BÜROKRASİ, SİYASETİN ETKİSİNDE Mİ ÇALIŞIYOR?! (III)

Sevgili okurlar...

“BÜROKRASİ, SİYASETİN ETKİSİNDE Mİ ÇALIŞIYOR?!” başlıklı yazı serimiz devam ediyor...

Zira görülen lüzum üzerine memleket meselelerinin enine boyuna tartışılması gerektiği için, biz de “yazı başlığını”, mevzu ettiğimiz konuları kapsayıcı şekilde ifade ettiği için değiştirmedik...

Denir ya hal-i âlem meydanda..

Çünkü, mevcut vuku bulan meseleler, vaki olan toplumsal çürümüşlük hali, tamamen devlet ile milletin “birbiriyle imtizaç” edemeyişinden kaynaklıdır..

Ve beri yanda, “siyasetin de milli, yerli” ve milli iradenin “rotasında” yürümemesi...

Mevcut durumu “per-perişan” ediyor..

Devletin siyaseti,

Hükümetlerin politikası,

Muhalefetin mevcudiyeti bir vadiden yürüyor..

Milletin inancı, iradesi ve duruşu ise apayrı bir vadide yürüyor...

Bir bütünlük yok..

Bir imtizaç yok..

Ne itibar, ne samimiyet yok.

Bir uzlaşı ve birliktelik de söz konusu değil...

Olmadığı içindir ki ülke ve millet olarak zıt kutuplarda yürüyoruz!!!

Var olan tek şey; güvensizlik!

Özellikle, siyaset ve siyaset adamları her gün biraz daha derin bir şekilde, toplumun vicdanında “mahkumiyet” aldıkları gibi, “itibarsızlaşmayla” yüz tutmuş gidiyorlar..

Hele hele liberal demokrasiye dayalı siyaset “hem vicdan, hem cüzdan” despotu!

Onun terazi kefesinde illaki ağır basan taraf, kapitaldir...

Yani ranttır...

Ana ilkesi de çıkarını başkasının zararında görmektir..

Kibir sultanı...

Millete kuş bakışıyla bakar..

O varsa devlet vardır, o yoksa devlet yoktur!

O varsa millet vardır, o yoksa millet yoktur!

Yer küresinin, en yıkıcı “demokrasi” anlayışı ve siyaseti “Liberalizmdir?..”

İster siyaset kulvarında, ister kamu işleyişinde bu “ideoloji” toplumu her yönüyle, benlik kaybına uğratır...

***

Sevgili okurlar..

Bölgemizde ve özellikle Diyarbakır’ımızda görevlendirilen kilit noktada, önemli makam ve mevkii ihraz eden idari yöndeki bazı bürokratların sergiledikleri tutum..

Yönetimsel anlayışları..

Siyasi ve ideolojik duruşları..

Halk deyimiyle, görünen manzara zaten kendini ele veriyor.

En vahimi de o bürokratın taşıdığı anlayış, siyaset ve siyasetçinin etkisi altında vücut buluyorsa...

O bürokrat, kendini devlet görevlisi olarak algılamayıp da iktidarın veyahut iktidarın bölgedeki siyasi adamlarının adamı vasfı ve hevesi içerisinde bulunuyorsa...

Vay ki vay ülkemin ve milletimin haline!

Ne yazık ki ortam bu minvalde dehşet verici...

Gerçekten, akla ziyan ve çok dikkat çekici bir durum bu!.

Ülke için, millet için, devlet için ve siyasal iktidar için de çok üzücü..

Ama kime dersin?

***

Sizlerle hasbıhal ettiğimiz şu üç günlük sohbetimizde, ele aldığımız konular, aslında Diyarbakır’ımız için, “buz dağının görünün yüzüdür?”

Halk deyimiyle, devede kulak bile değil...

Zira bölgemizde, özellikle Diyarbakır’ımızda yıllardan beri yaşanan olumsuzluklar, antidemokratik hukuk dışılıklar, hukukun üstünlüğünün ve demokrasinin geri plana atılma hali, gemi azıya vurmuştur...

