BİR HİLÂL UĞRUNA YÂ RAB, NE GÜNEŞLER BATIYOR!

Sevgili okurlar...

Bugünkü sohbetimizin ana teması ve gerçek hedefi; 18 Mart 1915 Çanakkale Savaşının Zaferiyle ilgilidir.

Bu savaşın ve zaferin üzerinden, tam 106 yıl geçti.

Çanakkale zaferi…

Hiç kuşkusuz ki sıradan bir zafer değil.

Çanakkale Gelibolu’daki şüheda kanlarıyla sulanmış o topraklar, rastgele topraklar da değildir.

Dökülen kanlar da sıradan kanlar değildi.

Tevhit inancı uğruna i’la-yı kelimetullahı üstün tutma adına savaştılar, can verdiler...

İslam simgesini taşıyan şanlı bayrağı gönderden indirmemenin kahramanlığıydı, Çanakkale!...

Büyük bir cihattı.

O cihadın sonunda dökülen şüheda kanları sayesinde “Çanakkale Zaferi” olarak tarihe geçen gerçek tarihimizin meşalesidir...

O parlayan meşaleler öyle inanıyoruz ki kıyamete dek devam edecektir...

Bakınız, sevgili dostlar.

Mehmet Akif Ersoy Çanakkale zaferini anlatırken şöyle diyor;

“Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,

Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer ;

Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;

“O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme” dedi.

Âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…

O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,

Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor;

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!”

İşte o hilal Kosova’daki şühedaların kanı üzerine yansıyan ay yıldız kıyamete dek İslam’ın manevi sembolüdür, ruhudur, dirilişidir ve mirasıdır.

Ebediyete kadar her daim parlayacaktır?

Küfrün, zındıkanın, nifakın başına yumruk gibi inmeye de devam edecektir?..

Dün olduğu gibi, bugün de ezip geçmiştir...

Tarihimiz bundan ibarettir.

Akif’in de işaret ettiği gibi işte Âsım’ın nesli.

Âsım’ın nesli o Çanakkale ruhunu dipdiri tutan..

O bayrağı hiçbir zındıka cereyanına alet etmeyen ruhtur...

Hele hele dinden uzaklaştırılmış bir siyasetin kirliliğini, o bayrağa hiç bulaştırmayan ruhtur...

Çanakkale Zaferi, İslam ordularının zaferidir.

Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Acemiyle, Lazıyla, Çerkeziyle donatılmış bir ordunun; kahramanlığıdır...

Yani Hakkarili Mehmet Amca, Edirneli Hüseyin Amcayla omuz omuza vererek savaşan İslam kardeşliğidir.

O ordunun hayatta maddi ve manevi kahramanlığı tarihin derinliklerine kimse gömdüremez, söndüremez...

Üzerine siyasetin kirli şalını da çekemez.

***

Bakınız, Akif şöyle diyor;

“Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…

Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi…

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.”

***

İşte bakın Akif neler söylüyor?

Âsım’ın dediği nesil bugünkü nesildir ve bundan sonra gelecek olan nesildir.

Yani tevhit inancına bağlı bir nesilden söz ediyor...

Dini, kirli ve zındıka cereyanlarının siyasetine malzeme yapan bir nesilden söz etmiyor..

Bu nesil tevhit neslidir diyor...

Her daim, şanlı bayrağını göklerde tutan i’la-yı kelimetullah uğruna, vatanın bölünmez bütünlüğü uğruna, milletin birlik ve beraberliği uğruna çok güçlü ve dimdik ayakta duran bir nesilden söz ediyor, Akif....

O nesil ki bu davayı göğüsleyerek gelmiştir..

Öyle inanıyor ve ümit ediyoruz ki bu nesil inşallah kıyamete dek varlığını dimdik ayakta tutacaktır...

Lakin bir gerçeğimizi de göz ardı etmememiz gerekir..

Denir ya, amma velâkin!

İşte bu amma velâkin istisnası, ne yazık ki burada bizi “duraksatıyor?”..

Hele bir dur diyor...

Çünkü, bu kutsal zaferin ciddiyetine gölge düşürmek isteyen İttihat Terakki Cemiyetinin yanlış ve hain politikaları unutulmamalıdır..

O mel’un düşman denize döküldü...

Amma velakin, İngiliz gavuru ne yazık ki üç yıl sonra, yani 1918’de elini-kolunu sallayarak, tek bir kurşun dahi sıkmadan, İstanbul’u işgal etti..

İşte bu işgal, Osmanlı’nın da sonunu getirdi..

Cihanşümul bir devletin gücü, bir çırpıda alaşağı edilerek, “teslimiyet” bayrağı çekildi?

Mondros mütarekesini dayattılar..

Sonra, 1920’de Sevr Antlaşmasını önümüze koydular...

