SİYASET Mİ?!

Hangi siyaset! Mevcut siyaset hiç de özüyle, sözüyle bir değil... Ve tabi ki düşündüğümüz gibi hiç değildir… Hele ki siyasetçiler… Günümüz siyasetçileri, kendi himayeleriyle vücut bulan siyaset arenaları kaygan bir zemini teşkil ediyor? Enva-i hile ve desise söz konusu. Halk deyimiyle; “kimin eli kimin cebinde” belli değil. Fırsatçı, çıkarcı, menfaatperest, yozlaştıran, asimile eden, batıya ve batıla riayet edici bir siyaset anlayışı uygulanır haldedir!

***

Yer küresindeki İslam ülkelerinin hiçbirinde “İslami bir siyaset” ne yazık ki, benimsenmiş ya da uygulanır bir halde değildir? Batıya endeksli bir siyasetle, İslam ülkeleri ve toplumları yönetilmeye çalışılıyor. Nitekim Ortadoğu’daki İslam ülkelerinin hal-i pür melali,  “özünden, sözünden, milli ve yerli olabilme ruhundan” uzaklaştığının göstergesi olduğu gibi, Batı endeksli siyasetle İslam ülkeleri yönetilemez gerçeğini de haykırmaktadır…

***

İşte bu batak “siyaset” toplumları ve ülke yönetimlerini krizlere, ırkçı-şoven, iç çatışmalara sürüklüyor ve sürüklemektedir! Dil, inanç, ırk, mezhep çatışmalarını körüklüyor... Ve o yoz, batıla biat edici melez siyaset ve siyasetçiler birbirlerinin “saltanatlarını sürdürme” adına değirmenlerine su taşırcasına, “kendi üstünlüklerini” oluşturmaktadırlar…

***

Toplum birbirine kırdırılıyor?  Ne var ki toplumu yönetenler de zevk-ü sefanın içerisinde günlerini gün ediyorlar.. Demem o ki; siyasetin ve siyasetçinin özü, kendi milli ve yerli ruhuyla bütünleşmediği müddetçe, batağa mahkûmdur… Bu bataktan çıkışı da zordur! Her babayiğidin harcı olmamıştır; üstesinden gelebilmek adına gayret gösteren de yoktur?!..

***

Türkiye’den örnek verirsek! İşte Süleyman Demirel.. Tam, 6 kez iktidara geldi, 7 defa da gönderildi… Tarihi bir vakıadır, kimse de inkâr edemez... Ne diyordu; “dün dündür, bugün bugündür?”.. Gelinen aşama itibariyle, siyasetin temel dayanak noktası, laf-ı güzaf olmuştur… İçi boş, seçilmiş parlak metinlerin nutuklarıdır ve söylem geliştirilen kavramlarıdır.. Yalanın bini bir para misali.. Ki bataklıktan beslenen siyasetçilerin sonları da hep ibret verici hallerle, son bulmuştur..

***

Bakınız, Merhum Menderes’ten tutun da Süleyman Demirel’e ve İnönü’ye kadar… Ondan sonra da gelen gelen-giden tüm siyasi liderler ve otoriteler, bir şeyler yapmak istemişse de bir türlü sonuca varamamışlardır? Kaldı ki 1972 yıllarından günümüze dek nereden bakarsanız, 50-60 yıl gibi bir süreç söz konusu.. İşte bu zaman dilimi içerisinde, Türkiye maalesef böylesi bir kaygan siyasetin zemininde, yol almıştır… Kemalizm anlayışıyla ve Atatürkçülüğe sımsıkı bağlı bir anayasanın tahakkümü altında yapılan siyasetle, buzullar eriyip, kayıplar yaşamıştır…

***

O buzlar eridiği için de bataklık sürekli su almıştır…  Gelinen aşama itibariyle o bataklıkta kimse yürüyemez hale geldi. Türkiye’nin manzarası dün olduğu gibi bugün de aynıdır. 1950’lerden, hatta 1970’li yıllardan bugüne kadar, “özüne dönme” adına bir uğraş verilmediği gibi, bataklıktan kurtulma adına da samimi ve ihlaslı bir siyasete meyil edilmemiştir… Sürekli patinaj yapmıştır,  yerinde saymıştır? Ne bir gelişim, ne bir kalkınma, ne bir oturma, ne bir gelişme yol vermiştir?.. Kandırmaca ifadelerle yol kat edilemez.

