KADİR-KIYMET VE İNSAN!
En büyük değer, en büyük 'kudret' burada saklıdır. Ama gel gör ki, 'pek' kıymet 'yaşanırken' bilinmez.
Ne zaman ki; 'sıkıştık mı, ya da o hayatın elde gideceğini' anladığımızda, 'sarılırız' bir daha ele geçirmek için.
İşte bizler ne yazık ki 'mevcut' nimetlerin şükrünü pek bilmeyiz. Tıpkı 'balık' gibi.
'Suda yaşayan balık suyun kıymetini bilmez. Sudan çıkarılınca 'çırpınmaya' başlar yeniden suya kavuşmak için'!
Bizler de, ne hazindir ki bu vaziyetteyiz. Bir de 'balık' aklına sahibiz, gerçeklerimizi çok çabuk unutuyor ve göz ardı ediyoruz.
Çünkü; 'kıymet ve kadir' bilmede, vasatsız.
***
Zamanın birinde Padişah kölesiyle birlikte gemiye binmiş. Köle hiç deniz görmemiş, geminin de mihnetini tatmamıştı.
Öyle olunca da başlamış, inlemeye, ağlamaya. Tir tir titriyor. Herkesin keyfi kaçmıştı. Çünkü 'avutmak' için çok uğraştılar.
Ama bir türlü onu 'sakinleştiremedikleri' gibi, durduramıyorlardı da.
Bu durumdan Padişah bir hayli 'rahatsız' olmuştu. Keyfi kaçmış, tepkisi hasıldı.
Herkes aciz bir vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı.
Müsaade buyurursanız, ben onu sustururum' der.
Padişah da keyfi kaçtığı için. Gemideki herkesinde 'aciz duruma bıraktığı için 'olur' demiş.
***
Yaşlı adam yerinden kalkıp emretti 'köleyi denize atın' diye. Köle'nin iki kolundan tutan tayfalar 'kolundan' tuttukları gibi atmışlar denize.
Köle bir kaç kere suya battı çıktı. Tam 'boğulacağı' anda, saçından yakalayıp gemiden tarafa çektiler.
Köle öylesine bir hiddetle çabalıyordu. Gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene sıkıca sarıldı, oradan gemiye çıktı.
Ve bir köşeye 'sinip" sustu. Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü. Ve sordu 'Bu işteki hikmet nedir' diye.
Yaşlı ve güngörmüş zat cevap verdi: 'Köle önce suya batmanın, boğulma tehlikesi geçirmenin acısını tatmamıştı.
Gemideki selametin kıymetini bilmiyordu". İşte insanoğlunun 'hayat' iksirinde huzur da, saadet te 'böyledir'!
Bir felaket görmeyen kimse, huzurun kadrini ve kıymetini bilmez.
***
Ya gidenlerimiz ve yitirdiklerimiz. 'Toza-dumana' karışan değerlerimiz. Zaman tüneli içerisinde; gidince ve yitince 'anlarız' gerçeği.
Ve bizdeki 'o kayıtsız' kaldığımız kadir kıymeti.
Yanımızdayken, yanı başımızda bulunurken, aynı sofrada 'aş ve tasta' yudum alırken 'önemsemeyiz'! Kalplerini 'hoyratça' kırarız.
Kadir mi, kıymet mi 'o ne deriz'! Bırak gitsin. Kim ki o deriz. Ama gel gör ki, 'acı' haberi alınca, içimizde 'derin' bir nükte gelişir.
Dövünürüz. Dizlere 'avuçlar' iner. Ve ardı sıra gelir 'keşkeler' sıralanarak. Şurada, şu zaman da, bu sofrada 'ona böyle' davranmasaydım.
Pişmanlık ifade eden 'sözcükler' dizelenir dilimizde. Bir de 'ar' duygusuyla, 'keşke geri gelseler de üzmezsek. Başımıza onları taç yapsak.
Ama doğru değil. Çünkü gelseler bir süre sonra 'balık aklıyla' aynı geçmişteki 'kıymetsizliğimizi' icra ederiz.
***
Onun için ustadın dediği gibi 'Ne giden geri gelir, ne de kaybedilen döner'! Önemli olan bizlerin değişmesi.
Bilemiyorum. ‘Biz’ yaratılış itibariyle mi ‘kadir kıymet’ bilmez insanlar mıyız? Sanmıyorum.
Lakin bildiğim, 'bu kadirsizliğimizin' temel batağı, 'ahlaki ve inanç' değerlerinden uzak bırakılmamız.
O aşkı ve sevgi bütünlüğünü 'içimizde', Kölenin 'geminin' dümenine sımsıkı sarılışı gibi 'sarılmayışımızdan' kaynaklıdır.
Siz 'Kırlangıcın aşk' hikayesini duydunuz mu? Mutlaka duyanlarınız olmuştur. Ama inanıyorum ki, 'duymayanınız' çoktur.
Onun için de; 'duyanlar' için bir kere daha duyarlarsa zarar tecelli etmez diyerek, duymayanlar için aktaralım.
