İŞ MAHKEMELERİNDEKİ YARGILAMA ŞEKLİ!?

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazı sohbetimizde, özelde Diyarbakır, genelde Güneydoğu’daki OSB’lerin bazı müteşebbis heyetleri tarafından uygulanan antidemokratik, hukuk dışı keyfiliklere değinmiştik...

Ve bu uygulamalarının yüzde 90’ının da kişisel ranta dayandığına dikkat çekmiştik...

Yani, kimin eli kimin cebinde belli değil?

Belirsizlikler içerisinde yürüyen böylesine OSB’ler, hem devlet yatırımlarını ve teşviklerini kötüye kullanıyor, hem de olası yatırımlara sekte vuruyor..

Gerek devletin ve devleti temsil eden iktidarların iyi niyetleri cihetinde olsun ve gerekse oy potansiyellerinin artışı için olsun, “yaşananlara” karşı vahim bir duyarsızlık var...

İşte bu duyarsızlık, sözde müteşebbis heyetlere “rant” ciritti attırıyor..

İstedikleri gibi OSB’leri “çiftlik” gibi kullanabiliyorlar...

***

Düşünün...

Devlet ve iktidar, “büyük bir fedakarlık” örneği sergiliyor..

Gayesi, istihdam yaratmak..

Gayesi, o bölgede ekonomiyi güçlendirmek..

Gayesi, bölgenin, şehrin gelişmesini, ticari hayatını zenginleştirmek..

Ve bunun için de kimi zaman, köylü kesiminin elinde bulunan, hayvanların otlatıldığı arazileri “mera iken mera yasaları hiçe sayılarak on binlerce dönüm arazi, “hazine arazisine” dönüştürülüyor..

Ve bu arazi, kendilerini sözde istihdam sağlayıcı olarak gösteren bazı OSB’lerin  müteşebbis heyetlerin inisiyatifine bırakıyor..

Bu araziler, “bedelsiz” veriliyor..

Ki, yatırımcıya da, OSB’de fabrika kurmak, yatırım yapmak isteyen sanayiciye de, bu “arazileri” bedelsiz verilmesi gerektiği hükmünü koyuyor..

Ama gel gör ki, kim bunu anlar, kim tatbik eder, kim takar misali bir halde, işliyor?

Yani, her şey tam tersine.

Sanayiciye o araziler bedelsiz satılmıyor..

Bilakis, en acımasız fiyatlarla satılıyor..

Yatırımcı, “sülük” misali, sömürülüyor, mağdur ediliyor..

***

Diyarbakır OSB’den örnek vermiştik..

Hazinenin arazisi olmamakla beraber, yani tapuları köylüye ait olan araziler, “hazinen malı” imiş gibi, işgal ediliyor...

O arazi, yanıltarak, kandırılarak, yatırım yapan sanayiciye satılıyor..

Hem de yüksek fiyatla...

Sonra ortaya çıkıyor ki, meğerki bu araziler, “hazinenin” değilmiş, köylünün ortak malıymış, merasıymış...

Meradan hazineye devredilmediği için de, “hazine malı” gibi gösteriliyor ve sanayicilere satılarak, böylece “dolandırıcılık” işlemi yapılıyor...

Gün geliyor, devran dönüyor.

Köylüler, hakkını arıyor ve hukuk mercilerine başvuruyor.

Hukuk da diyor ki “siz bu araziyi satmışsınız, köylülerin parasını verin...”

Buna rağmen, köylüye ödenilmesi gereken para ödenmiyor..

Köylü mağdur ve perişan…

Tabi ki hayvancılık da, katlediliyor...

* * *

Diyarbakır OSB’de yaşananlara dair dünkü sohbetimizin, ana çizgileri bu minvaldeydi...

***

Gelirsek, bugünkü sohbetimize!...

Ki, yazı başlığımızdan da anlaşılacağı gibi, “İş Kanunu ve İş Mahkemelerinde” yaşanan olumsuzluklar zincirine, bugün değineceğiz...

