ALLAH BOZGUNCULARI VE BOZGUNCULUĞU HİÇ SEVMEZ! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünyayı büyük korku ile saran, insanları da paniğe düşüren korona virüsü, nam-ı diğeri COVID-19 illeti, artık 24 saat dünya gündeminde...

Güncelliğini koruyan, korkutucu bir unsur haline geldi.

Sonucu ne olur derseniz!?

İşte o büyük belirsizlikler içerisinde; meçhuliyet içeriyor..

Dünkü sosyal medyaya düşen bir haberde, Çinli bir muhalif, Çin hükümetinin korona virüsünün gerçek sayılarını saklamış ve siyasi rantı ön planda tutarak iktidarın kamuoyundan gerçekleri sakladığını söylüyor..

Ve, Çin hükümetini eleştiri yağmuruna tuttuyor.

Bu doğrultuda bütün dünya devletlerinin de aynı dili kullanıp, kendi kamuoyundan gerçekleri "saklama cihetine gitme tehlikesi" ne yazık ki, söz konusu.

Bize göre bu da aynı o ülkelerin, hükümetlerin daha büyük rant geliştirmesi için bazı şeyleri abartı olarak, eksik olarak gösterilmiş olması tüm kamuoyu nezdinde kuşku yaratmaktadır.

Şüpheler, kuşkular acaba diyerek başlayan; “siyasetin ruhu rant mıdır?” sorusunu insanın aklına getmiyor değil…

Çünkü, günümüzdeki yaşanmakta olan devletler arası, milletler arası veyahut liderler arası ranta dayalı siyaset, yavaş yavaş ahlaki çürümeye yüz tuttuğu gibi, maddeye dayalı ruhsuz ve manasız bir siyasi anlayış kendini idame ediyor..

Nitekim resmi ağızlarından yaratılan panik, korkutucu hava, insanlar arasında güvensizlik ve inançsızlık halini; korkutucu bir şekilde körüklemektedir…

Siyaset, manasız madde ve ranta dayalı bir anlayışın kokuşmuşluğuyla, kendine ömür biçiyor..

Milli değerlere dayalı siyaseti Allahsız bir hale getirip, toplumları dinden uzaklaştırma tehlikesi, giderek artıyor…

Ki insanlar nezdinde, yaşanan ve yaşatılanların tamamen müsebibi ruhsuz bir siyasetin varlık göstermesidir..

Böylesine ruhsuzluğa, maddeye yüz tutmuş siyaset ve politika, insanlara der demez “eski kavimlerin” halini aklına getiriyor.

Allah, hiç ihmal etmediği bazı mezalim hallere sabırla mühlet veriyor.

Yüce Allah’ın insanlığa verdiği sabırlı mühlet, zannedilmesin ki yüce Allah bunu ihmal ediyor?…

İhmal değil, mühlettir bu.

Ta ki insan kendine gelinceye kadar...

Kendini tanıyıncaya kadar…

Siyasetlerini maddeye dayalı ranttan çevirip manaya girinceye kadar…

Bu yapılmadığı takdirde yüce Allah eski Peygamberlerin kavimlerine getirdiği bela ve tufanları her an için günümüzde de gönderebilme tehlikesiyle karşı karşıyadır insanlık dünyası.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Azim Şan, “A’raf” suresinin 94. Ayettinden 102. Ayetine kadar olan bölümde; insanları hep uyarmıştır.

Ve o ayetlerin yüce mealleri aynen şöyledir;

94- "Peygamber gönderdiğimiz her ülkenin halkını, ola ki, bize yalvarırlar diye, mutlaka sıkıntılara ve belalara uğrattık. "

95- Sonra kötü günleri iyi günlerle değiştirdik de sayıca çoğaldılar ve: "Atalarımız da hem sıkıntılı hem de sevinçli günler geçirmişlerdi" dediler. Bunun üzerine onları hiç ummadıkları bir sırada ansızın yakalayıverdik. "

96- "Eğer o ülkelerin halkları iman edip kötülüklerden sakınsalardı, göğün ve yerin bereket kapılarını yüzlerine açardık. Fakat yalanladılar, biz de onları işlediklerinin cezasına çarptırdık. "

97- "Acaba o ülkelerin halkları geceleyin uyurlarken başlarına azabımızın gelmeyeceğinden emin midirler?"

98- "Acaba o ülkelerin halkları, kuşluk vakti eğlenirlerken, azabımızın gelmeyeceğinden emin midirler?"

99- "Onlar Allah'ın tuzağına yakalanmayacaklarından emin midirler? Oysa hüsrana uğrayan toplum dışında hiç kimse kendini Allah'ın tuzağından emin sayamaz. "

100- "Üzerinde yaşadıkları toprakları eski yerlilerinden miras alanlar, istesek kendilerini günahları yüzünden musibetlere çarptırabileceğimizi, kalplerini mühürleyebileceğimizi ve kulaklarının işitemez olabileceğini, bu tarihi sürecin ışığında hâlâ kavrayamadılar mı?"