Siyasetin arka bahçe olarak kullandığı feodal yapıyla oluşturduğu korku imparatorluğu da, vaziyetin bir başka halkası..

Ki bu halka da toplumu bir sürü olarak algılayıp köleleştirme halini yaşatıyor...

Özetlersek, çağdaş bir demokrasinin ayıbıdır ve yozlaştırılmış bir politikanın sonucudur, Diyarbakır’ın ortaya çıkardığı resim...

Ki böylesine bir politikanın, bir siyasetin ömrü de Diyarbakır için de, ülke için de, çok kısa olur.

***

Biliyorum diyeceksiniz ki, salt Diyarbakır’da mı vaki?..

Değil..

Ne yazık ki, ülkenin her bir tarafına sirayet etmiş!..

Sarmaşık misali...

Tablo bize meşhur Makedonyalı İskender’i hatırlatıyor...

Ayna misali “kral çıplak” dedirtiyor..

Kimin ne yaptığı, nasıl çalıştığı, ne maksatla milli iradeyi kötüye kullandıkları, oldukça açıktır ve artık aleni işliyor..

Gerek maddi ve gerek manevi kameralar, an be an kayıt altına alarak, bizlere gösteriyor.

İskendern-i Zulkarneyn’in yeniden ülkeleri dolaşmasına gerek yok.

Zaten her şey bütün çıplaklığıyla orta yerdedir.

Herkes görüyor kimin ne yaptığını?

İktidara gelebilmek için ne gibi mekir ve hile oyunları çarşı pazarda resmiyette ve gayriresmiyette oldukça yayılarak uygulandığı, görülüyor...

Hâlbuki nereden bakarsanız bakın.

Üççeyrek asır boyunca ülkemizin liberal bir demokrasiyle yönetilmiş olması ve gelen giden özellikle muhafazakâr olarak kendilerini lanse edenler, milletin inancı paralelinde sözde iktidara gelen veyahut gelmek isteyenlerin tümü, saklanmış siyasetin bataklığına girmişlerdir...

Ve yüzlerindeki o maskeler düşüp, gerçek yüzleri ortaya çıkmıştır...

Her gün biraz daha berraklaşarak bariz bir şekilde kamuoyu, gerçek yüzlerini görüyor..

Muhafazakâr olup da milli iradeye saygı göstermeyen, hele hele bazı milletvekillerinin, hele ki bakan olma ayrıcalığını yaşayan insanların millete hangi gözle ve hangi yüzle baktıkları gibi..

Milletle nasıl karşı karşıya geldikleri de orta yerdedir.

Yüzü gülmeyen, asık suratlı insanlar ve bir de başını dik edip de toplumun içinde yürümek istemeleri, o da ayda yılda bir açılışta görüntü verme halleri...

Her yönüyle itici..

Kendine yakın sözde yatırımcı firmaların reklamını yapma halleri zaten toplumun zihnine tescil edilmiş, unutulmaz bir tarih şeklidir.

Bunun cevabını Allah nasip ederse sandıklarda alırlar...

Ne diyor düşünür, kirli oyları başına bela eden siyaset, eninde sonunda acısını kendi varlığını inkâr ederek, çekecektir.

Zira o kirli oy, kendisi için değil, o siyasetin, o iktidar partinin yüzü suyu hürmetine değil, sivil hayatında bir baltaya sap olmamış bazı feodal yapının hayat bulması içindir...

Nitekim böylesi kirli oylar, daima iktidarları ve siyaseti zor duruma sokmuştur..

Sonuç itibariyle ağır faturanın bedeli, o siyasetçilere ödettirilmiştir.

Çünkü o kirli oylar tamamıyla balondan ibarettir...

Hani bir tekerleme var...

 “Mavi boncuk kimdeyse benim gönlüm ondadır..”

Bugün iktidarda kim varsa “ben rantımı nasıl temin ederim” veya bir yerlere gelmek veyahut toplumun üzerine nasıl Demokles’in Kılıcı gibi sallanıp korku imparatorluğu yaratabilirim düşüncesiyle siyaset kulvarında cirit atıyorlar, o kirli oyların sahipleri..

