İSLAM DİNİ MÜTEKÂMİL BİR SİSTEMDİR!

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten ülke nüfusumuzun yüzde 99,9’u Müslüman olarak bilinmektedir.

Kendimizi öyle tanımlıyoruz.

Ki öyledir de.

İslam mütekâmil bir nizam ve bir sistemdir..

Biz de Müslüman bir toplum olarak, kendimizi addediyoruz.

Demek ki, müesses nizam, mütekâmil, ilahi bir nizam olan İslam dinine intisap etmelidir..

Ülke ve millet olarak; günlük hayat akışlarımızı buna göre, değerlendirip, dizayn etmeliyiz…

Yoksa, sadece şekli ve makyajlı olarak, resim verici bir şekilde, olursak...

Dışımız içimizi, içimiz de dışımızı yansıtmıyorsa!...

Yani günlük hayat felsefemiz ve yaşam biçimimiz “mütekâmil” değilse; demek ki burada yaman bir çelişki ve çarpıklık vardır!..

Ne yazık ki, halı hazırda “çarpıklığın” dik alası yaşanmaktadır...

İşte, İslam’da bu çarpıklığa, çelişkilere şiddetle karşı çıkmaktadır...

Nitekim Kur’an-ı Kerim bu durumu, anlayışı ve felsefeyi “münafıklık” olarak, tanımlamaktadır...

Zira “özle söz” bir değil.

İçle dış bir değil.

İnanç sistemiyle amel sistemi birbirine zıttır...

Karşı bir tutum var...

Bu da, ülke ve millet açısından gerçekten düşündürücüdür...

Kısacası yaşadığımız hal; hiçte iyi bir hal değildir...

Ki bu böyle devam ederse geleceğimizin ne kadar tehlikeli olacağını şimdiden kestirmek mümkün?!...

***

Onun için diyoruz ki; “İslam dininde aile esastır...”

Aile birimi tehlikeye girdiği zaman, toplum yekvücut olarak; “tehlikeye” girmiş demektir...

Önünü göremez, girdiği girdaptan kendini kurtaramaz...

İslam’a sarılmadığı müddetçe; o şansı da yakalayamaz.

***

Bilindiği üzre yüz yıldan beri...  Hatta yüz elli yıldan beri her gün biraz daha fersah fersah o mütekâmil ilahi nizam olan İslam’ı gençliğimizden uzaklaştıran hareketlerle karşı karşıyayız!...

Ve ne hazindir ki; böylesi bir siyasetle yönetiliyoruz?”

Ki hal-i alem orta yerdedir...

İslamsız bir Milli Eğitimle büyüyen, gelişen, eğitim ve öğretim gören bir gençlik, geleceğe dair topluma uğur getirmez...

Bilakis, uğursuzluk, huzursuzluk, anlaşmazlık getirir, kavga ve terörün yaratıcısı olur...

Öyle değil midir?

Mevcut halimiz, malumun ilanı değil mi?

Sonuç itibariyle...

Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne dek gayrinizamî bir sistemle yönetile gelmiş olan Türkiye’nin bugünkü mevcut hali çok ağır bir tahribat içermiyor mu?

Ödenen ağır faturaların haddi hesabı var mı?...

Bir yıkım, bir erozyon, bir dejenere hali var?..

Ahlaksızlık faturası.

Toplumda ruhi çürümüşlük faturası…

Aile bireylerinin tefessüh etme faturası…

Rüşvet.

Fuhuş.

Uyuşturucu.

Kumar...

Ve daha nice küfrün ve haramın getirdiği ağır faturalar!?..

Denir ya, domino taşı misali; “yıkımlar” yaşandı?

Ama siyaset dili, maalesef her şeyi hep “ter yüz” göstermiştir..

Kirli ilişkileri makyajlayarak temiz göstermiştir..

Yani, “akı kara, karayı ak” göstererek olayların tebeddülü (değişme sanatı) ile millete, yutturulmuştur..

Yutturulmaya çalışılmıştır...

Ama kim inanır?..

Başta söylediğim gibi; “özle söz” birbirini kanıtlamıyor.

İmanla amel birbirine terstir.

İç ve dış hiç de birbirine uymuyor.

***

Dedik ya; yüce İslam dini mütekâmil bir nizamdır, bir sistemdir.

Ona intisap eden, onun ahlakıyla kendini donatması gerekir.

Helâlını helal, haramını haram olarak bilerek, günlük yaşam tarzını ona göre idame ettirmesi gerekir.

Aksi takdirde; yıkıma mahkumdur..

Bakınız fi tarihinde İspanya Yahudilerinin Balkanlara sığınmasıyla Yahudilik kimliğini gizleyerek, kendilerini Müslüman olarak gösterdiler...

Ve devletin en kılcal damarlarına kadar sızdılar...

Nitekim, altı yüz yıllık Osmanlı gibi cihanşümul bir devletin başına neler getirdikleri, herkesin malumudur?

Ki, hala bu yapı Türkiye’nin yaşam şeklinde kendini idame ediyor...

Onların aynı o sistemin gölgesinde, hala da yaşamakta olduklarını kimse inkâr edemez.

