SİYASET Mİ?! (II)

Bir asra merdiven dayayan mevcut siyaset ne yazık ki; “milli ve yerli” olabilme vasfına sahip olabilmiş değildir… Dün olduğu gibi bugün de görünen o ki yarın da öyle olacak.. Yani “eski tas eski hamam” misali… “Batıya ve batıla endeksli” siyaset ve onu uygulayan siyasetçilerimizin “vesayeti” altında ülke yönetilmeye devam edecek! Ne diyoruz “gelen gideni aratıyor?”…

***

Yozlaştıran, asimile eden, çıkarı, menfaati, enva-i yolsuzluğu, rüşveti, suiistimali bünyesinde konuşlandıran mevcut siyasetin, Türkiye’deki tarihçesine baktığımızda; dün ile bugün arasında pek fark görmek mümkün değil.. Çünkü sağlıklı, huzur ve güven tesis edici bir tablo, oluşturmamaktadır… Çıkar endeksli siyasetin döngüsü içerisinde toplum debelenip dejenere olurken, siyasetçiler ise keyfiyetin sefasını sürdürmektedirler…

***

Nitekim dün ve bugünün siyasi tablosunu irdelediğinizde karşınızda cevabı istenilen nice sorular ikmale geliyor… Kim ne yaptı? İster il düzeyinde seçilen parlamenterler olsun, ister ulusal düzeyde Partiler ve Liderleri olsun… Tabi ki dönemsel hükümet kabinelerinde yer alan Bakanlar, Başbakan ve Cumhurbaşkanları.. Bilaistisna; hepsi için geçerli sorular..

***

Hangi partinin iktidarında ne tür hizmetler yaptı?! Hangi lider, bu millete ve devlete hayırlı işlerde bulundu? Ya da hangi kentin siyasetçisi, seçim bölgesine menfaati dokundu.. Ve tabi ki; hangisi ehil ve liyakat ölçüsüyle, devletin ve milletin âli (yüksek) menfaatine çalıştı?.. Kim ve kimler devletin ve milletin âli menfaatine karşı, durdu? Kimler de çulsuz iken sadece ve sadece çullu olabilme adına, kendi âli menfaatine çalıştı?

***

Hiç kuşkusuz ki halk her daim ve her fırsatta bunları sorguluyor.? Cevap bulma adına da arayışta bulunuyor.. Amma velâkin kimse “yoğurdum ekşidir” demiyor.. Gerçeğe baktığınızda hepsinin yoğurdu ekşi... Bölgemizden, hatta ilimizden örnekler verirsek!.. Bakıyorsunuz ki zatın biri siyasete girmeden evvel tabiri caizse “ekmeğe muhtaç” idi… Halk deyimiyle “baldırı çıplaktı?”

***

Ancak siyaset kulvarına girdiğinde, seçilip meclise dahil olduğunda, bakıyorsunuz ki kısa sürede “o çulsuz, devasa çullu biri oluveriyor?”.. Servetlerin servetine sahip oluyor… Der demez insan: “değirmenin suyu nerden geliyor?” diye soruyor.. Çünkü ne o servet ve ne de o devasa çulluluk, milletvekili maaşıyla ne mümkün?!

***

Tabi siyasetin “servet edici” bu yönü olduğu içindir ki heves edeni çoktur.. Ama her isteyen, siyaset kulvarına dâhil edilmiyor, Meclise ya da Milletvekili olabilme adına “şans, imkân ve zemin” verilmiyor… Vaziyet böyle olunca, “balık baştan kokar” sözü de mevcut ülkedeki siyasetin ve siyasetçilerin bir kesimine, “cuk diye” oturmaktadır..

***

Ak Parti iktidarı hepimizin malumudur!.. 21 yıldır iktidarda ve Türkiye’yi yönetiyor... Partinin başında ve ülkenin de başkomutanı muhterem insan, Recep Tayyip Erdoğan’dır… Kim ne der bilmem? Ama ülke ve millet adına Erdoğan, Türkiye’nin gelmiş-geçmiş siyasi liderlerin içerisinde en başarılı insanıdır… Ülkenin ve milletin âli menfaatine çok ama çok hizmetleri olmuştur!…

***

Ki her şey aşikâr… İnkar edilemez somut hizmetler var... Köprüler, havaalanları, hastaneler, yollar, limanlar, uçaklar, okullar, üniversiteler… Yani; Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar yapılmayan hizmetler, Ak Parti’nin 21 yıllık tarihi içerisinde, Türkiye büyük yol aldı.. Ve tabi ki terör denilen illetin de üstesinden gelindi.. Bugün, terör yok…

***

Ama, son yıllarda “sosyo-ekonomik” yönde yaşanan ciddi ve vahim hadiseler söz konusu! Hayat pahalılığı, almış başını gidiyor.. Millet aç, perişan.. Bir ekmek 10 lira.. Diyarbakır’da toplu taşıma kişi başına 10 lira.. Ev kiraları ateş pahası.. Mutfak yangın yeri. Çarşıya-pazara insanlar gitmekten korkar hale geldi.. Bir tarafta lüks içerisinde yaşayan bir kesim, diğer tarafta yoksullukla cebelleşen bir kesim var.. Orta kesim de kalmadı?.. Ya çok zengin, ya çok fakir…

***

Beri yandan, dövizdeki dalgalanma!.. Ve kur farkı karşısında, Türk lirasının sürekli değer kaybı yaşaması.. Dolar 27 liranın üzerine çıktı.. 28’e doğru gidiyor.. Euro, almış başını gidiyor.. Dile kolay, 1.5-2.5 lira iken, son 2 yıl içerisinde katlamalı şekilde; 28 liraya vardı..  Akaryakıt deseniz; zamsız gün yok… Elektrik, su, doğalgaz… Aylık zam alıyor… Ne ihracat ve ne de ithalat? Bankalardaki gizli faiz kotaları..