Yoksa aksi yönde o iktidar piyasadan silindiği takdirde, o kişi önceki yaptığı gibi yeni bir hal, yeni bir zemin kendine hazırlayabilir ve oraya uçar gider.

Bugünkü yazdıklarımızın ana gerçeği ve toplumdaki yaşanmakta olan mevcut siyasetin şekli tüm kamuoyu nezdinde tescil edilmektedir.

Öyle inanıyoruz ki yakın gelecekte eğer seçim yapılırsa, bunların hepsi tüm çıplaklığıyla ders-i ibretle yüzleşeceklerdir...

***

Bakınız, Diyarbakır Söz Gazetesinde “Zihnimle İstişareler” köşesinde Köşe Yazarı Reyhan Alkar Karlıdağ Hanımefendinin, dün yayınlanan yazısından birkaç paragrafı buraya aktarmak istiyorum.

Reyhan Hanım’ı tebrik ediyoruz ve tespitlerine katılmamak da mümkün değildir.

“SİYASETÇİLER NE İŞ YAPAR” başlıklı yazı şöyle devam ediyor;

“Siyasetçilerimiz, milletvekillerimiz, belediye başkanlarımız o koltukları, o makamları, o maaşları, gördükleri itibarları hak ediyorlar mı?

Ne iş yapıyor siyasetçiler? Ben size sayayım;

1- Asık ve ciddi suratlarla gezinirler. Sanki neşeli olmak ayıpmış gibi, politikacılarımızda ‘mizah sıkıntısı’ var. Her daim gergin ve ciddiler.

Rahmetli Turgut Özal’a halkın büyük bir kesimi (anavatanla ilgileri ve bilgileri olmadığı halde) sırf sempatik ve güler yüzlü olduğu için yıllarca oy vermişler.

2- Lüks makam ciplerinde geziyorlar. İşsizliğin had safhada olduğu bir ülkede. Milletvekilleri, belediye başkanları, siyasetçiler trilyonluk araçlara sahipler. A partisi üyeleri, B partisi üyeleri, iktidar kanat, muhalefet vekilleri diye ayırmak mümkün değil, zira hepsi yani tüm siyasetçilerin hali ahvali böyle. Bunların arabalarını satsak her işsize bir dükkân açardık. Fakir kesim de sırtını doğrultmuş olurdu. Cumhuriyet döneminde istiklal madalyası almış milletvekillerinin Toros’u bile yoktu.

Halkın içine inip, insanların yaralarına merhem olun sadece seçim zamanı değil her daim. Sıcak, somut, gerçek, iş bitirici adımlar atın.

Kibirle jilet gibi takım elbiselerin içinde dolaşmaktansa otobüslere biniverin hiç değilse vekili seçildiğiniz şehirlerde halk tanısın sizi.”

***

Bakınız, sevgili dostlar.

Reyhan Hanım, gerçekten mevcut olan siyasetin ve siyasetçinin nabzını çok güzel tutmuştur.

Dolaylı yollarla da olsa çok güzel deşifre etmiştir; siyasilerin nasıl da “ikiyüzlü” politika ürettiklerini.

Her zaman söylediğimiz gibi, kültürümüze mal olmuş bir slogan var.

“Duvarım sana söylüyorum, gelinim sen anla..”

İşte bu sözle yola çıkarsak, her şey tüm çıplaklığıyla orta yerde kendini ifşa ediyor..

Olaylar zaten kendini deşifre ediyor.

Tek kelimeyle başlık olarak kullandığımız ifade gibi.

“BÜROKRASİ, SİYASETİN ETKİSİNDE Mİ ÇALIŞIYOR?” sorusuna net bir şekilde cevap vermek gerekiyorsa.

Kesinlikle böyle bir şey olmamalıdır.

Olsa da siyasi bir facia olur ve bunu toplumun kabullenmesi de mümkün değildir...

İsteğimiz, hiçbir bürokratın, yalan söyleyen siyasetin veyahut siyasetçinin koltuğunun altına girip toplumun arasına girmemesi gerektiği tavsiyesinde bulunuyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.