O Balkanlara sığınan İspanya Yahudilerinin dönme unvanını alarak, mütemüslimin (Müslüman olmadığı halde kendini Müslüman gibi gösteren) gibi tehlikelerin geçmiş tarihimizde yaşanmış olduğunu kimse unutmamalıdır!

***

Bakınız, AK Parti 18 yıldan beridir iktidarda bulunuyor!...

Daha bir yıllık parti bile değildi...

Bu halk onu iktidara getirdi.. Ki bugün yarın, kuruluşunun 19’uncu yılını kutlayacak...

Allah aşkına!

Şöyle bir düşünelim...

Her seçimde, bu halk inanç ve hizmet paralelinde AK Partiye “yüzde 50’leri aşan” oranda ne için oy veriyor?

Elbette ki Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın izanlı, ikna edici, iyi niyetli sözlerine dayanarak, bu halk onun safında yer alıyor..

Ona oyunu veriyor; iktidarı kendisine teslim ediyor...

..Ve “Ey Erdoğan beni yönet” diyor..

Hangi iktidara, hangi lidere 18 yıl gibi uzun ömürlü bir “yönetim” şansı verilmiştir?..

Bu tarihte bir ilktir..

Ama gel görelim ki, madalyonun diğer yüzüne bakıldığında, AK Parti özellikle son yıllarda hızlı bir şekilde; “rotasından” kaydırılıyor..

Ne gariptir ki, buna vesile olanlar da, muhalefet değil..

Bilakis, AK Parti içerisinde yer alan “AKP’LİLER” diye tanımlanır olduğumuz zümreler, “Partiye ve Erdoğan’a” itibar suikastında bulunuyorlar..

Toplum olup-bitene anlam veremiyor..

“Ne bu hal” diye de sorguluyor..

Özellikle kamu kuruluşları..

Birçok yönüyle vatandaş; “beklentilerini” elde edemiyor..

Bir çok kamu kurum ve kuruluşlarındaki görevlerinden beklentilerini ne yazık ki bulamıyor.

İstediklerini alamıyor.

Hizmet yok.

Birçok önemli bazı dairelerde yetkili bulmak güç...

Hele hele şu korona virüs bahane edilerek göreve gelmeyenlerin haddi hesabı yok!...

Vatandaş ne yapacağını, kime gideceğini bilemiyor..

Oysaki; “devlette devamlılık” esastır, işlerlik süreklilik ister.

Kilit noktadaki herhangi bir görevli ister izinli olsun, ister başka bir mazereti olsun, vatandaşın dosyalarını çekmeceye koyup kilitleyemez..

El koyamaz!..

O kişi, ister Daire Başkanı olsun, ister Müdür,  ister Genel Müdür olsun...

Her ne ise en yetkili zevat, izne giden bir görevli, rapor alan bir görevli veyahut ailevi soruna sahip olan bir görevli işbaşında olmasa dahi, onun yerine başkasını görevlendirmelidir.

Ki vatandaşın işleri sürüncemede bırakılmamalıdır.

Devlette süreklilik esastır..

Bazı iyi niyetli olmayan görevliler, adeta görevini kötüye kullanarak, bu tür bahanelerin istismarıyla vatandaştan ne koparabildiysem gibi anlayışı icra etmektedir...

Böylesi bir “çıkar” anlayışı o dairelerde hâkimse, o ilin veya ilçenin en yetkili zevatları da veya siyasiler de bunu görmüyorsa veyahut görmezlikten geliniyorsa bu millet nasıl bu partiye inanır, nasıl oy verir ve nasıl gönül bağlayabilir?

* * *

Muhterem Recep Tayyip Erdoğan’ın bugünkü Türkiye’sinde ve başkanı bulunduğu AK Partinin bünyesinde, “onun fikrine, inancına, siyasi duruşuna” zıt durumlar yaşanmaktadır..

Özellikle, partinin içerisindeki AKP’lilerin mevcut hali, sadece şahsi ve kişisel rant ihtirasıyla orada bulunduklarını, kimse inkâr edemez.

Partinin bölgemizdeki önemli şahsiyetlerinin mevcudiyeti de söz konusudur.

Hal-i duruma karşı, gerçekten vatandaş çok şikâyetçidir.

Kamuoyunda çok büyük manevi titreşim var.

Vatandaş hangi resmi daireye gidiyorsa, o resmi dairede günlük işlerini rahatlıkla yürütemez duruma gelmiştir...

 “Bugün git yarın gel, yarından sonra gel, bir hafta sonra gel” gibi sloganlarla karşı karşıya kalmaktadır.

Bunun sebebi de yukarıda ifade ettiğimiz gibi; kişisel ihtiras ve rant, karını başkasının zararında görme anlayışıyla yaşayan resmi kurum ve kuruluşlarda birçok insan vardır.

Lüzum görüldüğü zaman, bunları bir bir adlandırarak, yer, tarih ve makam vererek kamuoyuna, yine bu köşede yazmayı da taahhüt ediyoruz.

Hele hele şu STK’lar...

Hele hele devleti sömüren, ülkeyi sömüren Organize Sanayi Kuruluşlarının müteşebbis heyetleri..

Onların girdiği girdaplara girersek…

Ki gireceğiz.

Yer yerinden oynar.

Tüyler ürpertici skandallar var.

En derin saygı ve sevgilerimle..