BİLİYOR MUYUZ? ZANDA MIYIZ

Zanlarınız kendi kafanızın ürünüdür gerçeğin yerini alamaz.

Zan gerçek değil bilincin inandığıdır.

Sanmak ile bilmek arasında inçe çizgi falan yoktur gayet kalın ayırıcı bir çizgi vardır.

Kimi zaman kimi yerde zanlara, içsel yargılara, iletişimsizlik sebep olur. İletişime geçebilmek yaşananları veya hissedilenleri konuşabilmek sandığınız kadar kolay değil.

İletişimsizliğin somut mesafelerle de ilgisi yoktur yeri gelir yanı başınızda duran, içinizi de gerçeğinizi de bilemez veya siz onun içindekileri.

İletişimde duvarlar olunca kişiler yanlış anlaşılma veya bilumum mücbir sebeplerden iletişime geçemeyince zannettikleriyle ilerlemeye başlarlar.

Sezgiler ve hissetmeler ufak tefek kavramalara muktedir olunabilir ama büyük resmi göstermez.

Sanrıları yüzünden ülkeler arası savaşlar çıkıyor 21. Yy. da. Birileri bir şeyleri zannettiği için çocuklar ölüyor, kaosa sürükleniyor şehirler.

İki satır konuşmaya ya da yazmaya çekinir oldu insanlar zanlarınız yüzünden.

Filan parti yaftası, terörist yaftaları, askıda sizi bekliyor. Konuşmalarınızdan çıkarıyorlar bu etiketleri lakin bilginin kesinliğinden emin değiller onların ki sû i -zan. (kötü kanaat)

Son yılların bir modası var siyaset aile hayatımıza, dost meclislerimize, devlet kurumlarına kadar bulaştı. Girmediği bir yatak odamız kaldı.

(son cümleye gülümseyerek veya kızarak tepki verdiyseniz bu sizin zannınızdır)  :)

Siyasi bir adamı veya kadını şahsi kimliğinden ötürü sevemiyorsunuz. ilaa o taraftan olmanız lazım.

Yine zanları yüzünden farklı dilde müzik dinleyemiyorsunuz.

Sandıkları yüzünden siz siyasi suçlu oluyorsunuz Allah bilir siyasetin S ‘ sini bile bilmeden.

Güç sahibi olan, herhangi bir yerin yöneticisi yolsuzluğa bulaştığından herkesi çalıyor zannediyorsunuz. Apartman yöneticiliği bile günümüzde hırsızlıkla eşdeğer tutuluyor.

Yolsuzluğu ispatlanan bir kaç yüz kişi yüzünden temiz doğru yolda olan yöneticiler bile kendini çalmadığına ya da işi veya metaları akrabasına peşkeş çekmediğine inandıramıyor.

Örneğin, zanları yüzünden ben şiir yazmayı ve de yayınlamayı bıraktım.

Çünkü Şiir’leri okuyanlar âşık olduğumu zannettiler hep. Ürün ve eser ortaya koyarken hikâyenin moduna girersiniz tıpkı bir aktris bir heykeltıraş gibi.

Duyduklarınız, okuduklarınız, gördükleriniz kendi içinizde ki değer yargılarına göre kalıba girer.

Hangi kumaş varsa içinizde o kumaşı giydirirsiniz dışardan görünene.

Vakti zamanda küçük bir dağ köyünde üvey anne baba ile iki çocuğu yaşarmış. Çocuklarının biri erkek diğeri de kızmış. Üvey anneleri kısır olduğu ve de çocuğu olmadığı için çocukları hiç sevmez, onlara düşmanca davranırmış.

Hele babaları evden çıkınca vay haline çocukların, Babalarının yine evde olmadığı bir bahar günü, üvey anneleri iki kardeşe torba, bıçak ve kazma vererek, dağa kenger toplamaya göndermiş. İki kardeş sabah erkenden evden ayrılarak kenger toplamak için dağın yolunu tutmuşlar. Abla bir bir topladığı kengerleri kardeşinin sırtında taşıdığı torbaya koyarmış ve böylece de hava kararmaya başlayıncaya kadar kenger toplamışlar. Artık köye dönmek üzereyken Abla, kardeşinin sırtında taşıdığı torbanın dolup dolmadığını anlamak için torbayı yere indirip bakmış ki ne görsün, torbada bir tek kenger yok.

Bu duruma şaşıran ablası; “Sabahtan beri toplanan kengerleri kardeşinin gizli gizli yediğini zannetmiş ve kardeşinin üzerine yürümüş. Biz şimdi eve nasıl döneriz? Üvey annemiz bizi öldürür” deyip çıkışmış kardeşine. Kardeşi ise “Hayır abla, bana yemem için verdiğin bir tek kengerin dışında yemin olsun ki yemedim!” demiş.  “Abla eğer hala bana inanmıyorsan istersen karnımı aç da bak!” demiş. Ablası almış bıçağı karnını yarmış bakmış ki kendisinin verdiği bir kengerin dışında midesi bomboş kardeşinin, meğerse kengerleri o yememiş.

Kardeşinin karnını dikmeye çalışmışsa da kardeşi oracıkta ölmüş. Gidip torbaya tekrar bakmış ki torbanın dibi delik ve sabahtan bu yana topladıkları kengerlerin döküldüğünü anlamış. Meğer üvey anneleri onlara akşam kötülük etsin diye dibi delik torbayı vermiş. (Belki üvey anneye de burada su i zan atfedilmiş)

 Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abla, bu acı ve vicdan azabıyla neye uğradığını şaşırmış. Kardeşini gömmüş. Gömütün yeri belli olsun diye de başucuna bir fidan dikmiş.  Acı ve vicdan azabıyla Allah’a yalvarmaya, dua etmeye başlamış. “Allah’ım beni pepuk kuşu yap bu dağlara sal ki dünya döndükçe dağlardan dağlara kardeşim diye seslenip durayım“ demiş.

Hikaye bu ya O anda kızın dileği kabul olmuş, genç kız o gece, pepuk kuşu olmuş ve gidip kardeşinin başucundaki ağaca konup hep kardeşi için seslenip durmuş