“Birleştirici Ruh”, Ya Sonuçsuz Kalırsa!

                                                     

 

Mardin’de Hükümetin bölgeye yönelik “10 maddelik planını” açıklayan Başbakan Davutoğlu’nun söyledikleri içinde en çok dikkat çeken şey “birleştirici ruh”a vurgu yapmasıydı:

“Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlarda birleştirici ruh harekete geçirilecek. Ayrım gözetmeden kardeşlik anlayışı ön plana çıkarılacak.”

Retorik olarak kulağa hoş gelen bu söylemin içinin nasıl doldurulacağı henüz belli değil. Bunun gündelik yaşamın her alanına uygulanacak olan bir program mı yoksa yıllarca söylene söylenen tüketilen  “kardeşlik” söyleminin yeni bir versiyonu mu olduğunu bilemiyorum. Ancak bildiğim bir şey varsa o da  bu maddede verilmek istenen mesajın, doğrudan Davutoğlu’nun kendi “stratejik derinlik” felsefesini yansıttığıdır.

Buraya kadar diyecek bir şey yok. Öyle ya “birleştirici ruhu” önceleyen ve “kardeşlik anlayışını” benimseyen birine kim ne diyebilir ki? Ancak, bu ifade biçimi iç siyasette yeni olsa da, benzer söylemler farklı biçimlerde defalarca dile getirildi. Gazetelere manşet oldu, partililer tarafından alkışlandı, birlik ve bütünlükten yana olan bölge insanının dilinde “dua oldu”. Ama gelinen noktada sonuç da ortada…

Birilerinin “ayrıştırma” gayretleri karşısında, diğerinin “bütünleştirme” çabaları maalesef sözde kaldı veya sonuçsuz kaldı. Çünkü birleştirici ruha ya önem verilmedi ya da yanlış yerde arandı.

Burada niyetim birilerini eleştirmek değil. Yakalanan son fırsatın kaçırılmaması, ıskalamaması için bir uyarıdır. Çünkü söylenen sözün etkili olabilmesi için, başta eğitim olmak üzere, medyada, politikada da bir karşılığının olması gerektiğidir.

Eğitimde “birleştirici ruhu” canlı kılmak için ne gibi öngörülerimiz ve planlarımız var? Mesela 1071 “Malazgirt Zaferi”’nden beri tek vücut olan Anadolu toplumunun bu özelliğine tarih kitaplarında ne kadar vurgu yapıyoruz? Tarihi sadece kendisini Türk olarak görenler mi yaptı, yoksa 1071 yılından  “Kurtuluş Savaşı”’na kadar geçen bin yıllık bir sürede Türkler ve Kürtler birlikte mi yaptı? Cevabımız “evet” ise, buna tarih kitaplarında ne kadar yer veriyoruz? Veya bundan böyle bu ortak tarihimize ne kadar yer vereceğiz?

1514 yılından beri bölge insanının Osmanlıya “gururla” aidiyet duymasını sağlayan ve onunla bütünleştiren ruh, etnik kavmiyetçilik miydi yoksa “din birliği” miydi? Eğer, din birliği olduğunu kabul ediyorsak,  bu milletin dine olan bağlarının koparılmasına karşılık neler yapıldı? Veya neler yapmayı düşünüyoruz?

Bakın bundan tam bir asır önce Bediüzzaman “Birleştirici ruhu” nasıl açıklıyor ve de uyarıyor:

“Başka vilayetlerde sırf fünün-u cedide (fen ilimleri) okutursanız da şarkta herhalde “millet, vatan maslahatı” (faydası) namına, ulum-u diniye (dini ilimler) esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türk’e hakiki kardeşliği hissedemiyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı teavün (yardımlaşma) ve tesanüde (dayanışmaya) mecburuz.”

Veya televizyonlarımız “birleştirici ruha” kuvvet verecek yerde bu milletin değerlerine taban tabana zıt değerleri aşılayarak, bizleri tanınmaz hale getirip, “bağlarımızı” da koparmaktadır. Bu konuda neler yapmayı düşünüyorsunuz?

Düşünmelisiniz! Çünkü “birleştirici ruh” hayatın her alanına nüfuz etmese etkisi zayıf kalır veya sonuçsuz kalır.

Sonuçsuz kalırsa vebali de büyük olur!

www.sabrieyigun.com.tr