Ki 'yitirdiklerimizin' değerini, sevginin kutsallığıyla nasıl 'kıymet' vermemiz gerektiğini öğrenebilelim.
***
Kırlangıcın biri, bir gün, bir adama aşık olur. Günlerce penceresinde onu gözler.
Derdini anlatmak, içini dökmek ister ama nedense bir türlü cesaret edemez.
Günler günleri takip eder, sonbahar yaklaşır. Zamanının az kaldığını fark eden Kırlangıç nihayet tüm cesaretini toplayarak gönül verdiği adama her şeyi anlatmaya karar verir.
Pencereyi açıp temiz havayı teneffüs etmek isteyen genç adam, güzel bir kuşun karşıdaki ağacın bir dalından kendini izlediğini görür.
Camına doğru uçtuğunu fark ederek irkilir. O ne! Hayret edilecek bir şey, kuş hiç korkmamakta hatta camın pervazını tutan ellerine kadar yaklaşmaktadır. Kısa bir sessizliğin ardından kuş dile gelir ve derki;
'Ey sevimli adam, ne zamandır ben sana aşığım. Ne olur beni içeri al, dost olalım'.
Fakat son derece ciddi olan adamın bu kuşla uğraşacak vakti yoktur, kabaca kuşu iter ve der ki; 'Hadi git işine. Ben senle uğraşamam'
***
Kırgın, küskün bir halde geri dönen Kırlangıç sevilmeden sevebilecek kadar sadık, herşeyi göze alabilecek kadar sevdalıymış adama.
Bir kaç gün sonra tekrar gelir. 'Ne olur beni reddetme. Al beni içeriye. Sana arkadaş olurum, bak sen de benim gibi yalnızsın.'
Ne var ki adam çok acımasızdır. Bir türlü taş kalbi yumuşamaz, 'Git işine yahu. Sen ne biçim bir yaratıksın. Ben seni içeri alıp da ne yapacağım?'
Dertli Kırlangıç tekrar uçar yalnızlık kokan yerlere. Çok üzüntülüdür. Kendi kendine bir süre daha bekleyeyim de son bir defa daha varayım yanına.
Belki bu defa kabul eder der.
Yaz neredeyse bitmek üzeredir. Esen rüzgarlar ile etrafa dağılmaya başlayan yapraklar güz'ün geldiğini acı acı hatırlatır masum kuşa.
Bir ümit daha yeşerir içinde ve son bir kez daha sevdiğini görmeye gider.
'Bak, yaz bitiyor. Yakında sıcak ülkelere göç etmem gerekecek. Dışarısı soğuk. Çok üşüyorum. Ne olur beni al içeri.
Seni eylendirir hoş vakit geçirtirim sana. Senin hiç mi bir dosta ihtiyacın yok. Arkadaş olayım sana.'
***
Ne mümkün. Bu defa da terslenen Kırlangıç tüm ümitleri kırılmış, çaresiz tekrar uçar, gider. Hem de bir daha geri dönmemecesine.
Sıcak ülkelere göç eder. Uzun süre kuşun gelmediğini fark eden adam yavaş, yavaş fikrini değiştirmeye başlar.
'Ben ne aptal bir adamım. Şuncacık kuşun bana ne zararı olurdu ki bir türlü bu teklifi kabul etmedim.
Hem ona iyilik yapmış olurdum, hem de can sıkıntısından kurtulurdum' demeye başlamış. Ne var ki kuş bir daha geri gelmemiş.
Kış bitmiş, göçmen kuşlar dönmeye başlamışlar. Genç adam gözlerini pencereden ayıramıyormuş. Beklediği kuş gelir diye.
Ama bir türlü dönmüyor, penceresine uğramıyormuş.
***
Günler günleri kovalamış, yaz aylarının ortalarına gelinmiş. Kuşun geri dönmesinden ümidini kesen genç adam, görmüş geçirmiş bir dostuna gitmiş.
O her şeyi bilirmiş. Çünkü hayatı kitaplar arasında geçmiş.
Derdini ona anlatıp akıl danışmış. Yaşlı bilgin onu sabırla dinlemiş. Söyleyecek sözü kalmayan, pişmanlığını defalarca itiraf eden genç adama dönmüş ve ağır, ağır şu sözler dökülmüş dudaklarından.
'Ey oğuuuul. Bilmez misin ki; 'Kırlangıçların' ömrü sadece altı aydır'.
Ustad da ne güzel ifade eder.
***
Madem dünya fanidir
Hem madem ömür kısadır
Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur
Hem madem hayat ı ebediye burada kazanılacaktır
Hem madem dünya sahipsiz değil
Hem madem şu misafirhane i dünyanın gayet Hakim ve Kerim bir Müdebbiri var
Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır
Hem madem ‘Allah kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez’ (Bakara/286) sırrınca takat getirilemeyecek bir mükellefiyet yükletilmez
Hem madem zararsız yol zararlı yola tercih edilir
Hem madem dünyevi dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır
Elbette en bahtiyar odur ki dünya için ahireti unutmasın ahiretini dünyaya feda etmesin Ebedi hayatını dünya hayatı için bozmasın.
Güzel bir hafta sonu dileğiyle.