Ve nihayetinde 1923’te de adına “Zafer” denilen “Lozan Hezimetiyle” bizi bizden ettiler...

Sahada kazanılan zafer, masada  “hezimete” döndü?

Nitekim 1924’te Hilafet-i İslamiye ilga edildi..

Kısa süre sonra, altı oklu CHP’nin amblemi tam çeyrek asır boyunca tek parti şeflik ve dipçik diktatöryası hakimiyet kazandı..

Ve kanunlaştırıldı..

Jakoben, zorba, mezalimle dolu antidemokratik, hukuk dışı yasalar, peş peşe bu milletin “başına” birer bela olarak inşa edildi..

Devletle millet birbirine hasım edildi...

 Huzur, güven, istikrar “hak” getire...

Ki o günden bugüne kadar bu ülke kendini kargaşadan, terörden, kavgadan, kandan, darbelerden bir türlü kurtaramadı?..

***

Değerli okurlar...

Hatırlarsak, Çanakkale Zaferinden bir yıl önce, yani 1914’te Osmanlı I. Dünya Savaşına sokuldu...

Hiç ilgimiz ve alakamız olmamasına rağmen, “Saraydaki devşirmelerin” plan ve kurgularıyla savaşa sokulduk...

Ki bu plan, tarihsel yönden apayrı bir garabettir, apayrı bir ucubedir Türkiye açısından...

Bunun da baş mucitleri, uygulayıcıları hiç kuşkusuz ki Selanik Yahudi dönmeleriydi..

Ki bu dönmeler, batı emperyalizmin, haçlı anlayışın içimize sızdırdığı ajan ve piyonlardı?

Onların yıkıcı projeleri, ne hazindir ki hep devreye sokularak, sonuca gidilmiştir..

Osmanlı’yı ve tabi ki Türkiye’yi tarihi mecrasından saptırmışlardır...

İttihat Terakki Partisinin bünyesine yerleştirilmiş jön Türkler ve Mason Yahudi dönmeleri işbirliği içinde, el birliğiyle “yıkımlar” gerçekleştirdiler...

Tek hedef, İslam gerçeğini bu topraklardan söküp atmaktı...

Bugün dahi İslam’a diş bilemektedirler...

Laikçilik adına, Atatürkçülük adına yola çıkan içimizdeki istismarcı hain unsurlar,  dün olduğu gibi bugün de, İslam düşmanlığı yaparak İslamsız bir ırkçılığı yaratmak istiyorlar...

Türkçülük-Turancılık adına..

“Andımız” (!) olarak okullarımızda bugün dahi, gencecik beyinlere enjekte etmenin gayreti içerisindedirler..

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

İki gün önce Danıştay, bu “hamiye-i cahiliye” denilen ırkçılık taassubunu ortadan kaldırmak üzere gerçek tarihi bir karar alarak “Bu, Türk’ün andı olamaz” dercesine, okullarda okutulan andın yürürlüğe sokulmasını iptal ettirmiştir..

Yani, okullarda okutulmasını kaldırmıştır.

Ama bu kez gel gelelim vay o Danıştay üyelerinin haline ki nasıl Bahçeli’nin siyaset topuna hedef olmuştur.

Hâlbuki Danıştay gerçekten tarihi bir karar almıştır.

Türk’ün andı yani yemini “Amentû”nun altı tane şartıdır.

“Türk’üm, doğruyum, çalışkanım.

İlkem küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak”

Bu cümleler hiçbir zaman andımız olamaz.

“Müslüman Türküm, inançlı Türküm, aba ve ecdatlarıma iman nokta-i nazarında bağlıyım” deme şekli bir ant olabilir.

Müslümanlık ve iman kelimesini okullardan söküp atmak bize göre antidemokratik keyfiliğe bağlı bir jakobenliktir.

Bu ant, I. Dünya Savaşını Osmanlının başına patlatan Moiz Kohen’dir, Emanuel Karasu’lar ve onun gibi nice Selanik Yahudi dönmelerinin eseridir!.

Sizi fazla rahatsız etmemek kaydıyla, bakınız Moiz Kohen’in kim olduğunu, nasıl Devlet-i Âliye-yi Osmaniye’yi yok etmeye çalıştığını, Türkiye’yi nasıl küçülttüğünü, milletin birliğine ve vatanın bölünmez bütünlüğüne karşı ne kadar kasten hıyanetlik yaparak çalıştığını uzun uzadıya bir küpür olarak, sizinle paylaşmak istiyorum.

Ama bu küpürü üçe dörde bölerek azar azar bölümlerini size sunmayı düşündük.

Evet, bu küpürde “Moiz Kohen’in Osmanlı Yahudilerinden olup Turancılık anlayışının baş yöneticisidir” diyor.

Yazımız devam edecek.

En derin saygı ve sevgilerimle.