***

Tüm bunların yarattığı bir de toplumsal travmatik ahlaki çürümüşlük… Aile içi şiddet olayları. Katliamlara varan şiddet olayları… Uyuşturucu… Hırsızlık... Gasp… Ve daha nice hadiselerin “sosyo-ekonomik” girdabın yarattığı yıkımların ağır faturası olarak, karşımızda duruyor… Vaziyet bu iken ikmale gelen soru; “Türkiye nereye gidiyor, iktidar ne yapıyor?”…

***

İşçiye, memura, emekliye zam yapılıyor! Ama bu zammın arkasında; sektörel zamlar yağmur gibi yağıyor… Yani sabit gelirliye yapılan zammın, bir zaman sonra hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmıyor.. Çünkü piyasadaki fahiş fiyat artışının yarattığı yangının karşısında; buz gibi eriyor.. Yani özetle dengeler birbirini tutmuyor?!

***

Ne diyoruz? Hükümet iyi niyetli, sabit gelirliye karşı “çözüm üretme” adına elinden geleni yapıyor… Memurun, işçinin, emeklinin maaşını artırıyor... Peki, bu artışın değirmenine su nerden geliyor? İşte orada da, iş verenden, esnafına, istihdam yaratan yatırımcıdan, sokakta “alış-veriş” yapan vatandaşa kadar sirayet edici olan; “vergilerdir?”.. Yani vatandaşın alın terinden akan vergi!

***

Önemli bir nüans burası! Peki, “alın terine” sahip o vatandaş nereden para getirip vergiyi ödeyecek, ya da karşılayacak? Nitekim o da, otomatikman ürettiği ürünün fiyatını artırmak zorunda kalıyor...  Çünkü ürettiği her şey Dolar ve Euro’ya endekslidir… Döviz kuruna bağlıdır… Yani zam, çare değil… Lakin zam, zamları beraberinde getiriyor.

***

Sonuç itibariyle, döviz kurundaki dalgalanma ve paranın değer kaybı, piyasadaki kontrolsüz zam fütursuzluğunun sebeb-i mucibesi nedir diye sorarsanız? Vereceğim yanıt net ve basit.. Demek ki, Türk lirasını değerlendiren resmi bir kaynak yok.  Ya da; zengin yer altı kaynaklarımız yok.. Ya da ihracatımız yetersiz…

***

Hal böyle olunca da, Türk Parası değer kazanmıyor.. Dolara karşı daima yenik düşüyor.

Peki, sonuç nereye kadar gidecek? Tabi biz de bunu bilemiyoruz. Ancak gelecekteki halkın beklentilerine cevap veren yeni kurumlar, yeni merhaleler, yeni gelişmelerin varlığının söz konusu olması gerekiyor. O da gözüküyor mu, pek yok…

***

Kaldı ki, Türkiye’nin mevcut zenginliğini oluşturan hayvancılık da, çiftçilik de giderek yok oluyor.. İşte Diyarbakır çiftçisi TMO’dan randevu alamadığı için, ürününü satamıyor.. Çoğunun ürünü harmanda, diğerleri ise tüccarlara boyun eğercesine, düşük fiyata satıyor.. Korkunç bir rant var…

***

Netice itibariyle! Siyasetin tüm dişlileri bir bütünlük içerisinde “rant çarkından” öncelikle kendini arındırması lazım… Bu iktidar kadar, muhalefet için de geçerli… Milli ve yerli bir ruhun inşasıyla, samimi ve ihlaslı bir şekilde; “özümüze” dönmeliyiz... Ve tabi ki ekonomiksel olarak da yer altı kaynaklarımıza odaklanmamız gerekir…

***

Biz ithalatı değil, ihracatı artırırsak… Küresel ekonomik dengelere karşı, sanayi alanımızı genişletirsek… Rasyonel kararlar alırsak...  Tarımda, hayvancılıkta, milli savunma alanında, eğitim ve öğretimde; kendimizi geliştirirsek... Ve tabi ki birlik ve dirlik içerisinde; “siyasi iktidarı devirme adına, şer güçlerle ittifak kuran kör zihniyetlerden de” kendimizi arındırırsak, işte o zaman “refaha” ulaşabiliriz… Ve Türk lirasına, değer kazandırırız…

***

Ki bunun rotası da, hep ifade ediyorum! Milli ve yerli siyasetin ruhunda yatmaktadır… İnancımızla bütünleşmeliyiz… Aksi takdirde “kayıp devam eder…”

En derin saygı ve sevgilerimle.