****

Bakınız… 1950’lerden günümüze dek siyasiler, partiler, iktidar ve muhalefet her ne ise bize göre elle tutulur, gözle görülür, çağdaş bir kalkınma bir ilerleme kaydedebilmiş değiller.. Hele hele ekonomiksel bazda icraatları olmamıştır... Çünkü sıkıntılar diz boyu.  Faizler o biçim.  Türk parası hızla değer kaybediyor. Dolar ve Euro yükselişte.. Çalışan aziz millet, kendi alın teriyle ayakta durmaya çalışıyor. Siyaset de ancak onun alın terinden aldığı acımasız vergilerle hem kendini hem de devleti ayakta tutmaya çalışıyor…

***

Hani bir söz vardır… Denir ya, “Yiğidi öldür, ama hakkını ver?”.. Gerçekten, son 20 yıl içerisinde Sayın Erdoğan’ın altına imza attığı çok önemli yatırımlar oldu.. Sosyal, ekonomik ve kültürel alanda, çığırlar açtı.. Kimse bunu inkâr edemez. Hastaneler, fabrikalar, yatırımlar büyük çapta yapıldı, yapılıyor… Amma velâkin resmin geneline baktığınızda, ekonomiksel sıkıntılar ortadan kalkmamıştır.

***

Türk parası değerden düşüyor, banka faizleri yükseliyor… Acımasızca bir yükseliş var. Hububattan tutun da, hayvancılığa kadar, vatandaşa bir değer verilmiyor. Vatandaş alın terini döküyor, ama deyim yerindeyse sıfıra sıfır elde hiçbir şey gözükmüyor? Hep çift sıfırlar vatandaşın karşısına çıkıyor.  

***

Piyasa o biçim acımasızca yükseliyor.  Vatandaşın ürünleri değer kazanmıyor.  Buğdaydan tut pamuğa kadar, üreticisini doyuramıyor.  Masraflar, fiyatlar, gübreden tut tohumlara kadar, çiftçi ne yapabilecek? Hayvancılıkta keza fiyatlar çok düşük, ama et çok yüksek fiyatlara satılıyor.  Buna bir anlam verilemiyor bir türlü.

***

İşte bu millet bu durumda ne yapsın, nereye kadar böyle devam edecek acaba deyip duruyor!? Siyaset dünyası, seçilen herkes, sadece kendi reklamını yapmaktan ve kendini tanıtmaktan başka bir gayesi yok. Koltuğunu sağlama almak istiyor ve bol miktarda alınan maaşın mutluluğunu yaşıyor. Seçilip Ankara’ya giden geri gelmemiştir bugüne kadar. Milletin halini, durumunu, ekonomisini hiç sormamıştır.

***

Seçim zamanı geliyorlar, halktan oy istiyorlar.. Halk da “önüne konulana” zorunlu bir eğilim göstererek, oy veriyor.. Ve o zat seçilip Ankara’ya gidiyor… Lakin gidiş o gidiş... Ankara’nın büyük siyaset kulvarlarında adeta gömülüp gidiyorlar.  Peki, bu milletin sonu ne olacak? Bu hal, nereye kadar devam edecek?

***

 1970’li yıllardan bugüne kadar seçilen, giden milletvekili, bakan, iktidarlar bu millete inanın hiçbir şey yapmamışlar, sadece kendi koltuklarını sağlama almışlar, iktidarlarını sağlama almışlar.  Milletin alın terinden oluşan bütçelerle devleti yönetmeye kalkışmışlar, ama halka bir dönüş olmamıştır. 

***

İşte, son dönemlerde muhalefet partilerinde yaşanan “krizler?”… Biri değişim diyor, biri “ben istifa etmem” diyor, ötekisi elini masaya vuruyor, berisi kapitale odaklanmış, kendisine göre “devleti ve milleti nasıl söğüşlerim” hesabı içerisinde? Kimse, vatandaşın çektiği sıkıntıları, ıstırapları sormuyor, sorma gereği bile duymuyor?! Tüm partiler denir ya “al birini vur ötekine” misali; “kendi iç hesaplarıyla meşguller?”  Bakalım sonuç nereye gidecek?

En derin saygı ve sevgilerimle.