VELADET KANDİLİ VE CUMHURİYET!?

Evet, sevgili okurlar.

Malumunuz üzere dün akşam Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in dünyaya teşrif etme gününün sene-i devriyesiydi!...

O yüce Peygamber, Miladi olarak 571’de Suudi Arabistan topraklarını kutsallaştırdı..

Hicaz adını alan, Kabetullah’ın içinde bulunduğu, Mescid-ül Haram’ın yer aldığı Mekke şehrinde dünyaya teşrif etti...

İlahi bir nur olarak, insanlığı şereflendirdi...

Kırk yaşında, Peygamberlik ünvanı verildi..

Yani 610’da “Nübüvvet-i Ahmediye”yi simgeleyen bi’set olarak bildiğimiz Vahy-i İlahi ile donatılmış büyük bir şahsiyet olarak yeryüzünü aydınlattı..

İnsanlığa yepyeni bir medeniyet kazandırdı...

Ki bu medeniyet, aydınlık ve kurtuluş medeniyeti idi!...

Ortaçağ karanlığını yerle-yeksan etti...

Küfrün, dalaletin, karanlığın, edepsizliğin en üst zirvelerde yürüdüğü bu çağda, o bi’set-i nebevi denilen medeniyetle yer yüzünü aydınlattı...

Küfür karanlığını dağıttı...

İnsanlığı sahil-i selamet denilen iman, ilim, irfan, edeple tanıştırdı...

Yeni bir insanlığı, yeni bir medeniyeti oluşturdu...

Onun getirdiği üstün medeniyet kavram ve anlamı, tümüyle ilahi bir sistem olarak insanların kalbi derinliklerine ve dimağlarına yerleştirildi..

İnsanlık “kurtuluşu” onda buldu..

İman ve medeniyet dersini ondan aldı..

O yüce insan, onunla beraber her dört Hulafa-i Raşidin olmak üzere sahabe-i kiram, kısa sürede Arap Yarımadasına, İslam medeniyetini yaydı...

İslam büyüdü ve yayıldı...

Yirmi üç yıl içerisinde yeryüzünün üçte birini hidayete getirdi...

İslam medeniyetle tanışan o insanlık, günümüze dek her gün biraz daha artarak, büyümüştür, gelişmiştir!...

Ki, İslam ve İslam medeniyeti, kıyamete kadar da devam edecektir inşallah.

***

Ne çare ki o Resul-i Kibriya (S.A.V)’in getirdiği o büyük şeref ve medeniyet levhasından, bugün görüyoruz ki insanlık yavaş yavaş sıyrılmaya çalışıyor...

Uzaklaşıyor..

Yeniden, o eski ortaçağ cehaletinin çukuruna dönmek üzere büyük çaba gösteriyor.

İşte Fransa...

Charlie Hebdo denilen densiz bir dergi, büyük bir edepsizlikle, Hz. Resulullah (S.A.V) Efendimize, ha bire kin kusuyor...

Nefret duygusuyla, hakaretler yağdırıyor...

2015 yılından beri aynı, iğrençliği sergiliyor..

Ki, bundan daha büyük bir edepsizliği de Fransa devletinin başında bulunan megalomanyak, Macron yapıyor..

Sağını solundan ayırt edemeyecek kadar aptal bir Cumhurbaşkanı..

İslam’a, Peygamber Efendimize, Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanımıza “it misali” salya akıtıyor..

Havlıyor..

O büyük insanlık peygamberini sözde küçük düşürmeye çalışıyor.

Büyük bir medeniyetsizlik..

Büyük bir küfür..

Gerek insanlık ve gerekse İslam dünyası bugün büyük bir ittifak içerisinde; Fransa’ya ve Fransa’nın “akıl yoksunu” Cumhurbaşkanına, karşı durmaktadır..

Lanetliyor...

Tepkisini, her platformda ortaya koyuyor..

Nitekim, “tüm ticari mallarına” karşı ortak bir tavırla, “boykot kararı” aldı..

Hiç kuşkusuz ki, bu hamle ve tavır “küfür dünyasına” karşı, bir ders-i ibret içermektedir..

Deriz ya; ne güzel bir şey, ne güzel bir ittifak, ne güzel bir uyanış…

İslami diriliştir bu!?.

Bugün İslam dünyasının en güçlü lideri konumunda olan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a karşı “hıyanet erbaplarınca” girişilen edepsizce hareket ve saldırılar, aynı minvalde tepki görmektedir..

Ki İslam dünyasını da üzmektedir..

Hani bir söz vardır...

Denir ya; her şerde bir hayır vardır?”..

Bize göre, Macron edepsizinin akıttığı salya ya üzülmemek gerekir..

Bu aşağılık tavır İslam dünyasını “gaflet” uykusundan uyandırmıştır..

Bir uyanışa, bir dirilişe, bir direnişe “vesile” olmuştur...

Çünkü, İslam dünyası, başta Türkiye dahil olmak üzere yüz yıldan beri Fransızlar dahil,  diğer haçlı devletler tarafından içimize sokulan, münafıkça kendini bir yerlere kadar getiren nice piyon uşakların boyunduruğu altında; benliğimizi bize kaybettirdeler..

Büyük bir bela ve fitne olarak, bizleri değerlerimizden ettiler...

