdattır.”

***

Yani tek kelimeyle diyebiliriz ki Üstadın temel amacı; İstibdat mutlak bir zulümdür, keyfiliğe dayalıdır, bilimsel gerçekliğe dayalı değildir ve toplumu bölünmüşlüğe götürür...

Demek oluyor ki, toplum kendine çekidüzen vermelidir.. İslam adına büyük bir danışma içerisinde “İslami bir şura” ile yeniden devlet, millet, İslam hakikatleriyle tanıştırılmalıdır...

Nitekim üstad Bediüzzaman bu minvalde şöyle diyor...

 “İslamiyet güneş gibidir, üflemekle söndürülmez.

Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz.

Ancak gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.

Hem de acaba mağlup biçare bir padişah yahut müdavim memurlar, yalakalık yapan memurlar veyahut mantıksız polislere itimat edilir, dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir?..

Yoksa efkar-ı amme-i milletin arkasındaki teşkilat-ı İslamiye’nin madeni olan herkesin kalbindeki şefkat-i imaniye olan envar-ı ilahinin lema-i içtimalarından, ilahi gerçeklerin bir araya gelmesiyle ve hamiyet-i İslamiyenin toplumu parlatan kıvılcımların gelmesiyle, İslamiyetin körelmez elmas kılıcı ortaya çıkması mı daha iyi?

Elbette ki, çıkması iyi olur..

Çünkü, onunla devletler, milletler yönetilecektir.

Aksi takdirde her şey “Ke en lem yekûn” sil baştan, hiçbir şey olmamış gibi sahipsiz kalacaktır...

***

O büyük Üstad bu ifadelerin sonunda şöyle diyor;

“Elhasıl: Başkasına itimat etmeyen nefsiyle teşebbüs eder. Size bir misâl söyleyeceğim: Siz göçersiniz. Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz.

Şimdi her biriniz, bazı koyunları bir çobanın uhdesine vermişsiniz. Hâlbuki çoban tembel ve muavini kayıtsız, köpekleri değersizdir. Tamamıyla ona itimat etseniz, rahatla evlerinizde yatsanız, bîçare koyunları müstebit kurtlar ve hırsızlar ve belâlar içinde bıraksanız daha mı iyidir; yoksa onun adem-i kifayetini bilmekle nevm-i gafleti terk edip, hanesinden her biri bir kahraman gibi koşsun, koyunların etrafında halka tutup, bir çobana bedel bin muhafız olmakla, hiçbir kurt ve hırsız cesaret etmesin, daha mı iyidir?

Acaba Mâmehuran hırsızlarını tevbekâr ve sofî eden şu sır değil midir?

Evet, ruhları ağlamak istedi, biri bahane oldu, ağladılar.

Evet, evet, neam, neam. Sivrisinek tantanasını kesse, balarısı demdemesini bozsa, sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz.

Zira, kâinatı nağamatıyla raksa getiren hakaikin esrarını ihtizaza veren musika-i İlâhiye hiç durmuyor; mütemadiyen güm güm eder.”

***

Evet, sevgili dostlar.

Biediüzzaman Hazretlerinin kastettiği stratejisinden anlaşılan budur ki nasıl ki bir koyun sürüsünün sahibi, gaflet uykusuna dalan çobanları besleyemez ve koyunları teslim edemez...

Çünkü o çobanın becereksizliği nedeniyle o servet sahibi zarar görür, koyun sürüsüne ya hırsız dalar, ya da kurt gelip parçalar..

İşte, toplumlar için de, milletler için de, devletler için de; “yönetimler” böylesi bir gerçeği içermektedir..

En derin saygı ve sevgilerimle.