ANAYASAL BİR DEVLET HUKUKUN DEDİĞİNE UYMALI, DİLİNDEN DE ANLAMALIDIR!!!

Evet sevgili okurlar!

Bugünkü sohbetimize başlık olarak kullandığımız ifade, Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk’a aittir..

Bir önceki gün Karar Gazetesi’nin yazarı Elif Çakır’la yapmış olduğu telefon sohbetinde ifade ettiği bir cümle...

Sayın Selçuk, her zaman ki gibi yine bilimsel bir tanımlamada bulunmuş..

Bilimsel ve hukuki değerleri taşıyan sayın Selçuk’un zaman zaman bazı ifadelerinden bizde faydalanarak, sohbetlerimize konu etmişizdir.. Ve siz değerli okurlarımızla paylaşmaktayız!.

Çakır’ın köşesine taşıdığı Sayın Selçuk’la yapmış olduğu söyleşiden bazı bölümler aktarmak istiyorum...

***

 “Ayasofya meselesini bağımsızlıkla ve egemenlikle ilişkilendirmenin yanlış ve yanıltıcı olduğunu” anlatan Sayın Selçuk’un açıklaması şöyle:

“Sağ ve sol, yazılı ve görsel basında Ayasofya üzerine yazılanları okuyor, konuşulanları dinliyorum. Tartışmanın yanlış temelde yürütüldüğünü üzülerek görüyorum. Baştan belirteyim ki, konunun ülkemizin bağımsızlığı ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu tür bir yaklaşım, sorunu yalnızca yörüngesinden çıkarmakla kalmaz, ülkemizin içişlerini de, durup dururken kendi katkımızla tartışma konusu yapmış oluruz..”

Danıştay’ın kararını öğrendiğinde “bir Türk ve Müslüman olarak mutluluk duyduğunun” altını çizen Selçuk şöyle devam ediyor:

 “Ancak bu yüzeysel ve duygusal bakışı bir yana bırakarak soruna biricik efendim olan hukuk açısından eğildiğimde bu sonuç beni sevindirmemektedir.

Gerçekten konu, doğrudan hukukla; dolayısıyla Türkiye’nin hukukun içinde kalan bir anayasal devlet olup olmadığı ile ilgilidir. Dünyada 200’ün üzerinde devlet, hemen hemen hepsinin anayasası var; dolayısıyla hepsi bir ‘anayasalı devlettir.

Bizim de bir Anayasa’mız var. Ancak önemli olan soru şudur: Acaba bu devletlerin hepsi her işlemlerinde anayasalarına uyuyor mu?”

***

Sami Selçuk anayasalı devleti ve anayasal devlet kavramlarının birbirinden çok farklı olduğunu belirterek şunları söylüyor:

 “İşte tam bu noktada devletleri ikiye ayırmak gerekir: Hukukun, yani anayasalarının içinde kalan ‘anayasal devlet’ler ve hukukun, yani anayasalarının içinde kalmayan ‘anayasalı devlet’ler.

Buna göre laiklik ilkesine dayanan bir rejimde devlet, inanç, din alanları karşısında ilgisiz, nötr kalmak; bu alanlardaki işlemleri ilgili bireylere, topluluklara bırakmak zorundadır.

Türkiye, yıllarca bu ilkeye uymamış, inanç alanını düzeltmeye ve yönlendirmeye kalkışarak 1926/765 Eski Türk Ceza Yasası’nda 163’üncü maddeyi uygulayarak, başörtüsünü yasaklayarak insanları cezalandırmıştır.

Bunlardan artık vazgeçilmeli, anayasal bir devlet olarak hukukun dediğine (jurisdictio) uyulmalıdır.”

***

Ayasofya kararını bu kavramlar açısından yorumlayan Sami Selçuk şöyle konuşmasına devam ediyor:

 “Ayasofya kararıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 2020 yılında bile ‘anayasal devlet’ değil, ‘anayasalı devlet’ olduğunu, hukukun üstünlüğüne yaslanmayan bir düzeni benimsediğini ortaya koyarak bir kez daha AB’den, özendiği hiper-demokrasiye geçme yolundaki Batı düzeninin çok gerisine düşmüştür.

Batının eleştirilerini, bağımsızlık ve iç işlerine karışma bağlamında değil, Türkiye’nin anayasal ve hukuka bağlı bir düzeni benimseyip benimsemediği açısından ele almalı; hukukun üstünlüğünü savunan ve hukukla bağlı olan Türk ve Müslüman insanlarımızı sevindirmeli; konunun ülkemizin bağımsızlığı ile ilgili olmadığını halkımıza da dürüstçe anlatmalıyız.

Böyle bir tutum ve yaklaşım, hem süzme hukuksal ve hem de süzme ahlaki olacaktır.”

***

Evet sevgili okurlar!

Sayın Selçuk’un görüşleri paralelinde, Türkiye’nin yüz yıllık manzarasını sizinle beraber seyredip, bilimsel pencereden irdelemek istiyorum..