Laiklik denilen bir kavramla milleti dinden, Kur’andan, varlığından uzaklaştırarak hükmen esir aldılar..

Bu laikçilik esareti yetmiyormuş gibi bir de CHP’nin ambleminde yer alan altı oku; “hançer” gibi İslam’ın ana gövdesine ha bire saplatıldı...

Ki bu oklar küfür oklarıdır, imansızlık oklarıdır.

Kin ve nefret oklarıdır.

Bundan kendini sıyırıp, ter-û taze bir imanla, bir İslam’la yola çıkmak gerekir.

Onun için Bediüzzaman Hazretleri diyor ki;

“Ey âlem-i İslâm!

Uyan, Kur’ân’a sarıl, İslâmiyete maddî ve manevî bütün varlığınla müteveccih ol.

Ve ey Kur’ân’a bin yıllık tarihinin şehadetiyle hadim olan ve İslâmiyet nûrunun zemin yüzünde naşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı!

Kur’ân’a yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak onun bu zamanda bir mu’cize-i manevîsi olan Nur risalelerini mütalâa etmeye çalış.

Lisanın Kur’ân’ın âyetlerini âleme duyururken, hal ve etvar ve ahlâkın da onun manasını neşretsin, lisan-ı halin ile de Kur’ân’ı oku. O zaman, sen dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun.”

* * *

Aynı paralelde Üstad Bediüzzaman Hazretleri, 1940’lı yıllarda Afyon Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti karşısında kendisine getirilen suçlamaya karşı, şu ifadeyi vermişti..

 “Bana yapılan suçlamalar kasıtlıdır, yersizdir, tutarsızdır, yalandır.

Ben vatanımın, devletimin, milletimin yanındayım.

Hiçbir zaman iman nokta-i nazarında benim tek hedefim ve gayem İslam’a hizmettir, milletime iman gerçeklerini aşılamaktır.

Ne yazık ki benim büyük bir iftira ve yersiz suçlamalarla sorgulanıyor olmamı elbette ki kabul etmiyorum ve şöyle diyorum.

“Bir tek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda Bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz.

Bu ses, âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor.

Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor.

Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücâdele ederek gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum.

Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum.

Bu mücahedemle inşaallah Allah huzuruna girmek istiyorum.

Bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki Bolşevikler olsun. Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir.

Beni serbest bırakınız, el birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim.”

***

Bakınız, sevgili dostlar.

Bu minvalde cumhursuz kurulan cumhuriyetin kuruluşu esnasında böylesine yanlışlıklarla karşı karşıya kalan o büyük zevat, kendisini böyle savunmuştur.

Devleti ve yönetenleri uyarmışlardır.

Bu herhalde tesadüf değildir.

Bugün 29 Ekim 2020 Cumhuriyet Bayramı.

Yani cumhuriyetimizin 97. Yıl dönümü.

Cumhuriyet, fazilet demektir.

Cumhuriyet, toplumun izzeti ve şerefi demektir.

Cumhuriyet, milli birlik ve bütünlük içerisinde iman, tarih ve kültürünü bir araya getirip yaşamak demektir.

Cumhuriyet, bir gerçek üzerine cumhurun ittifakı demektir.

Yani cumhurun sahip çıktığı bir cumhuriyet şekli, bundan ibarettir..

Ki faziletin ve yüceliğin de, ta kendisi olur.

Kamu vicdanı böylesine kutsal kandil gecelerinde birbirlerini kutladıkları gibi elbette ki cumhuriyet bayramını da böyle kutlamaları gerekirdi.

Ama ne zaman?..

Elbette ki, Cumhuru temsil eden “cumhuriyet“ anlamını taşıdığı ve kazandığı zaman…

Ne yazık ki, Laikçilikle, Kemalizm’le, Sekülarist bir üslupla, cumhurdan habersiz kurulan bir cumhuriyet, geçmişe yönelik çeyrek asırda devlet ve milleti karşı karşıya getirmiş, ülke kan revan içerisine dönmüş, asılan asılmış, kesilen kesilmiştir..

Nitekim, milletin bin yıllık tarihiyle, kültürüyle, inancıyla oynanmış ve her gün biraz daha yalan söyleyen bir tarihle toplum morfinleştirilmiştir...

Haliyle kamu vicdanı bir türlü cumhuriyet gününde birbirine telefon açarak salih bir ifadeyle “bayramınız kutlu olsun” demiyor...

Diyen varsa da, çok azdır.

Zira kamu vicdanı cumhursuz bir cumhuriyeti “Veladet-i Ahmediye” (S.A.V) gecesi gibi kimse kutlamıyor.

Yani Mevlid Kandili gecesi gibi kutlamıyor..

Nerdeyse yüz yıldan beri bu anlamdaki cumhuriyet, cumhuru şad etmemiştir.

Özelikle, tek parti şeflik ve dipçik döneminde halkı büyük çapta devletten küstürmüştür.

Veladet Kandili ile Cumhuriyet Bayramı bir güne tevafuk etmesi, keşke anlam olarak da kamu vicdanına da yerleşmiş olsaydı.

Ama heyhat!

Kamu vicdanında cumhuriyet yerine elbette ki “Veladet-i Ahmediye” (S.A.V) ön planda yer almaktadır.

En derin saygı ve sevgilerimle..