101- "İşte şu ülkeler var ya, hani sana onlara ilişkin bazı tarihi olayları anlatıyoruz. Bunlara peygamberleri açık belgeler, mucizeler getirmişlerdi. Fakat mucizelerden önce yalanladılar! Mesajlara inanmaları söz konusu olmadı. İşte Allah kâfirlerin kalplerini böyle mühürler. "

102- "Onların çoğunda söze bağlılık diye bir şey bulamadık, tersine çoğunu yoldan çıkmış bulduk. "

***

İşte bunlar Allah'ın bildirdiği kıssalardır. Peygamberimiz de -salât ve selâm üzerine olsun- onları bilmiyordu. Bunlar ancak Allah'ın ona vahyetmesi ve öğretmesi ile öğrendiği tarihi olaylardı."

"Onlara peygamberleri açık belgeler, mucizeler getirmişlerdi."

Ne var ki, belgeler, mucizeler onlara fayda vermedi. Belgelerden sonra da daha önce yalanladıkları gibi yalanladılar. Açık belgelerin kendilerine gösterilmediği sırada yalanladıklarına belgeleri gördükten sonra da inanmadılar. Zaten açık belgeler yalanlayıcıları, inanmaya ve imana iletmez!

Çünkü onların iman etmelerini engelleyen sebep, delil yetersizliği değildir. Onları imandan alıkoyan asıl neden, açık bir kalbe, keskin bir duyarlılığa ve doğru yola yönelme arzusuna sahip olmalarıydı.

Onların hoşgörü ile karşılayan, gerçeğe doğru devinen ve onu kabullenme arzusunda olan diri bir fıtrattan mahrum olmalarıdır. Her şeye rağmen onlar, kalplerini doğru yolun imajlarına ve imanın belgelerine yöneltemediklerinden, yüce Allah onların kalplerini mühürledi.

Vicdanlarına kilit vurdu. Bundan böyle onlar ilâhi mesajı almaya, gerçeğe, doğru atılımda bulunmaya ve onu kabullenmeye yanaşmayacaklardı.

"İşte Allah kâfirlerin kalplerini böyle mühürler..."

Ki bu deneyimler insanın şu baskın karakterlerini de ortaya koydu.

"Onların çoğunda söze bağlılık diye bir şey bulamadık, tersine çoğunu yoldan çıkmış bulduk."

Burada işaret edilen söze, taahhüde gelince; bu, yüce Allah'ın insanların fıtratlarından almış olduğu söz olabilir.

Nitekim surenin sonlarında buna değinilmiştir:

"Hani Rabbin, Ademoğulları'ndan, onların bellerinden soylarını dışarı aldı ve: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diyerek kendilerini birbirlerine şahit tutmuştu da onlar da "Evet şahidiz" demişlerdi." (A'raf 172)

Bu verilen söz, İsrailoğulları'nın peygamberlere iman eden ilk nesillerinin Allah'a vermiş oldukları söz de olabilir.

Öncekilerin verdikleri bu söze sonrakiler bağlı kalmamış ve ondan sapmışlardı.

Nitekim bütün cahiliyelerde meydana gelen de budur. Bu sistemlerde insanlar yavaş yavaş hedeften saparlar. İmanın gerektirdiği taahhüdün dışına çıkarlar, cahiliyeye dönerler.

Burada, söz konusu edilen taahhüt, bunların hangisi olursa olsun anlaşılıyor ki, insanların geneli sözlerine bağlı kalmaz ve verdikleri taahhüde bağlılık göstermez.

Onlar her an değişen heva-hevese, uyarlar.

Onların yapısı, karakteri, verilen sözün yükümlülüklerine sabredemez ve onların doğrultusunda yoluna devam edemez."

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bakınız, merhum şehit Seyyid Kutb’un bu ayetler hakkındaki yorumlarından anlaşılıyor ki insanlar yeryüzünde tarih boyunca kendilerini Allah’a kulluk özgürlüğünden sıyırıp, şeytanın veya tağuti düzenlerin veya ranta dayalı ruhsuz siyasetin hegemonyasına girdikleri müddetçe, her an için bu tür maddi virüslerden kendini kurtaramaz.

Zira içindeki manevi virüsün varlığı, yani şeytanın ve tağuti düzenlerin hâkimiyeti, manevi hayatlarına galebe çalınca, o gizli manevi virüs maddi virüse dönüşür.

İşte görünen mevcut virüs, manasız, ruhsuz bir halin yaşanmasının sonucudur…

En derin saygı ve sevgilerimle.