PEKİ, ÇARE?!.. (III)

Sohbet serimize devam ediyoruz! Ve bir kez daha, hal-i perişanlığımıza karşı çığlığımı atıyorum.. Diyorum ki; “kurtuluş çaremiz, tek yol, özümüze dönmemizdir. O öz de, Kur’an-ı Kerim’dir.. Onun bize bahşettiği ayetleridir.. Önceliğimiz bu olmalıdır.. Gençlerimizi de, yeni nesilleri de, tüm evlatlarımızı, ailelerimizi, hasılı kelam toplumun tüm fertlerini, “Kur’an ahlakıyla” donatmalıyız... Kur’an’ın hükümlerini, yaşam biçimi haline getirmeliyiz!..

***

Niye bunları yüksek sesle, çığlık çığlığa ifade ediyorum?.. Çünkü yüz yıldan bu yanadır, ülke, millet tüm değer ölçüleriyle “Kur’an’dan uzaklaştırıldık?”.. Irak tutulduğumuz için de hal-i âlem orta yerde.. Ne insani, ne vicdani, ne rahmani ve ne de çağın gereklileri noktasında, gelişme, ilerleme kaydetmediğimiz gibi; bilakis “toplumsal ahlaki çöküntüler” nedeniyle; kutsallarımızı, yitirdik..

***

Sormak istiyorum.. Ahsen-i Takvim olarak yaratılan insanoğlunun “o rahmani, o insani, o üstün ahlak meziyeti, hak, hukuk, adalet anlayışı” bugün nerde?.. Vaki mi? Ne yazık ki “İnsan ya da insanlık” denilen kavram tamamen vahşi bir karakter ve ruh benliğiyle, kendini idame ediyor.. Zerre-i miskal “maneviyatı” önemsemiyor, maddiyata tapıyor. Bugün beşeriyetin kendi imalatı olan batıla endeksli kültürlerin bir tekinde dahi, “istiklali, istikrarı ve istikbali” sağlayabilecek bir “iman meşalesini” bulmak mümkün değil?..

***

Vaki değil.. Ki ben görmüyorum.. Onun için de, fikri de, siyasi düşüncesi de, inancı da her ne ise, kimse kusura bakmasın.. Mevcut hal hiç de iyi bir hal değil.? Kaldı ki, Kur’ansız hiçbir meşale “aydınlık yarınlar” temin etmez.. Bilakis, tüm müştemilatıyla, gündüz misali etrafı aydınlatsa da “iş ve işlemindeki ruh zifiri karanlıktır?”..  İslam dünyası.? Ki Türkiye’miz de dahil olmak üzere, yıllardan beridir resmiyetin gölgesinde kirli anlayış ve fikirlerin enjeksiyonuyla, toplum Kur’an-ı Kerim’den uzaklaştırılarak yabancılaştırıldı..

***

Bakınız, Türkiye bir İslam ülkesi.. Peki, Yasamasında, Yürütmesinde ve Yargısında Kur’an-ı Kerimin hükümleri var mı?.. Yok.. Her şey, sadece lafızdan ibaret.. Ha bir de, dostlar alış-verişte görsün misali, “kadife bezden, nakillerle süslü, lüks çantalara Kur’an-ı Kerim’i içine koyup, duvara asıyoruz.. Neymiş; “evde Kur’an-ı Kerim var?”.. Olsun da.? Önemli olan, Yaradanın emriyle oku, hükmünü yerine getirmendir.. Okuyacaksın, onu yaşamına adapte edeceksin ki; Kur’anla yaşamış olasın…

***

Sadece, ölülerin üzerine okumak.. Ya da mezarlıklarda Yasin-i Şerif okumak Cuma akşamları.. Veyahut, taziyelerde Kur’an ve Fatiha okumak…Bu mu İslam, bu mu Müslümanlık, bu mu Kur’an-ı Kerim’i bilmek?..  Oysaki Kur’an diyor ki;

“Ve-inneke le’alâ ?ulukin ‘azîm”

“Ey Nebi-i Zişan sen azim (çok büyük) bir ahlak üzerindesin.”

Şu hâlde, o Peygamber’in yolunda olmamız gerekmiyor mu?

Mademki inanmışız, kurtuluş çaremiz de onun yolunda yürümektir. Zira Allahû Teâlâ ona Kur’an’da söylemiş “sen azim (çok büyük) bir ahlak üzerindesin.”

***

O ahlakı ahir zaman Peygamberi olarak insanlara enjekte etmek üzere görevlendirilmiş.  Peki, o yüce Peygamberin yolu nerede, bizim yolumuz nerede?.. Peygamberi Zişan (S.A.V), onun yaşam tarzı, ondan sonra bırakılan yüce İslam ve Kur’an ahlakı, imanla donatılmış bir ümmet şiarına sahip miyiz?.. Maalesef, değiliz…

***

Ve bugün ne yazık ki; “ümmet” olabilme arayışı içerisine girebilme, gayretinde değiliz…Her şey, aldatmacadan ibaret…

Kaldı ki kendi kendimizi aldatırcasına veyahut çocukla kandırmaca oynarcasına kendimizi teselli ediyoruz.