Özellikle, Adaletin CHP ve tarihi efsanevi devrimci iş sendikalarının kodamanlarıyla anlaşarak işçi lehine çıkardığı yasaları irdeleyeceğiz.

Bugünkü yazımız tümüyle Adalet Bakanı Sayın Abdülhamit Gül’e ithafendir...

Bunu, kendilerine bir müracaat olarak kabul etmesini talep ediyoruz.

Ve derhal, hiç zaman kaybetmeden Diyarbakır’daki ve hatta diğer illerdeki bazı iş mahkemelerinin “dosyalarının” incelemek üzere teftiş heyeti tarafından kontrol edilmesini istiyoruz...

Yani, bölgeye müfettiş istiyoruz..

Mevcut durum, yenilir-yutulur değil...

Yargı çok yönlü bir şekilde yıpranmaktadır..

Güven kaybı yok olmaktadır..

Neşter, derin bir şekilde, bu minvalde atılmalıdır..

Yoksa bu keyfilik ve yanlılık adaleti daha çok yıpratacaktır...

Çünkü hukuku alaşağı ediyor...

Üç beş tane ideolojik yargıçların ve karşı taraftaki rantiyeci avukatların çalışmaları, “Adalet sistemi” kurban edilmemelidir..

***

Ne yazık ki “Demokles’in kılıcı” gibi bazı iş mahkemelerinin yargıçlarının elinde işverenlere karşı sopa niyetine kullanılıyor bu yasalar.

Tamamıyla diyebiliriz ki iş mahkemeleri tarafsızlığını yitirmiş, iş davalarını büyük bir potansiyelle destekliyor, savunucusu durumunda oluyorlar.

Davalı istihdam yaratan, devletin kamu kurum ve kuruluşlarına vergileriyle hizmet veren, hatta işsizliği en azından kökten olmasa bile ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalar içerisine giren iş insanları, “potansiyel” suçluymuş gibi görülüyor...

Bu hal, yatırımcıyı da, “istihdam” yaratma şevkinden ediyor..

Bu kanun, bu yasa artık bayatlamıştır.

Zira 1970’li yıllarda çıkan bir yasadır.

Tıpkı insanların üç merhaledeki yaşam şekli gibi, artık son merhalesinde bulunuyor...

Yaşlandı...

Tabir yerindeyse insanlardaki son merhalede nasıl ki saç, sakal beyazlıyor ve ölümü hatırlatıyorsa...

Veyahut güz mevsimindeki yaprakların sararması, düşmesi, otların yeşerip, kuruması gibi...

Keza bu yasalar da artık gençliğini, orta yaşlılığını yitirmiş, yaşlılık çağına gelmiş ve artık çağımıza hitap edemez duruma gelmiştir...

Şöyle ki;

Tescil edilmiş, resmi evrak durumuna gelmiş, hatta davacı tarafın itiraf mahiyetindeki ıslak imzası olduğu halde, o itiraflı ıslak imzayı hiçe sayıyor, görmezlikten geliyor.

Ve kıytırık, “danışıklı dövüş” misali birbirine şahitlik yapan yalancı şahitleri ön plana alıyorlar.

Hele hele karşı taraf Avukatı, dışarıdaki bilirkişilerle işbirliği yaparak “bu dosyayı şu şekilde mütalaa edersen sana şu kadar para veririm” demesi de ayrı bir hukuk katliamıdır!…

Ve buna herhangi bir müdahalede de bulunulmuyor.

Bakanlık tarafından nemelazım dercesine ortalık geçiştiriliyor.

Böylece işverenlere vermiş olduğu hukuk gerçeği bir çırpıda ortadan kaldırılmak isteniyor.

Rant devreye giriyor.

Hiç kimsenin de kılına dokunulmuyor.

Vatandaş “böyle olmaz, bu yasa dışı bir haldir” dediği halde, “Git derdini Marko Paşa’ya anlat” misaliyle böylesine haksızlıklarla karşı karşıya kalıyor.

En derin saygı ve sevgilerimle....