Hatta bırakın yüz yıllık bir süreci, iki yüz yıldan beri olup bitenler, yaşananların hiçbirisi ama hiç birisi devletin ve milletin varlığına, ciddiyetine, ilerlemesine, kalkınmasına yönelik, olmamıştır...

Bu uzun süreç içerisinde ne yazık ki bir çok yönüyle aldatmacalar, kandırmacalar, olayları ters yüz etme stratejisi benimsenilmiştir...

 Akı kara, karayı ak etme, cüceyi kahraman, kahramanları cüceleştirme gibi komplo teorileri, tertiplenmiştir...

Ne devlet, ne ülke, ne millet “iki yakasını” bir araya getiremediği gibi; yaşadığı sıkıntıların haddi hesabı yok...

Çünkü; hep kaos ve krizler, darbeler, ihtilallerle “yüz yüze” gelmiştir..

Milleti değil, devleti kutsayan, anlayış hep benimsenilmiştir..

Sayın Selçuk, Anayasal bir devletin ciddiyetinden, varlığından bahsederken 1926/765 Eski Türk Ceza Yasası’nın 163’üncü maddesine de atıfta bulunuyor..

Bu madde özellikle 1926’da Türk Ceza Kanunun içine konuldu...

Ki bu madde; Milletin dinine, inancına, ibadetlerine, başörtüsüne, tüm İslam kültürüne, gelenek ve göreneklerine pranga attı...

İslam’ı her yönüyle kasıp kavururcasına büyük bir ambargo altına alma; maddesiydi TCK’nın 163’üncü maddesi!.

İki Müslüman bir araya gelip dini bir sohbet yapamıyordu.

Peki bu hukuk devletinin bir biçimlendirmesi miydi, yoksa şekli olarak hukuk devleti gibi gösterip de insanlarına zulüm etme biçimi miydi?

Nitekim, Türk Ceza Kanunu içine konulan bu madde en azından elli sene, hükmünü sürdürdü...

Nihayet ANAP döneminde merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın himmet ve gayretiyle, TCK’nın 163 maddesi kaldırıldı...

İşte bu paralelde, doksan yıllık uygulamaların hangi tarafı hukukun üstünlüğüne uymaktadır...?

Ya da hukuki gerçeklere uygundur?.

Pek tabi ki, Dünya hukuk ilkelerine bağlı mıdır?..

Veya bir paralellik arz ediciliği var mıdır?

Bunun gibi daha neler neler?…

Sayın Cumhurbaşkanımızın Danıştay 10’uncu Dairesi’nin kararı paralelinde 1934’teki Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılan Ayasofya’yı yeniden Camiye dönüştürmesi milletin ruhi derinliklerine bir serinlik vermiş, kalp ve gönüllerini müreffeh kılmış ise de, bize göre atılan bu adım yalnız başına, kafi değildir.

Üç gün evvel de yazdım...

“Artık bu tabular yıkılmalıdır..”

Ayasofya’nın müzeden camiye dönüştürülmesi bir ilkedir...

Ki bunun zıttı, yani müze olarak kalması demek; kiliseye çevrilmiş demektir.

Ama, tabular yıkıldı; Ayasofya Camiye çevrildi..

24 Temmuz günü de, ilk Cuma namazı kılınacak...

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu tabuyu yıkması, seksen milyon insanın dualarına mazhar olmuştur.

Az önce de ifade ettiğim gibi bu yetmez!

Çünkü, bu ülkede tez elden süratle yıkılması gereken çok önemli tabular var.

Bu tabular yıllardan beri bu milleti hep komplo teorileriyle baş başa bırakmıştır...

Atatürkçülük, devrim ve inkılaplar adı altında devletin bünyesine gizlenmiş masonik kafalar, bu milletin inancına karşı, Kur’an’ına karşı, cami cemaatine karşı, tek  kelimeyle şeriatın hükümlerine karşı, tertipledikleri bir dizi kirli komplo teorilerinin oluşturduğu tabuların artık tümüyle yıkılması gerekir...

Belki o zaman bu millet, 7’den 70’ine herkes, inanır, bağlanır...

Ve tabi ki, Türkiye tüm cihetiyle bağımsız bir devlet vasfına kavuşabilir..

Millette o inancı, kendinde görür...

Ayasofya’nın ibadete açılması elbette ki unutulmaz büyük bir girişimdir, büyük bir başarıdır...

Bu da, Cumhurbaşkanımızın sayesinde olmuştur..

Ancak bu tek başına yeterli değildir..

Çünkü herşey bitmiş, değil..

Devamı olmalı..

Türkiye’nin tam bağımsızlığını ilan etmesi; ancak ifade ettiğimiz tabuların yıkılmasıyla mümkün olabilir?

En derin sevgi ve saygılarımla…

Hayırlı Cumalar…