İslam” kimliğimiz, sadece kelimeden ibarettir.. Yaşam şeklimizin zerre-i miskali öyle değil… Mevcut hale  çok üzülüyoruz.. Kur’an’dan uzak olarak yaşıyoruz.

***

Faiz mi, riba mı, o biçim. Fuhuş mu, zina mı, o biçim.  Tefecilik mi, cinayetler mi, o biçim.  Kur’an’ın hükümleriyle bunları önlemek var iken ama onu da yapamıyoruz!?. Çünkü, hiçbir içtimai faaliyetimizde Kur’an olmadığı için, onu saf dışı bıraktığımız için; “beşeri hükümlere” teslim etmiş durumdayız.. Onun içindir ki akıbetimiz meçhuliyeti arz ediyor…

***

Sonuç olarak nereye gidiyoruz, belli değil..  Debelenip duruyoruz.. Önümüz ne yazık ki hep karanlık. Aydınlığı göremiyoruz. Ne ahlakta, ne ekonomide, ne çarşı pazarda… Ne kadar büyük arayışlar içerisine girersek girelim, beşeri hükümler çözüm üretmiyor… “Kuş uçtu gitti” misali..  Kuş avcının elinden uçup gittikten sonra, avcı ne yapabilir ki?..

***

Bizim de tarihi kültürümüz, ahlakımız, aba ecdadımızın terbiyesi, ilmi, bilimi, deneyimi ne derseniz deyin, hiçbiri kalmadı. Ne doğru dürüst bir teknolojimiz var, ne doğru dürüst toplumsal bir ahlaka sahibiz.  Ne kadar Kur’an’ın isimlerini zikrettiği gayrimeşru şeyler varsa ne yazık ki bugün içimizde meşrulaştırılarak yaşatılıyor.. Kanunlarımız bile bunu yapanları himaye altına almıştır. Millet ne kadar kendini uzak tutarsa tutsun, illaki kıyıdan köşeden içine giriyor.  Faiz, riba, tefecilik, bênamazlık, her şey ama her şey…

***

İslami ahlakı mumla arar olduk.. Hal böyle olunca da toplum kendi ahlakını muhafaza edemiyor ve dağılmaya mahkûm oluyor.  Bu itibarla her zaman bu sütunlarda yazdığımız gibi, sırat-ı müstakim Hz. Muhammed (S.A.V)’in yoludur.

***

Bakınız, Hz. Peygamber (S.A.V) bir gün gözyaşı dökerken, sahabelerden biri sorar,

“Ya Resulullah niye ağlıyorsun..”

Cevaben Efendimiz (S.A.V) der ki;

“Hûd suresi beni ihtiyarlattı.”

***

Hûd suresinde Peygamberimize şu hitap var…

“Festakim kemâ umirte”

“Ey Peygamber! Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”

***

Bu ayet, Hz. Peygamber’in nezdinde tüm ümmete bir hitab-ı ilahidir.

Yani “Ey toplum, ey millet!

Ben bunu sizin Peygamberinize hatırlatıyorum, ama mühim olan o değil, o zaten sırat-ı müstakim üzeredir, siz onu takip edin ve onun gibi dosdoğru olun, eğer olamazsanız çöker gidersiniz.

***

Zira ayet-i kerime var.

“Kul in kuntum tuhibbûna(A)llâhe fettebi’ûnî yuhbibkumu(A)llâhu veyagfir lekum zunûbekum”

“De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”

***

Gerçekten Hz. Peygamber (S.A.V)’in yolunda olmak Allah’ı sevmek demektir. Eğer o yolda değilsek Allah’ımızı sevmemiş oluruz.  Allah’tan uzak duran bir toplumun sonucu yıkımdır, haraptır ve bozgunculuktur.  Bir daha da kendini toparlayamaz ta ki Hz. Peygamber (S.A.V)’in yoluna girinceye kadar.

***

Onun yolunu ve sünnet-i seniyyesini tatbik etmeyen toplum, maddeye tapmış olur ki o zaman hem maneviyattan hem de maddiyattan mahrum kalır.  Onun için acizane tavsiyemiz inanmış bir ümmet olarak istikametimizi bozmayalım, dürüstlüğümüzü bozmayalım.  İstikamet, dosdoğru Hz. Muhammed (S.A.V)’in yolu olmalıdır… Eğer o olmazsa, kendimizi günlük gelen giden kötülüklerden kurtaramayız. 

Saygı ve sevgilerimle…

**